Felsefe doçenti olan Nureddin Topçu, l909’da Erzurum’da dünyaya gelmişti. l975’de İstanbul’da vefat etti. Yarınki Türkiye, Maarif Davası ve Büyük Fetih gibi eserleri vardır. Nur Risalelerinin hizmet ve neşriyat kahramanlarından Tolalar Hanedanı’yla yakın alakası olmuştu.
Vefatından iki ay önce ziyaret ettiğimiz Doç. Dr. Nureddin Topçu, bize Denizli ve orada görüştüğü Bediüzzaman ile ilgili hatıralarını anlatmıştı.
İkinci bir ziyaretimde çok hasta idi. “Geçmiş olsun hocam, bugün Cumaya gelemediniz?” dediğimde, “Ben bu hafta namazı Kâbe’de kıldım” diye lâtife yapmıştı.
Sultan Ahmed’teki evinde ziyaret ettiğimiz merhum Topçu, l909’da Erzurum’da doğduğunu, l934’de de ilk defa öğretmen olarak vazifeye başladığını söylemişti. Merhum Üstad Said Nursi ile olan hatıralarını ise şöyle anlattı:
Bediüzzaman’ın büyüklüğü
“l934’de ilk defa muallim oldum. Hareket mecmuasında yayınladığım bazı yazılar yüzünden şimşekleri üzerime çektim, takibata uğradım. Zamanın maarif vekil olan Hasan Ali Yücel’in sık sık başvurduğu sürgün cezasına mâruz kaldım.
“l944’de İstanbul’dan Denizli’ye tayin oldum. İmtihan ayı olan Haziran’da Denizli’ye gittim. Şehir Oteline indim. Ödemiş’te savcı olan Muslihiddin Sönmez ve ablası Seher Sönmez vasıtasıyla Bediüzzaman Said Nursi’yi tanıdım. Üstad Otelin üst katında oturuyordu.
“Bütün şehirde onun ismi dolaşıyor, herkes ondan bahsediyordu. O günlerde Denizli’de devam eden mahkemesi neticelenmiş ve beraat etmişti. Beraatten sonra Şehir Otelinin üst katında bir odaya yerleşmişti, orada kalıyordu. Sıkı bir kontrol altındaydı. Yanına gidip gelen ziyaretçiler de aynı şekilde takip ediliyor ve tesbit ediliyordu. Ziyaretçiler yanında çok az kalabiliyor, hemen çıkıyorlardı. Akşam yemeklerinde herkes çekilip gidiyor, otelde kimse kalmıyordu. Hatta otelin katibi de yemeğe çıkıyordu. Ben de o sıralarda yanına çıkıyordum. Yarım saat kadar kalıp ziyaret edip, görüşüyordum. Din, iman, ahlâk, gençlik ve cemiyet meseleleri ile alâkalı konuşuyordu.
“Denizli Ağır Ceza Mahkemesi, eserlerini bilirkişiye havale etmiş, liseden iki kişiyi bilirkişi tayin etmişler. Zannediyorum bunlardan biri edebiyat, bir diğeri de tarih hocasıydı. Bunlar dinsiz adamlardı. Hele biri büsbütün yılandı; sonradan fecî şekilde ölüp gitti. Ben Bediüzzaman’ı ziyaret ettiğimde kendisi bana: ‘Onları bana gönder de ben onları dine davet edeyim’ dedi. Ben de: ‘Efendim onlar çok fena adamlar, vazgeçin’ dedim. Bunun üzerine: ‘Peki öyleyse ehvenini getir, az fena olanı çağır, ben onları dine davet edeceğim, ben onları affettim’ diyordu. Bediüzzaman’daki büyüklüğe bak, biz olsak başını ezmeli deriz, ‘Ben onları affettim’ diyor. İşte büyüklük budur. Ruhî bir ışıktır bu…
“Hakikaten onlardan birisi biraz daha (diğerine kıyasla) mutedildi. Fakat Tahir ismindeki çok fena bir adamdı. Mehmet Akif’in: ‘Acırım tükrüğe billah tükürsem yüzüne’ dediği gibi birisiydi. Rahatsız ederler, kimbilir ne söylerler, canını sıkarlar, diyen ben onları çağırmadım.
“Bediüzzaman çok büyük bir insandı: ‘Ben onları affettim,’ diyordu. İnsanın, idamına sebep olacak şekilde aleyhinde olanları affedebilmesi büyük bir fazilettir.
“Herkese dâvâsını anlatırdı”
“Hareket adamı idi, girişkendi, herkesle konuşurdu. Davasını anlatırdı. Pısırıklığa ve miskinliğe taraftar değildi. Otelin kaldığı odadaki penceresi genişti. Bir gün ziyaretine gittiğimde oraya oturmuştu, dışarıya bakarak Denizli’de bir zamanlar 62 medresenin bulunduğunu, bunların hepsinin kapatıldığını üzülerek anlattı: ‘Bu sebepten ben muallimlere dargınım’ dedi.
