(ESKİ ALAY MÜFTÜLERİNDEN) YARBAY OSMAN NURİ TOL
Üstad’ı Millî Mücadele yıllarında tanıyordu
Eski alay müftülerinden Osman Nuri Efendi aslen Ankara’lıdır. İstanbul’da vazife yapmıştır. Rütbesi yarbaydı. l885’te dünyaya gelmiş, l Ekim l955’te Ankara’da vefat etti. Mezarı Cebeci Kabristanındadır. Osman Nuri Efendinin kızının kızı, İlâhiyat Fakültesi hocası Âgâh Oktay Güner’in eşi İnci Güner, dedesinin, hoş sohbet, ilmî sohbetler yapan, herkes tarafından sevilen ve tatlı bir insan olduğunu ifade etmektedir.
Osman Nuri Efendi, Üstad Bediüzzaman’ı millî mücadele senelerinde İstanbul’dan tanıyordu. O zamanlar görüşmeleri ve sohbetleri olmuştu. Osman Nuri, Bediüzzaman’ı seviyor ve ilmî dehasını çok takdir ediyordu. Daha sonra Emirdağ’da Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret etmişti.
Osman Nuri Efendi’nin Tarihçe-i Hayat’ta Üstada yazdığı çok güzel bir mektup vardır. İkinci Emirdağ Lâhikası’nda da Üstad Bediüzzaman’ın kendisine hitaben mektubu bulunmaktadır. Ayrıca lâhikalarda ismi ve şiirleri mevcuttur.
l950 yılından sonra merhum Ceylân Çalışkan ve Mustafa Sungur’un, Osman Nuri Efendiyle çok görüşmeleri, ziyaretleri ve sohbetleri olmuştu.
Osman Nuri hakkında Mustafa Sungur Ağabey’in anlattıkları
“Bu zatı l950’de, Hazret-i Üstad bizleri Ankara’ya hizmete hâdim kıldıkları zaman tanımıştık. Celâlli bir zat idi. Nakşî tarikatına mensup, Hazret-i Üstadımızın tabiriyle, ehl-i kalb bir zat idi. Hazret-i Üstadımız ona yazdıkları mektuplarda ‘Benim Ankara’da bir vekilim’ diye hususî iltifatta bulunurdu. Ziyaretine gittiğimizde ‘Elvekilü kel-asîl, velev kâne kör fasil’ diye söze başlardı. O zaman Abdullah Ağabey, Seyyid Sâlih, Ahmed Atak gibi Nur talebeleri yanına giderdik. Rahmetli Ceylân kardeş de vardı. Bu ibareyi söylemekteki maksadı: Hazret-i Üstad’ın kendisini Ankara’da vekil tayin ettiğinden bahisle, kendisini dinlememiz icap ettiğini ve izinsiz bir hizmette bulunulmaması lâzım geldiğini ihtarda bulunurdu. Ve kendisinde Osmanlı devrindeki âlî tavırlar ve İslâmî terbiye ve edep âşikâre görünürdü. Hazret-i Üstadımızı çok severdi. Tarihçe-i Hayat’ta mevcut ‘Sahibü’n-nur ve ihlâs’ diye başlayan bir mektubunda kendini tanıtmak babında eski alay müftülerinden olduğunu ve devr-i Cumhuriyette 25 seneye yakın Millî Müdafaa Müftülüğünde bulunduğunu ifade etmektedir.
“Millî Müdafaa Müftülüğünde bulunduğu müddetçe hem sabık alay müftülerinden olmak hasebiyle, hem de Nakşî tarikatında vazifedâr kâmil bir zat olmak itibarıyla, o zamanın Askerî Temyiz Reisi Kemal Kalkan Paşa ve daha bilemediğimiz pek çok zevat-ı muhterem, kendisine bağlı manevî talebeleri ve müritleri idi. Kendisi ifade ederdi ki, ilk iki reis-i cumhurla defaatle satranç oyunu oynamış ki, Kur’ân ve İslâmiyet aleyhindeki hareketlere mâni olsun.
l944 Denizli Ağır Ceza Mahkemesi beraatının Mahkeme-i Temyizdeki tasdikinde fiilî duâ mânâsında samimî alâka ve gayretleri olmuştur.
l950’de demokrasinin zuhuruyla bazı cüz’i de olsa İslâmî hareket ve hizmetleri görüp duydukça, Risale-i Nur’un muazzam ve ulvî mazhariyetini ifade için zaman zaman yanına gelenlere bilhassa şu ifadede bulunurdu:
‘Bu zamanın Şeyhü’l-Ekber Muhiddin-i Arabî’si ve Şah-ı Nakibend-i Kudsîsi ve Sultan Abdülkadir’i, Bediüzzaman’dır.’
