Genç evli erkek ve hanımlar aile yuvalarının sıhhati açısından dikkat edeceği hususlar…
İyi bilmek gerekir ki, milletler; erkekleri ile yükselir, fakat kadın da bu yükselişi tamamlar. Erkeksiz ilerleme olamayacağı gibi, kadınsız da ilerleme ve yükseliş olmaz, olsa da noksan kalır. Bu irtibat dolayısıyladır ki, âilede huzursuz olan bir erkek, çoğu kere işinde de başarılı olamaz. Onun için diyebiliriz ki, memleket, kadının olgunluğu ve yetişmişliği sayesinde yükselir. Tabiî bunun tersi de aynı şekildedir. Yani memleket ve millet, kadının alçalması neticesinde de değerini ve gücünü yitirir. Tarih sayfaları, bu gerçeğin sayısız örnekleriyle doludur. İşte bunun için sıhhatli âile yapılarına ihtiyaç, kaçınılmazdır. Nitekim;
İnsan yaratılışı itibarıyla mükemmel bir varlıktır. Ancak bu mükemmelliği yansıtacak şahsiyet ve kimliği ise, sıhhatli bir âile yuvasında ortaya çıkar. Dolayısıyla insan için âile yuvası, ihsân duygusunu gerçekleştirici hâl ve davranışların en sıcak bir eğitim kucağı olmalıdır. Böyle olursa gönüller, mânevî bir seviye ve rûhâniyet kazanır. Peygamberler ve velîlerin âile hayatından hisseler alır.
AİLE SAÂDETİ İÇİN KARŞILIKLI MUHABBET
Âile saâdeti, iki tarafın, karşılıklı haklarına saygılı olmaları ve bu saygıyı muhabbetle perçinlemelerine bağlıdır.
Âile saâdetinin gerçekleşmesi hususunda âyetteki «ittekû / Allah’tan korkunuz!» ifadelerinin kastettiği «takvâ» pınarından nasip alabilmek çok mühimdir. Yer-gök şâhittir ki şu dünya, kadın hukûkuna riâyetin bereketiyle cennet, riâyetsizliğin kötü âkıbetiyle cehennem hâline dönmüştür. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, kadın hakları hususunda vedâ hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emâneti olarak aldınız; onların nâmuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, X. 398)
Bu itibarla hanımları; sâlih bir nesil için evlâtlarının ahlâkî yapıları ile meşguliyetten koparmak, yüce yaratılışlarına zıt işlere yönlendirmek, ne mantık ve iz’âna, ne de îmana sığar. Sığmaz, çünkü âiledeki huzûr ve saâdet, ancak ve ancak kadındaki ve erkekteki özellik ve kâbiliyetlerin yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebilecek bir nasiptir.
EVLİLİKTE DİKKAT EDİLECEK İKİ HUSUS
İşte bu nasibe nâil olmak için yapılan evlilik, İslâm’ın, üzerinde çok hassas şekilde durduğu bir yapıdır. Onun hem maddî, hem de mânevî olmak üzere iki yönü vardır. Dolayısıyla âile yuvasını iki yönlü olarak kurabilmek için son derece ciddiyet ve dikkat sahibi olmak şarttır. Aksi hâlde evlilik basit bir beraberlikmiş gibi anlaşılabilir. Böyle sığ anlayışlarla kurulan âile yuvaları da, maalesef yersiz boşanmalarla neticelenmektedir. Gerçekten de dînî ve ahlâkî duygularla birleşmeyen eşlerin sonu ya ayrılıklar veya mezara kadar uzanan ıstıraplar zinciri olmaktadır. Elbette ki bu, hiç de arzu edilen bir netice değildir. Bunun içindir ki boşanmalar, Arş-ı âlâyı titreten bir hâdise olarak değerlendirilmiştir. Allah Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zira boşanma dolayısıyla Arş titrer…” (Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874)
Hele zevk ve eğlence için kadın boşamak; hesabı da, azâbı da büyük bir suç ve zulümdür ki, aslâ helâl değildir. Bu, Hakk’ın kesinlikle affetmeyeceği kul hakkına girmek, kendi kendini helâk ve hüsrana sürüklemektir.
Böylesine keyfî ve düşüncesizce yapılan evlilikler ve bunun ardından gelen kaçınılmaz boşanmaların o kadar hazin sonları vardır ki, saymakla bitmez. Bunun en ağır ve kötü yansıması öncelikle çocuklar üzerinde meydana gelir. Ev içinde âile sıcaklığı bulamayan, örnek alacağı ana-babasından kötü muâmeleye mâruz kalan çocuklar, sokakların insafına terk edilmiş hâlde yaşarlar. Böyle olunca da evden kaçarak sokak çocukları arasına katılan bu çocuklar; kısa zamanda sigara, alkol, tiner, narkotik, fuhuş ve çeşitli suç örgütlerinin ağına düşmektedirler. Bu da, toplumu çökertecek bir fâciâya zemin hazırlamaktadır. Toplum hayatını çoraklaştıran korkunç bir ahlâkî erozyonun da tetikleyicisi olmaktadır.
İSLAM’DA BOŞANMA HAKKI
Ancak boşanma ile ilgili olarak bir gerçeği de vurgulamak lâzım tabiî ki. İslâm’a göre nikâh akdi, Katoliklerde olduğu gibi “hiçbir şekilde bozulamayacak ve ömür boyu da çaresiz bir şekilde devam etmesi gerekecek bir akit” değildir. Her anlaşma, o anlaşmayı yapanların eseri olduğundan, bazı mecburiyetler dolayısıyla taraflar arasında yapılacak yeni bir anlaşma ile elbette ki kaldırılabilir. Bu, İslâm’ın benimsediği bir kâidedir ki, akıl ve mantık da bunu gerektirir. Aksi hâlde yanlış ve isabetsiz bir evlilikte boşanma hakkı olmasa hayat, insana zehir olur. Beraberlikler, esarete dönüşür. Çıkmazlarına çözüm bulamayan çiftler, sonunda çarpık ve sapık bir yaşayışın bataklığına yuvarlanır. İşte bunun içindir ki, İslâm, vazgeçilmez bir gereklilik oluştuğunda boşanmayı helâl kılmış ve bunu da iradeli davranmaya daha müsait olan erkeğe bırakmıştır.
İslâm’a göre boşanma hakkının kâide olarak erkeğe verilmesi, kadınların hissîliği sebebiyledir. Yoksa nikâhta şart koşulduğu takdirde kadının da aynı hakka sahip bulunmasına hiçbir engel yoktur. Buna tefvîz-i talâk denilir. Ayrıca böyle bir şart koşulmamış olsa da ciddî bir mecburiyet ortaya çıktığında kadın, ilgili makâma müracaatla boşanma hakkına sahiptir.
Dolayısıyla gereksiz boşanmalardan korunmak, hiç şüphesiz kadın ve erkeğin, kendi kıymet ve değerlerini karşılıklı olarak bilmeleri ve bunları yine karşılıklı olarak muhafaza etmeleri ile mümkündür. Hayat arkadaşlarının mesut günleri; ince ve derin hâtıralar, samimî neşeler, refah, huzur ve lezzet, hep ilâhî ölçüler gölgesinde temin edilir. Bu da, her iki tarafın Hakk’a kul olarak birbirlerine karşı sadâkat ve samîmiyetleri ile tecellî edecektir. Hadîs-i şerîflerde buyurulur:
“Bir kimse geceleyin hanımını uyandırır da beraberce veya her biri kendi başına iki rekat namaz kılarlarsa, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlardan yazılırlar.” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)