Nurdanhaber-Özel
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Merhum Abdullah Yeğin ağabey 2 yıl önce (7 Temmuz 2016)’da Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Abdullah Yeğin ağabey’in vefatının sene-i devriyesi münasebetiyle Genel Yayın Yönetmenimiz Abdurrahman İraz’la yaptığı röportajın 6. bölümünü yeniden yayınlıyoruz.
12 Kasım 2009 / 23:58
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin ile yaptığımız röportajın 6. bölümü
6. BÖLÜM
(1. BÖLÜM) | (2. BÖLÜM) | (3. BÖLÜM) | (4. BÖLÜM) | (5. BÖLÜM)
“SANA BAŞIN SAĞ OLSUN DİYECEKLER”
– Peki, ağabey askerden sonra Üstad’a uğradınız, Üstad “Urfayı boş bırakmamak lazım” mı dedi?
– O zaman ne oldu pek hatırlamıyorum, ama görüştüğümüz zaman derdi ki, “sana başın sağ olsun diyecekler.” Urfa’ya bizi ilk gönderirken dedi ki “ben de geleceğim, siz şimdi gidin ben sonra geleceğim.” Vefatına bir ay kala, bana bir telgraf geldi “Üstadın yanına gel” diye, Üstadın etrafında hizmetinde kaç kişi varsa hepsini tevkif etmişlerdi. Son zamanlarıydı.
Olay şöyle: “Üstad tarikatçılık mı yapıyor?” diye mektup yazanlar olmuş. Üstadın talebeleri de “Üstad tarikatçılık yapmıyor” diye onlara mektup yazmış, müdafaa etmişler. Ve o mektubu her tarafa göndermişler. O mektubu yazdıkları ve dağıttıkları için de onları tevkif etmişler. Üstad yalnız kaldı diye bana telgraf gelmişti. “gel” diye… Gitmiştim zaten sadece bir gece kaldım. Üstad dedi “Urfa yalnız olmaz git” dedi, tekrar Urfa’ya döndüm. Abdulkadir ile biz de o mektubu aynen Urfa’da daha önce neşretmiştik. Teksir makinesiyle çoğaltıp her kese göndermiştik tabi adresler vardı. Neyse ben vardım Urfa’ya, beni de Abdulkadir ile beraber tevkif ettiler. O mektup ne zaman beraat etti, serbest oldu ise bizi de o zaman serbest bıraktılar. Yani Ankara’dakiler serbest olunca bizi de serbest bıraktılar.
Bizi oradan çıkardılar ya, Müftünün verdiği yerden. Üstad o zaman demişti ki “Urfa Valisi demokratsa benden selam edin” demişti. Adını unuttum Valinin. “Babo” diyorlardı Urfalılar. Bu daha çok babacan bir insandı, mesela Alevileri korurdu. Urfa’yı harekete getirdi. Hakikaten hizmet ediyordu.
URFA MÜFTÜSÜ “YAHU SİZİN ŞEYHİNİZ ÇOK YAMAN BİR ADAM”
Ben gittim o valiyi görmek istedim, at yarışlarına gitmiş, yanında koruması var yanına yaklaştırmıyor. Sonra ben Vali beye bir mektup yazdım, Üstadımız Vali demokratsa, halk Partili değilse size selam gönderdi. Sonra beni çağırdı vali, sen dedi ne istiyorsun? Ben dedim Müftü efendinin verdiği bir oda vardı, o odada serbest çalışıyorduk o odadan ayırdılar biz tekrar o odamıza dönmek istiyoruz.” “Peki” dedi “ya bu gençler çalışsın ya” Binbaşıyı çağırdı Binbaşı kalem kâğıt getirdi. Müftü Efendiye eski yazı bir yazı yazdı, Müftü Efendi de o zaman neymiş ya nahiye Müdürüymüş, Nahiye Müdürlüğünden Müftü olmuş, eskiden ilim okumuş, mollalardan. Âlim bir zat, fakat bizi sevmezdi. Eski müftü değişmiş vefat mı etmiş ne olmuş, yeni müftü o geçmiş o da bizi sevmezdi, ona biz giderdik hiç bize yüz vermezdi, sonra ona Valinin mektubunu getirince, şöyle bir baktı “ha işte böyle olacak ya” dedi. Üstadın bir selamıyla hemen bize oradan tekrar yer verdi. “Yahu” dedi “sizin Şeyhiniz çok yaman bir adam” dedi. Biz dedik “şeyh değil hocadır.”
