Bedîüzzaman, ırka dayalı bütün teşebbüslere muhâlif gidiyor; sadece İslamiyet milliyeti çerçevesinde oluşacak gelişmelere taraftar oluyordu. Bunun için de Osmanlı Devletini yeniden ihyâ edelim diyordu. Ayrılıkçı bir Kürdistan’a başından beri karşıydı.
İsviçre’de bulunan hemen bütün Türk ve Kürd aydınlar, 16 Ocak 1919 günü Cenevre’de bir kongre toplayarak, Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri nezdinde Osmanlı Devleti’nin haklarını savunması için Şerif Paşa’yı delege seçmişlerdi. Yani Şerif Paşa Paris’e Osmanlı temsilcisi sıfatıyla gitti. Ancak Kürd Te’âlî Cemiyeti Şerif Paşa’ya Kürdleri de temsil etme yetkisi tanımıştı. 16 Nisan1919 tarihinde ise Şerif Paşa Osmanlı temsilciliğinden çekilerek, görevini yalnızca Kürd temsilcisi sıfatıyla sürdüreceğini duyurdu.
Kürd Te’âlî Cemiyeti Şerif Paşa’ya yardımcı olmak üzere emrine girecek bir heyeti, Arif Paşa’nın başkanlığında Paris’e gönderme kararı aldı. Böylece cemiyet ŞerifPaşa’nın Pariste’ki girişimlerini desteklemekle tepki topluyordu. Şerif Paşa, Kürdleri temsilen 22 Mart 1919 ve 1 Mart 1920’de Paris Barış Konferansları’na katılıp, Ermeni Bogos Nobar Paşa ile birlikte hareket ederek, iki muhtıra ve Kürdistan haritası sundu. Şerif Paşa bu çalışmayı bilinen emperyalist Ermeni isteklerine karşı karar vericileri aydınlatmak amacıyla kaleme aldığını vurguluyordu. Ona göre Kürdistan, kuzeyde Ziven (Kafkasya hududu)’den başlıyor. Batıya doğru Erzurum, Erzincan, Kemah, Arapkir, Behisni, Divrik’i de içine alacak şekilde genişliyordu. Güneyde Harran, Sincar dağları, Tel Asfar, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Akelman, Sinna çizgisini takip ederek, Doğu’da Revanduz, Başkale, Vezirkale’den geçerek İranhududu ile birleşiyordu.
Şerif Paşa “Hamidiye Süvarileri” konusuna da girerek, Kürdler’in Osmanlı hâkimiyetinde geniş bir hoşgörü ortamında yaşadıklarını fakat asla muhtariyetlerinden taviz vermediklerini de yazıyordu. Şerif Paşa muhtırada Wilson prensipleri doğrultusunda geleceklerine kendilerinin yön vereceği siyasî haklar istiyordu. Bu hedefe yönelik gayretlerin ilk aşaması olarak Barış Konferansı’ndan Kürdistan’ın hudutlarını belirleyecek milletlerarası bir komisyonun yörede çalışmalara başlamak üzere tesbitini öneriyordu. Bu arada Ermeniler adına Aboronyanve Bogos Nobar Paşa da kendi isteklerini İtilaf Devletleri üyelerine kabul ettirebilmek için büyük çaba gösteriyorlardı. Konferans’ta Bogos Nobar ile Şerif Paşa Doğu Vilayetlerinin Ermeni ve Kürd bölgelerine bölünmesi konusunda anlaştılar (Şerif ve Bogos Nobar Paşaların Muhtırası, Tasvîr-i Efkâr, 20 Şubat 1920, Sy. 2992)
Ermeniler üzerinde o güne kadar etkin olan Rus propagandası sebebiyle İngilizler özellikle Kürd isteklerine ilgi gösterdiler. 30 Ocak 1919 tarihinde İngiltere tarafından bu istekler doğrultusunda, Türkiye’den ayrılacak topraklar üzerinde kurulması düşünülen “Kürdistan” gündeme alındı. İngilizler Konferans metnine; “Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı İmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmalıdır” maddesini koydurdular. İstanbul Hükümeti ise bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı idi. Anlaşmanın yapıldığı sırada Seyyid Abdülkadir’in bir gazetecinin sorularını cevaplarken, Şerif Paşa’nın cemiyet delegesi olduğu, Kürdleri temsil edebileceği, Altı Doğu ilinde Kürdlerin çoğunlukla bulunması nedeniyle bu iller için özerklik istendiği ve kimin çoğunlukla olduğunun bir kurul tarafından yerinde araştırılması için Ermenilerle anlaşıldığını söylemesi büyük tepkilere neden oldu.