“Ve zaman zaman bazı izahlarında ‘Bu Bediüzzaman’ın Risale-i Nur yolu peygamberler, sahabeler, evliyalar ve asfiyalar yolu, sırat-ı müstakim caddesidir. O mukaddes silsilenin bu zamanda devamıdır.’ derdi.
Fevzi Çakmak sohbetlerine devam etmişti
“Ben kendisinden değil, fakat sadık dostu Cevad Beyden dinlemiştim. Millet Partisini 23 kişi olarak kendisi kurdurmuş. Bu itibarla Demokratlara pek iltifat etmezdi.
“Askeriyeden mütekait alay müftüsü ve Millî Müdafaa müftülüklerinde de bulunmuş olması noktasında olacak ki, Mareşal Fevzi Çakmak ile de alâkadar imiş. Fevzi Çakmak hayatının sonunda Osman Nuri Efendinin sohbetlerine devam etmiş. İki defa Osman Nuri Efendinin ayağına kapanmış ki, affı için dua etmesini rica etmiş.
“Çünkü Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in, Türkiye’nin geleceğinin temel taşlarından en ehemmiyetlisi olan Maarif Vekâletini elde edip, bütün imkânlarını ‘İleri bir gençlik yetiştireceğiz’ maskesi altında komünizm rejimine zemin hazırlamak için sarf etmesi neticesi çok, azîm ve dehşetli bir tehlikenin vatan ve millet âfâkını sarsması noktasından, Erkân-ı- Harbiye Reisi Fevzi Paşa bundaki büyük hisse ve iştiraki görüyor ve ekilen zakkum tohumlarının birden çok geniş bir sahada filizlenmesini müşahede etmekle, elbette ‘Nereden, nereye?’ sualini kendi kendine soruyordu. Vatan ve milletin âtisinden endişe duyuyordu. Ve bin-netice, bir tesellî ve gufran kapısı aramakta idi. Osman Nuri’nin kendi çapında teşkil eylediği cemaate, bu noktadan dahil oluyor ki, Kurtuluş Savaşını kazanan mukaddes ruhun, millet ve vatana bağlılığın en yüksek örneğini asker ve sivilden müteşekkil- az da olsa- Osman Nuri cemaatinde görmekte ve bütün bunların mülâhazasıyla bir af ve mağrifet yolunu Osman Nuri delaletiyle aramakta idi. Bu nokta-i nazardan rahmetli Osman Nuri Efendi, o dehşetli zamanların mes’uliyetlerinden kendisini kurtaracak şekilde çalışmıştır.
“Nitekim zaman zaman anlattığı ve en güzel ve isabetli tabirini Ahmed Feyzi Ağabeyin beyânında bulan bir sâdık rüyâ veya mânâda gördüğü şöyle bir vak’a vardır:
“Bir mecliste Peygamberimiz Fahr-i Âlem (a.s.m.) ile Ebû Bekir Sıddîk( r.a.) ve kendisi de bulunduğu halde, Sıddîk-i Ekber Efendimiz soruyor: ‘Yâ Resulallah, ümmet-i Muhammed’in (a.s.m.) hâli ne olacak?’ Cevaben Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimiz, ‘Âlem-i insaniyet, İslâmiyete inkılâb edecek ve medeniyet-i Muhammediye bütün beşerin ruhuna nefhedilecek’. buyuruyor. Bunun üzerine tekrar Sıddîk-i Ekber Efendimiz, ‘Bunu kim yapacak?’ dediği zaman, Peygamber Efendimiz, ‘İşte!’ diye Osman Nurî Efendiyi gösterdiğini söylerdi. Millet Partisini kurdurması, Hazret-i Üstad’ı Ankara’ya davet etmesi ve Hazret-i Üstad için evine muttasıl bir yer yaptırmış olması da gördüğü mezkûr muhavereye binâen idi.”
l950 güz aylarında rahmetli Ahmed Feyzi Ağabeye bunu anlatmıştı. Feyzi Ağabey onun şevkini kırmamak için yanında söylemeyip, dışarı çıktığımızda dedi ki: ‘Osman Nuri Efendinin bu Ankara’da bulunuşu, Risale-i Nur’a samimî alâkası, irtibatı ve Hazret-i Üstad’a dostluğu ve yakınlığı itibarıyla, o küllî şahs-ı manevîye olan teveccüh ve mazhariyeti cihetinden kendi aynasında o küllî mânâyı görmüş.’