“Akşam yemeğini getirdiler, mükellef bir sofraydı. Getiren garsona yemeği iade etti: ‘Bunu fukaralara götür’ dedi. Yanında zeytini vardı, yemeği kabul etmedi, ekmeğini zeytin taneleriyle yedi: ‘Bir ekmeği l5 gün bitirebiliyorum’ dedi. Semaveri vardı, çay kaynatıp çay içiyordu, bize de ikram etti. Hapishaneden yeni çıkmıştı.
Odada eşya olarak hiçbir şey yoktu. Eserleri yazma ve formalar halindeydi. Binlerce yazma kitap ellerde dolaşıyordu. Her tarafta yazılıyordu, köylerde, kazalarda hep Nur Risaleleri çoğaltılıyordu. O devir gönül alıcı bir devirdi. Güneşin doğuşu gibi bir zamandı.
“O tarihlerde Denizli’nin Güvençli köyüne gitmiştim. Bir akşam beni bir eve misafireten çağırdılar. Gittim. Gece dama çıktık, lüküsü yaktılar. Bediüzzaman’ın yeni bir risalesi çıkmıştı. Köylülere onu okuyacaktım. Tam ben okuyacağım esnada, onlar benden evvel davranıp başka bir risalesini çıkarıp okumasınlar mı? Hayret içerisinde kaldım.
“Her evde onun eseri yazılıyordu”
“Her evde, her köyde onun eserleri yazılırdı…. On binler sahife çoğaltılırdı… Böyle bir şevk vardı. O akşam da şevkle okudular, biz de tatlı bir sevinç ve haz içinde dinledik.
“Kerametler, fevkalâdelikler, hep Allah’tan gelir. Veli insanlara Allah’tan ne gelirse, kalblerine ne doğansa onu bilirler. Bu haller Allah’tan gelir onlara, Allah’a teslimiyetin meyvesidir bu haller, veliler için.
“Güveçli’de bir ay kadar kaldım. Döndüğümde Bediüzzaman da Denizli’den ayrılmıştı. O zaman da talebelerinden Hasan Feyzi ile tanıştım ve görüştük. Âşıktı o, muallimdi. Ona da Muslihiddin Bey götürdü beni. Sevimli bir insandı. Temiz ruhlu bir insan. Sevgi ile yaşayan bir adamdı. Bediüzzaman’ın aşk ve muhabbetinden vefat etti. Ondan ayrılığa dayanamadı. Bilmiyorum, insan böyle vefat eder mi?
“Bediüzzaman Denizli’de iken yanına gelen polis müdürüne hiddet etmiş: ‘Git, temizlen de gel’ dmiş. Adam hakikaten temiz değilmiş.
“Çok mert ve cesurdu”
“Çok mert ve cesur bir hali vardı. Cesareti, kerameti pek çoktur, saymakla bitmez. Sonra zekâsının buluşları fevkalâdedir. Musibetlere sabırla razı olmuştu… Kendini vermişti Allah’a… Zaten o eserler hep o hallerin mahsulüdür. Bütün Denizli’de onun zevki ve şevki vardı. Dost-düşman ona hayrandı. Denizli’nin gecesi, gündüz olmuştu… Fethetmişti o Denizli’yi, Onun ruh ve aşk tarafına ulaşılamaz. Onun Allah’a yakınlığı bambaşkadır. O yakınlık bir lütf-u İlâhidir.
“Sabrı, inzivası, şükrü bam başkadır; para nedir bilmez, dünya gözüne görünmezdi. Böyle zatlara pratik bir maksat gözeterek gitmek, onları rahatsız eder. Ruh ve gönül sultanlarına dünyevî basit çıkarlar için müracaat etmek cinayettir, müthiş bir haksızlık ve anlayışsızlıktır.
“Bana dua etti. İnşaallah duası kabul olur. Kelimeler tam hatırımda değil. Ruhî feyzim için dua etti. Zaten umumiyetle hep böyle mânevî şeyler için dua ederdi.
“l952’de İstanbul’a Akşehir Palas Otelinde de ziyaret ettim. Sonra bugünkü Büyük Postahanenin üstündeki ağır cezadaki son mahkemesine gittim. İkindi namazının vakti girmişti, kalktı: ‘Siz kararınızı verin, ben namaza gidiyorum’ dedi ve yürüdü. Hiç umurunda değil. Belki mahkûmiyet kararı verecekler, idam bile verecek olsalar hiç aldırdığı yok.
“Allah’ın lütfuna mazhar olmuştu, herkese vermez Allah bunu…”
Nurlarda tezahür eden bazı inayetkârâne hallere itiraz eden bir kısım zatlara Nureddin Bey, “Bediüzzaman keramet gösterir ve onunla birçok mü’minlerin imanını takviye eder ve kuvvetlendirir.” diyerek Üstadımızı her zaman savunmuştur.
İlim, fikir, ahlâk ve felsefe dalında pek çok eser veren merhum Topçu’ya Allah’tan rahmet dileriz.
(Son Şahitler kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)