20 Kasım 1919 tarihinde Bogos Nobar ile Şerif Paşa “Kürd-Ermeni antlaşması”nı imzaladılar. Bu andlaşmaya göre Ermenilerin istedikleri altı vilayette, Kürdlerin çoğunlukta bulundukları ileri sürülerek bu bölgeye bir heyet gönderilmesi önerisi Konferans tarafından kabul edildi. Bogos Nobar Kürdler aleyhinde propagandaya son vermeyi kabul etti. Ayrıca aynı devletin mandası altında birleşip bağımsız Ermenistan ve bağımsız Kürdistan kurulmasını, azınlık haklarına saygı gösterilmesini, iki devlet arasındaki sınırın Paris Barış Konferansı’nda çizilmesini de kabul ettiler. Böyle bir ittifakın gerçekleşmesine rağmen İngiliz ve Fransız diplomatik çevreleri Şerif Paşa’nın Kürdleri gerçekten temsil ettiğine inanmıyorlardı. İngilizler Şerif Paşa’nın rolüne uygun düşmediğini ve kendi kendine “gelin- güvey olduğun”u düşünüyorlardı. Bu antlaşma beklenenin tam tersi sonuçlar doğurdu. Antlaşmaya tepkiler sadece Kürd halkı tarafından değil, onun öncüleri durumunda olan siyasî hareketleri tarafından da geldi.
Şimdiye kadar hiçbir zaman açıkça bağımsızlık taleplerinde bulunmayan Cemiyetiçerisinde ciddi fikir ayrılıkları doğdu. Seyyid Abülkadir bir açıklama yaparak Şerif Paşa’nın Kürd Te’âlî Cemiyeti’nin temsilcisi olduğunu doğruladı, fakat varılananlaşmanın önemini azaltmaya çalışarak; “Türk-Kürd ayrılığı söz konusu değildir. Özerklikten fazlası istenmemektedir.” diyordu. Bu açıklamalar dernekte kopmalara yolaçtı.
13 Haziran 1919’da Siverek Kürd Kulübü’ne gelen İngiliz Binbaşı Noel bölgede İngiltere’nin desteğinde bağımsız bir Kürdistan’ın kurulacağını söylemiş; ancak bu sözleri yöre halkı üzerinde olumsuz tepki yapınca hemen bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Anadolu’daki örgütlenmenin İstanbul’da yapılan bir toplantı sonunda kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Gençlerin “Teşkilat için” Anadolu’ya gitmeleri bu toplantıda planlanmıştır. Dersim ve Sivas aşiretleri arasında çalışma görevi Divriği, Kangal veterinerliğine atanan Baytar Nuri Beye verilmiştir. Koçkirili MustafaPaşa’nın iki oğlu (Haydar ve Alişan) özellikle Sivas bölgelerindeki örgütlenmeleri ve eylemleri (Koçkiri isyanı gibi) yönetmişlerdi.
İşte böyle bir dönemde Bedîüzzaman hazretleri yine hem İslâm birliği ve hem de milletin beraberliği için meydandaydı. Burada Bedîüzzaman’ın tepkilerini şu başlıkta toplayabiliriz:
Kürdler ve Ermeniler Aynı IrktanDeğildir; Olsa da İslâm Kardeşliği BizeYeter
Öncelikle Ermeni Bogos Paşa ile Kürd Şerif Paşa’nın bu manadaki ittifaklarına enönce karşı çıkanlar Kürd Aşiretleri olmuştur. Ermeniler Doğu Vilayetlerinde tamamen azınlıkta bulunduklarından dolayı, ne keyfiyet ve de kemiyet itibariyle herhangi bir iddiada bulunamayacaklarından, Kürdleri kendi maksatları uğrunda kullanmak istemişlerdir. Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yıkullanmışlardır.
