Nitekim 23 Nisan 1920’de kurulan meclisimizin duvarında ŞÛRÂ AYETİ vardı. Yani “EMRUHUM ŞÛRÂ BEYNEHUM” ayet-i kerimesi asılı idi. Kur’anda bir sure ismidir. Ve ayetin meali: “Onların işleri aralarında istişare iledir.”
Sonraki bir kısım hadiseler yani emperyalizma baskısıyla müslüman milletin cumhuriyeti, İslamî hüviyetten çıkarılmaya çalışıldı. Bunun hadiseleri çoktur. İngilizler o zaman Alem-i İslam’ın başı olan Türkiye’yi ısrarla lâdinileştirmeğe çalışıyorlardı. Ayaklarının altında dünya hazineleri bulunan (Musul petrolleri gibi) ve müstemleke yapmak istedikleri yerlerde, diğer İslam memleketlerinde dine taraftarmış gibi görünüyorlardı. Yani bir taraftan Türkiye’yi lâdini hüviyete getirtmeye çalışırken sair İslam devletlerinde “Türkler İslam’dan çıktı. Dinsiz oldu.” propagandası yapıyorlardı. Bunun hadiseleri çoktur tafsilata girmiyoruz.
Rahmetli milli şehidimiz Özal’la yapılan bir röportajı neşretmiştik. Orada şöyle bir hadise var. Osmanlı güney cephesi komutanı Cemal Paşa İngilizlerden maaş alan biri. Merhum Zübeyir Ağabey’in tabirleriyle: “Para veren, emir verir.” kaidesiyle bir tarihte İngilizler Cemal Paşa denen zata, Şam’ın ilim merkezi olduğu o tarihte, dünyanın en alçak planıyla şu emri veriyor: “Şam’ın alimlerinin kızlarını saray’a davet et. İçki içmeye zorla. Sonra tecavüzde bulunularak geri gönder.” o adam bu ihaneti aynen yapmıştır. O tarihte Mekke emiri olan Şerif Hüseyin, Osmanlı bozulmuş diye İngilizlerle beraber Osmanlı’ya harb açıyor. Sonradan bu ihanet komplosunu farkeden Şerif Hüseyin, ömrünün sonuna kadar ağlayarak istiğfar etmiştir. İşte Araplar bizi arkadan vurdu denen hadise budur.
Yine atmışlı yıllarda Iraklı bir profesör bu meyanda şöyle bir halini beyan etti. Ben üniversitede talebeyken bir profesörümüz vardı. “Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri var. Altı bin sayfa Türkçe külliyatıyla bu ilim ve fen asrının dimağına, Kur’anın bu asra bakan dersini veriyor. (Yani Kur’anın ilim ve hikmet nuruyla açılımı.) Bu sebepten İslam’ın kurtuluşu yeniden Türkiye’den olacaktır” diyordu. Ben kalkıp şiddetle muhalefet ediyordum: “Olamaz hocam!.Türkler Nasranileşti, dinden çıktı, onlardan hayır gelmez” diyordum. Sonra bu zat profesör olmuş Avrupa’ya giderken, bir İstanbul’a uğrayayım bakalım hocam mı haklıydı ben mi haklıyım diye o niyetle İstanbul’a gelmiş. Merhum Zübeyir Ağabey’in yarım saatlik bir sohbetinde ve Arabî 29.Lem’adan bir ders okuyarak kanaatı geldi ki: “Şimdi anlıyorum ki hocam haklıymış.” dedi. Sonra bize, üniversitelilere hitaben: “Omuzunuzda iki vazife var. Biri Türkiye’nin biri Alem-i İslam’ın kurtuluşu. Eğer tembellik veya ihmal ile vazifenizi yapmazsanız iki ihaneti birden işlemiş olursunız.” dedi.
Gelelim cumhuriyet mes’elemize. Eğer cumhuriyet tek adamın malıysa, ona ne isim koyarsanız koyun, o mutlakiyettir. Bazıları bu noktada saplantılıdır. Merhum Sadullah Nutku Ağabey (dahiliyede okutulan 1000 sahifeye yakın kitabı vardı): “Tıpta Deliliğin çaresi vardır. Fakat saplantının, fikr-i sabitin tedavi çaresi yoktur.” derdi. Yani hür fikrin tam zıttı.. dehşetli bir fikrî hastalık.
Bir asırlık demokratik cumhuriyet denemeleri “Ümmetim ekseriyetle dalalete süluk etmez.” hadisinin ifade ettiği manayı teyid etmiş, daima isabet etmiştir. Nihayet 15 Temmuz’da lideriyle beraber demokratik cumhuriyetin berâat-ül istihlâlini almış yani şehadetnamesini bir kere daha en âli mertebede teyid etmiştir. Bu mevzuda “Ümmetim ekseriyetle dalalete süluk etmez.” hadis-i şerifinin beyanıyla islam ümmetinin önüne geçebilecek topluluk yoktur.
Not: Bazıları bir diktatörün sultası altına girerler; bazıları nefs-i emmaresinin (hayvansal duygularının) esiri olurlar. Bunların hürriyetten, hür fikirden bahsetmeye hakkı yoktur. Hazret-i Bediüzzaman’ın sözüyle hatime verelim:”Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.”
Vesselamu ala menittebeal Hüda
Not: “Vaktiyle Sultan Abdulhamid’e Bediüzzaman’ın tavsiyesi meşrutiyet-i meşrua yani isim ve resim değil hakiki cumhuriyet idi.
Ne diyor Hazret-i Üstad Bediüzzaman: “Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”Müsteşriklerin beyanına göre:”İslamiyet olmasaydı Rönesans olmazdı.” Bu beyana göre ve gerçek şu ki: “Avrupa cumhuriyetin esasını Asr-ı Saadetten almıştır.”