“Sen” dedi “ne zaman başladın bu işe” ben dedim “liseyi bitirdikten sonra, din adamı olmak istiyordum, Risale-i Nur’u okudum, şöyle iyi, böyle iyi derken, ben şimdi Risale-i Nur’a çalışıyorum.” dedim. “Sen nerelisin?” dedi, “Kastamonuluyum” dedim. “Yok ya sen Kastamonulu musun?” dedi. “Evet” dedim. “o zaman yeter” dedi, ben seni şarklı falan sanıyordum”… Vanlıyım sanıyormuş, doğudan Kürtçülük yaptığımızı sanıyormuş. Velhasıl o valiyle de iyi olduk sonradan. Adam tekrar yerimizi verdi bize.
Askerlikten sonra, Urfa’ya döndükten sonra Üstadla görüşmeniz oldu mu?
Üstadın vefatına bir ay kala, ne için gittim? Bu telgraf için mi? Ne içinse şimdi unutmuşum. O zaman görüştüm. Gittiğimde dedim ki “siz her yere gidiyorsunuz, İstanbul’a Konya’ya vesaireye, Ankara’ya gidiyorsunuz, Urfa’ya da söz verdiniz, geleceğim dediniz, şimdi gelmeyecek misiniz?” , “Urfalılar sizi bekliyor” dedim. Benim bu isteğim üzerine “orada Risale-i Nur yok mu?” dedi. “Var” dedim. “Risale-i Nur’un olduğu yerde bana ihtiyaç yoktur.” dedi. Beni gönderdi.
“SEN ZATEN BÜTÜN NURCULARIN ABİSİSİN”
– Abi size “başınız sağ olsun diyecekler” dediğini söylemiştiniz. Bu sözü ne zaman söyledi?
– Daha evvel demişti.
– Bir ziyaretiniz sırasında “sen Nurcuların abisi olacaksın” demiş diye bir ifade kullandığını biliyoruz. Bunun aslı nedir? Ne zaman nasıl söyledi?
– Son ziyaretine gittiğimde dedim ki “Diyarbakır’da Mehmet Kayalar var, o çok iyi hizmet ediyor, dershane açmış, ben onun ziyaretine gideceğim bir gece olsun ziyaretine müsaade eder misiniz?” dedim. “Yok dedi lüzum yok” Dedim “Hüsrev abiyi ziyaret edeyim” “Yok dedi sen bir şey soracaksan işte Zübeyir’e sor, “sen” dedi “zaten bütün Nurcuların abisisin” Allaah!… bir iltifat etti. Bu konuşmamızı takside giderken yaşadık.
– Yanınızda başka kimse var mıydı?
– Zübeyir abi de vardı, bir de Mehmet Çalışkan veya Ceylan olabilir. İyice bilemiyorum. Yani daha evvelde bir konuşmamızda -nerede konuştuk bilemiyorum- “Sen” dedi “birinci derece talebem değilsin, ikinci derece talebem değilsin, üçüncü derece talebemsin” dedi. Mesela Hüsrev abi olsun, Hafız Ali olsun, Refet abi olsun, Hulusi abi olsun onlar ilk talebeler. Siz bana ilkin dediniz ki “Üstadın ilk talebelerisiniz” dediniz, “saff-ı evvel” ben saff-ı evvel olamıyorum ki, çünkü biz çok sonradan geldik.
