Sabri Arseven, Eğirdir’in Bedre köyünün imamıdır. Bediüzzaman Sadi Nursî’ye talebe olup, onun mukaddes davasına hizmetkâr olan bahtiyar simalardandır.
l893 senesinde dünyaya gelen Sabri Efendi, l954 senesinin 20 Şubat’ında Eğirdir’in Pazar Köyünden Bedre’ye dönerken kamyonun devrilmesiyle, beyin kanaması geçirmiş ve böylece Hakk’ın rahmetine intikal etmişti.
Bediüzzaman, Sabri Efendinin cenazesine bizzat iştirak etmişti. Elli haneli Bedre köyünün mezarlığında medfun Sabri Hocanın mezar taşında şunları okumaktayız:
“Gel nazar kıl mezarımın taşına,
Âkil isen aklını al başına.
Ben de bir dem sürdüm sefa cihanda,
Akıbet bak, taş diktiler başıma.”
l943 senesinde Bediüzzaman’la birlikte Denizli’de dokuz ay hapis yatan Sabri Efendi için Nur’un mektuplarında çeşitli iltifatlar ve takdirkâr cümleler bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Kastamonu mektuplarında şunları okumaktayız:
Üstad’la kardeşlik sikkesi
“Sıddık Sabri! Senin cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesini gördüğüm zaman, bir hiss-i kablelvuku ile kalbime geldi: Bu zat mühim bir vakitte bana çok ehemmiyetli bir kardeşlik edecek. Ve muvaffak oldun, yaptın. Allah senden ebeden razı olsun.”
Sabri Hocanın da ayak parmaklarının ikinci ve üçüncüsü, Bediüzzaman’ın ayak parmakları gibi birbirine yapışık bir şekildeymiş. Kastamonu mektuplarındaki cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesi” mezkûr mânaya işaret etmektedir.
Nur iskele memuru
Hacı Sabri Efendi, Nur Risalelerinin ilk neşir senelerinde santrallık vazifesini hakkıyla yapmıştı. Etraf köylere Nurları yaymıştı. Barla’da bulunan Bediüzzaman’la bir santral gibi irtibat kurmuştu.
Eğirdir Gölü sahillerinde her köyün, nahiye ve kazalarının iskeleleri vardır. Bedre, İlama ve Barla iskeleleri birbirini takip ederek sahil boyunca uzanır. Sabri Efendi, bulunduğu Bedre köyünde “Nur iskele memuru” olarak da vazifesini yapmıştı. Nurları Bedre iskelesinden diğer köylere tevzi ederdi. Sadakat ve bağlılığının bir nişanesi olarak Bediüzzaman kendisine “Sıddık Sabri” diyordu. Albay Hacı Hulusi Yahyagil’e nisbet ediyor; “Hulusi-i Sani” yani “İkinci Hulusi” diyordu Bediüzzaman.
Eğirdir Gölünün güzel sahillerinde, Nur iskele memuru Santral Sabri’nin aziz hatıraları dillerde söylenir durur. Dilden dile naklolan bu hatıralardan birinde şunları tespit etmiştik:
Bediüzzaman’ın cübbesi ile yangını söndürdü.
Bediüzzaman’ın Barla’da Nur Risalelerini telif ettiği senelerde, yani l926 ve l934 seneleri arasında Bedre yakınlarındaki bir korulukta yangın çıkıyor. Sabri Efendi bu alevleri ne yaptıysa söndüremiyor, önleyemiyor. Neticede sırtında Üstad’ından yadigar olarak bulunan cübbeyi çıkartarak alevlere doğru uzatıyor, dalga dalga yayılmak istidadı gösteren kızıl alevlere hitap ediyor: “Yak işte yakalabilirsen, işte bu Bediüzzaman’ın cübbesi!”
Az sonra alevler çekiliyor, ferini kaybediyor ve nihayet sönüp gidiyor. Bu hâdise Bediüzzaman’a intikal edince, Nurlu Üstad tebessüm ederek Sıddık Sabri Efendiye hitaben: “Keçeli, beni orman koruyucusu mu yaptın!” diye latife yapıyor.
Sabri Efendi gibi mübarek zatların en zor şartlar altındaki hizmetleri sayesinde, Nur Risaleleri bugün iman ve irfan ufkumuzu güneşler gibi aydınlatmaktadır. Allah onlardan ebediyyen razı olsun. Âmin.
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)