“Evet, Osmanlılardan sonra hem âlem-i İslâmda, hem âlem-i insaniyette dehşetli tahavvüller ve inkılâplar zuhura geldi. Bugün Nurların ışığıyla baktığımız zaman anlıyoruz ki, ümmet-i Muhammed’in l400 seneden beri zuhuruna intizar ettikleri ve dehşetinden Allah’a sığındıkları âhir zaman hâdisatının zuhuru bu zaman imiş. Nitekim otuz-kırk sene sonra gerek dünya üzerinde, gerek memleketimizde meydana gelen anarşi hâdiseleri ve komünizm tehlikesi gibi milyonları kasıp kavuran müthiş bir ahlâksızlık ve imansızlık tâunu, ebede namzet insan için ne azîm bir tehlike arz ettiği mâlûmdur.
“Evet, çekirdeğin kıymeti, ondan fışkıran ağacının heybetiyle ölçülür. Bu mânâ hayırda da şeyde de aynıdır. Peygamberimiz Efendimizin,
‘Kim iyi bir çığır açarsa, ondaki hayır devam ettikçe, bir misli o çığırı açanın defter-i âmaline yazılır. Kim de fenâ bir çığır açar, o devam ettiği müddetçe yekûn şerler ona yazılır.’
meâlindeki bir hadis-i şerif var. ‘Essebebü kel-fâil’ sırrı ile ki, Allahü alem, âhir zamanda zuhur eden hâdiseler de böyledir. Hayır ve şerde başlayan, devam eden, gittikçe gelişen ve milyonları içine alan iki cereyan-ı azîmin mebdeleri, sebep ve vesileleri, fâilleri olan reisleri, evvelleri büyüyorlar, inkişaf ediyorlar. Dal budak salıyorlar, küllîleşiyorlar. Cenneti baştan başa kuşatan Tûbâ ağacı gibi ve cehennemi ihata eden korkunç zakkum ağacı gibi her tarafa uzanıyorlar.
“İşte rahmetli Osman Nuri Efendi, merkez-i pây-i taht-i hükûmette samimî hizmet-i diniyesi, Risale-i Nur’un Denizli beraatinin tasdikindeki hizmeti ve kendi zât-ı mübarekindeki yüksek imanı ve metanetiyle, manevî bir müjde-i Nebeviyenin bir nebze tecellî-i iltifatına bu sûretle nâil olur, demektir.
“Osman Nuri Efendi hücre-i nuriye olarak tesmiye ettiği ve Hazret-i Üstadımızın da medrese-i nuriye olarak kabul ettikleri, dershâne-i nuriye tamamlandıktan sonra, tekrar Hazret-i Üstad’ı dâvet etti. Hazret-i Üstadımız aşağıdaki mektubu kendisine göndermişti:
Üstad’ın Osman Nuri Efendiye mektubu
“Aziz Sıddık Kardeşim Osman Nuri,
“Madem Cenab-ı Hak, senin kudsî niyet ve ihlâsınla, Ankara’da en mühim genç Said’ler, senin etrafına toplanmış. Madem Ankara’da benim bulunmamı lüzumlu görüyorsunuz. Ben de şimdi nafakamla tedarik ettiğim nüshalarımı o küçük medrese-i nuriyeme benim bedelime gönderiyorum. Onların adedince Said’ler, seninle komşu olurlar.”
“Hem fedakâr evlâdın çok fevkinde sadâkatle şimdiye kadar hizmetleriyle her biri birer genç Said olarak beş-on Abdurrahman’larım hükmünde Sungur, Ceylân, Salih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi genç ve çalışkan Said’leri senin yanına hem benim vekilim, hem senin talebelerin olarak benim bedelime o küçücük medrese-i nuriyeye nezaret ve bir nevi dershane olarak reyinize bırakıyorum.’(bk. Emirdağ Lahikası, II/57)
“Fakat rahmetli Osman Nuri Efendi mutlaka Hazret-i Üstadımızın teşrifini bekliyordu. Yakın bir istikbalde yüzlere binlere bâliğ olacak ve bütün vatanperverler tarafından ileride takdirle karşılanacak, böyle ulvi ve genç talebelere her sahada faydalı olacak dershane-i nuriyelerin mebde ve başlangıcı olacak mânâdaki büyük mazhariyet yerinde, illâ Hazret-i Üstad’ın gelmesi isteğine, bu tarz mukabelesinden bir derece mahzun ve mükedder olmuştu. Bizim de üniversiteliler arasındaki Nurlarla hizmet faaliyetimizi, meselâ Zübeyir Ağabeyin, Ceylân, Seyyid Salih ve sâir kardeşlerin konferans gibi, temaslar gibi ayrı ayrı sahalardaki hizmetlerini ‘Haber vermeden yapıyorlar’ endişelerinden mütevellit olacak ki, üzüntüsünü izhar etti. Biz de Hazret-i Üstadımıza durumu arz ettiğimizde Emirdağ Lâhikası’na geçen mektubu gönderdiler.”
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)