ÜSTAD BİZE YEMİN ETTİRDİ: “BİZİ PARÇA PARÇA ETSELER RİSALE-İ NUR’DAN AYRILMAYACAĞIZ”
– Doğru…
– Onlar hizmetlerini yaptılar herşey aşikâr oldu, bin kalem sav köyünde, bin kalem Risale-i Nur’u yazıyordu. Kim yazdırıyordu? Hüsrev abi yazdırıyordu, Hafız Ali Efendi yazdırıyordu. Mesela Hulusi abi Üstad’ın her zaman hizmetindeydi, ama askerlik vazifesini de yapıyordu, onun için Üstad böyle iltifat ederdi. Bizi şevke getirmek için, böyle çoklarına demiştir. “Sen benim evladımsın, hem vekilimsin, varisimsin” böyle çoklarına demiştir. Bize yemin de ettirmişti. İstanbul’da bir ara bulunduk ya, Muhsin Alev vardı şimdi Almanya’da. Ondan başka Hüsnü vardı, ben vardım, Ziya vardı. Bize Kur’an-ı Kerim’e el bastırarak yemin ettirdi, “Risale-i Nur’dan sizi parça parça etseler ayrılmayacağınıza…”
– O isimleri bir daha sayar mısınız? Zübeyir abi de var mıydı?
– Yoktu Zübeyir abi… Beni takside yolcu ederken, Çay İstasyonuna, Trene götürürken söylemişti. Veyahut Bolvadin’e beraber giderken bu yemini ettirmişti. Kaç defa gittik.
O zaman İstanbul’da değil Emirdağ’ında oldu bu hadise…
– Başka kimler vardı bu yeminde?
– Yok, yok yemin yaptırdığında İstanbul’daydı, Hüsnü bir, Yusuf Ziya iki, Muhsin Alev üç, Ahmet Aytimur dört, ben beş.
Beş kişiye yemin ettirdi. “Sizi parça parça doğrasalar Risale-i Nur’dan ayrılmayacağınıza söz verin” diye, Yusuf Ziya demiş ki, öyle bir münakaşa oldu, İnşallah, “İnşallah desek olmaz mı?” “Burada İnşallah olmaz” dedi. Üstad… “Söz vereceksin” Kesin söz istiyordu bizden.
– Garip bir şey!
– Her neyse Allah kusurumuzu affetsin, bizi Üstad’a talebe kabul etsin.
“YENİ YAZIYLA YAZILAN KİTAPLARDA ABDULLAH’IN HİSSESİ VAR”
– Abi sizin neşrolunan Risalelerde hissenizin olduğunu söylemiştiniz. O ne anlama geliyor?
– O Sungur Ağabeyin sözü, diyor ki yeni yazıyı siz ilkin yazdığınız için, yoksa yeni yazıya müsaade etmezdi Üstad. Kastamonu’da biz ilk yeni yazı ile yazdık, “Gençlerin hatırı için ben yeni yazıya müsaade ettim” demişti Üstad. “Ecnebi, gayr-ı müslimler de bu risalelerden istifade etsinler diye yeni yazıya müsaade ettim” Bunda Sungur abinin dediğine göre, “Abdullah’ın hep hissesi var” demiş. “O vesile olduğu için” demiş. “Ben onun hatırı için yazdırdım” demiş. Yeni yazı için. Yani öyle ben bazı şeyleri söylüyorum ama ben tam bilmiyorum unutmuşum.
AYASOFYA CAMİ OLUNCA NURCULAR ADINA GAZETE ÇIKARILABİLİR
– Gazete ile ilgili de bir hatıranız var. Biraz da ondan bahseder misiniz?
– Evet, gazete ile ilgili olay şöyle; yine biz İstanbul’da iken oldu bu iş. Salih Özcan mektup yazıyor Üstadımıza diyor ki, “Biz Nurcular namına bir gazete çıkarmak istiyoruz, müsaade istiyoruz sizden.” Üstadımız mektubu alınca cevabi bir mektup yazdırdı. Mektupta neler yazdı tam bilmiyorum, yalınız mektubun hulasasını biliyorum. “Bizim şimdi gazetemiz olmaz, ne zaman Ayasofya cami haline gelirse, yani Türkiye ne zaman Ayasofya’yı cami haline getirirse, o zaman gazete de çıkabilir. Bazı milletvekillerin veya vekillerin himayesi altında bizim bir gazetemiz olabilir, çünkü bu zamanda muhalif olsak hizmete zarar gelir, biz gazete çıkarırsak mutlaka siyasete gireceğiz, siyasetin dili gazetedir, siyasete gireceğimiz için, muhalif olsak hizmete zarar gelir, muvafık olsak ihlâsa zarardır. Ne zaman Ayasofya Cami haline gelir o zaman bizim gazetemiz olabilir. Vekillerin vesairenin himayesi altında olmalı” demişti. Yani öyle dediğini biliyorum. Salih Özcan bilir, Salih Özcan bunu daha iyi bilir ona yazıldı çünkü.
– Üstadın şartı olmadan Yeni Asya çıktı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Bunu Zübeyir abi sadece Mehmet Kutlulara salahiyet vermiş, demiş ki “sadece sen alakadar olacaksın gazete ile, gazeteyi Nurcuların çıkardığını kimse bilmeyecek, eğer bilirse gazete kapatılacak. Bu şartla gazetenin başında kalabilirsin.” Zübeyir abi ona öyle demiş. Maalesef siyasete de karışıyor.
Üstadın şöyle bir sözü var, bana söylemişti. “Kimde Risale-i Nura bir muhabbet hâsıl olsa, o istihdam altındadır.” Yani Risale-i Nur’u seven herkes Allah’ın rızası yolunda Risale-i Nura hizmet eder, ben böyle düşünüyorum. Onun için ayrı ayrı çalışmalara, ayrı ayrı dershanelere, ayrı ayrı baskılara Üstad demek ki razıdır, bu şekilde bütün dünyaya yayılıyor, ihtilaf gibi oluyor fakat iş bölümü oluyor, herkes bir işi üzerine alıyor her yere dağılıyor. Benden darılan sana gidiyor, senden darılan ona gidiyor bu şekilde oluyor.
Program Risale-i Nur. Bak hutbe-i Şamiye’nin zeylinde ne diyor. “Mesleklerde ve meşreplerde ittihat olmadığı gibi caiz de değildir.” Gaye bir ise hepsi bir demektir. Hepsinin gayesi İslamiyet’e hizmet etmek mi? Risale-i Nur’a hizmet mi? Hizmet… Yani gayesi bir ise hepsi bir demektir.
– Abi bir şey söylediniz de Zübeyir ağabeyin Mehmet Kutlular’a sen bu gazetenin başında durman şartıyla salahiyet vermiş diyorsunuz. Başka ne gibi şartlar söylemiş?
– Beş altı şart koşmuş ama ben o şartları bilmiyorum.
– On sekiz maddeden söz ediliyor. Yani siz bu olayı bilmiyor musunuz?
– O zaman ben yoktum, ya Urfa’daydım ya da başka bir yerdeydim. Ya Adana’daydım.
– Peki, bu meseleyi hiç Zübeyir abi ile konuşmadınız mı?
– Onu konuşacak vakit olmadı. Ben Adana’da hapsedildim, tevkif edildim Zübeyir abi vafet etti. 71 de vefat etti. 1 Nisan’dı zannediyorum.
– Ayasofya açılacağına dair her hangi bir şey söyledi mi? Bunun zamanlamasıyla ilgi, İttihadı İslam’ı sağlamak için Ayasofya’nın açılması gerekir gibi. Ayasofya’nın açılmasına çok ehemmiyet veriyordu. Onunla ilgili bir işareti oldu mu?
– Hiç hatırlamıyorum. Yalnız Başbakanımız Allah razı olsun söz vermiş diyorlar.
Allah cümlemizi Risale-i Nura sadık talebe olarak kabul etsin, Risale-i Nura sadık. Yani bazı ilaveler yapılıyor. Risale-i Nura bazı ilaveler yapılıyor, Risale-i Nur’da olmayan tertipler yapılıyor, bunun için merak ediyoruz. Üstadımız son zamanlarda Sungur abiye sorun Hüsnü Bayramoğlu’na sorun, Ahmet Aytimur’a sorun, yani Risale-i Nur’u değiştirerek lügat ilave ederek veya şerh yaparak neşrine Üstad müsaade etmemiş o zaman ve “böyle müsaade etmiyorum” demiş. Bunu onlar biliyorlar. Üstadın son zamanda yanında olan, Hüsnü Bayramoğlu, Ahmet Aytimur, Mustafa Sungur bunlar biliyorlar. Onun için dikkat etmesi lazım neşriyat yapanların Üstad’ın tertibinden ayrılmaması lazım.
“SADELEŞTİREREK YAZARSAN O SENİN ESERİN OLUR”
– Aynı şeyi Abdulkadir Badıllı abi de söyledi. Biri lugatçe hazırlıyormuş Üstad Hz.leri ona demiş ki “sen o kitaba kendi adını yaz.”
– Yok, yok Lügat değil! Ahmet Feyzi Efendi -Allah rahmet eylesin- Üstada söylemiş ,”ben gençlik rehberini şimdiki gençlerin anlayacağı şekilde sadeleştirerek yazmak istiyorum” demiş. O da “öyle bir şey yazarsan o senin eserin olur, benim eserim olmaz” demiş.
M. Ali Bulut:
– Abi ben gazeteciyim ve köşe yazarıyım. Bazen Üstad’dan bir cümle alıyorum Haber-7 com.da yazıyorum. Çok okunan da bir site. Bazen aldığım cümle mealen oluyor, mealen üstadımız şöyle demiştir dediğimiz oluyor, bunun bir sakıncası var mıdır? Yani direk kitaptaki cümleleri değilde mealen.
– Aslını siz yazın, mealin altına kendi imzanızı atın. Üstad bunu nerde yazıyor bilmiyorum.
“Bakınız benim tarzı ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor, kimsenin ihtiyar ve biçimiyle biçilmez ve kesilmez. Kur’anın bir nevi tefsiri olan sözlerdeki hüner ve zerafet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam güzel, Hakaik-i Kur’aniye’nin, mubarek kametlerine yakışacak, mevzun muntazam üslup ve libasları kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister ve desti gaybidir ki o kamete göre keser biçer giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız. Benim ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor, bir parça dikkat ve teenni ister” demiş.
Belki bununda bir hikmeti var. 6. deva, 6.ncı devayı görüyoruz iki defa yazılmış, onu bir yerde de demişler. Üstad da, “onun bir hikmeti vardır ben kalem karıştıramam, geldiği gibi kalsın” demiş. Kimsenin kalem karıştırmasını istemiyor.
– Allah razı olsun…
– Cümlemizden… Sonra benim kalbimde şöyle bir şey vardı. Emirdağ’ında Ben üniversiteyi terk ediyorum, babam harçlık gönderiyor, Üstadımız hediye kabul etmiyor, biz de bir hediye kabul etmemiz iyi olmuyor, “nasıl geçineceğiz.” diye içimde böyle bir şey vardı. Üstad bir gün geldi açtı kitabı eski yazı el yazısı, dedi “sen bu yazıyı okuyabiliyor musun?” Dedim “okuyorum.” Yavaş yavaş eski yazıyı okudum. Şu mektuptu gelirken evraklar arasında bu mektup… Okuyayım mı size?
– Buyurun…
– “Aziz Sıddık kardeşlerim.
Ben pek kati bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat’i kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nur’un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre, kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, bir inbisat, bir ferahlık ve bir bereket görüyorum. Hem oradayken hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Çokları da itiraf ediyor ki biz de hissediyoruz diyorlar. Hatta geçen sene size yazdığım gibi benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı o bereket imiş. Hem imamı şafiden (RA) rivayet var ki, “halis talebe-i ulumun rızkına ben kefalet edebilirim” demiş Peygamberimiz. Çünkü rızkında vüsat ve bereket olur. Madem hakikat budur ve madem halis talebe-i ulum unvanına Risale-i Nur şakirtleri tam liyakat göstermişler. Elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşinde koşmak yerinde en iyi çare şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.”
“Evet, her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder, ehl-i hidayet de kendini mazur bilir, “zarurettir ne yapalım” der. Demek ki Risale-i Nur şakirtleri bu açlık ve zaruret musibetine karşı yine Nurla mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkalarının da imanlarını muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddi devam etmekle olur.
Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz, mümkün olduğu kadar ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur’un zararına ve şakirtlerinin salâbet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Eğer enaniyetli ve hodfuruş ise Risale-i Nur şakirtlerinin metanetlerini kırarlar, nazarlarını Risale-i Nur’un haricine çevirirler. Şimdi çok dikkat metanet ve ihtiyat lazım.”
Lillahiltaalel fatiha.