Kürdlerin Ermenilerle aynı ırktan olup olmaması meselesine gelince, KürdlerinErmenilerle aynı ırktan değil, bilakis Araplarla aynı ırktan yani Sami ırkından gelmektedirler. Aksi görüşte olanlar, Kürdler, Irak, İran, Türkiye ve Suriye’de yaşayan, Hint-Aryan kökenli olan halk olduğunu iddia etmektedirler.
Bu konuyu Bediüzzzaman’dan dinleyelim.
“KÜRDLER VE İSLÂMİYET
Bogos Nobar Paşa ile ma’hûd Şerif Paşa’nın birleşerek Kürdleri câmi’a-i İslâmiyeden ayırmak teşebbüs-i hâinânesinde bulundukları haber alınır alınmaz, gerek burada gerek Kürdistan’da bütün Kürdler kemâl-i nefretle protestolarda bulundular. Salâbet-i diniye hususunda pek yüksek bir mertebede bulunan Kürd ihvân-ı dinimizden beklenen de bu idi. Her millet arasında zuhur ettiği gibi, Kürdler arasında da türeyen birkaç hamiyetsiz iftirakçının bulunacağının hiçbir kıymeti olamayacağı şüphesizdir. Bilakis bu kabil kesânın izhâr-ı nifak etmeleri vahdet-i İslâmiyeyi daha ziyade te’yid ve teşyîd eder. Nitekim o haber üzerine umum Kürdlerin galeyân ve tezâhürât-vahdetkârânesi bunu pek güzel isbat etmişdir. Bu hususda en ziyade söz söylemek salâhiyyetine haiz bulunan ve Kürdlerin salâbet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celâdet-i İslâmiyesini bihakkın temsil eden ve“Dar’ül-Hikmet’il İslâmiye” azasından Kürd eşraf ve mütehayyızanından bulunan fazıl-ı şehîr Bedîüzzaman Said-i Kürdî Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:
Bogos Nobar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevap, vilayat-ı şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir.
Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin (500.000) kişi feda etmişler ve makam-ı Hilâfete olan sadakatlerini, îsar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.
Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilâyat-ı Şarkiyede ekall-i kalil derecesinde bulundukları için; asla bir ekseriyet teminine ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddia-yı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.. Maksadlarına Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi müsaid ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadoludaki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı.
İşte, bu gaye ile o ma’hud beyânnâme müştereken imzalandı ve Konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değillerdir. Zaten Kürdler bu beyânnâmeye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif oldukları isbat ediyorlar.
Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır. Çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar.. Hem de salâbet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki Müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez.
الْجَاهِلِيَةَ الْعَصبِيةَ جَب اَإلِسْلاَمِ İslâm, uhuvvet-i İslâmiyeye münafi olan kavmiyyet davasını men’ eder.
Esasen bu, tarihe ait bir şeydir.. Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslâmdan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir. İslâmiyyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-u İslâm aleyhine olarak menfî surette intibah hâsıl etmesini kabul edemez.
Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on kişiden ibaret!.. Hakiki Kürdler kimseyi kendilerine vekil-i müdafi’ olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Meb’ûsân-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir. Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, Ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürdlerin serbesti-i inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Bogos Nobar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye düşünür.
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler. Seyyid Abdülkadir Efendi’nin beyanat-ı ma’lumesine gelince: Bu hususta şimdilik bir şey söyleyemem. Bununla beraber, bu beyanatın tahrif edilip edilmediğini bilemiyorum”.
Mesele bununla da kalmamış; Kürd ulemâ ve meşâyihi Şeyhülislâmlığa çektikleri telgraflarla bu hareketi tel’în eylemişlerdir.2 Vatan-ı İslâm’ın bölünmesine karışanlar hakkında acaba Seyyid Abdülkadir ne diyor? Sorusunu soran gazeteciye, Seyyid Abdülkadir’in “Ermeniler altı vilâyetin kendilerine verilmesini istediler. Biz de buralarda çoğunluk Kürdlerdedir; bize muhtariyet verin” haberini tekzip etmemiştir. Bunun üzerine, Meclis-i Umumî’deki Kürd Milletvekilleri, bunun anayasal bir suç olduğunu söyleyerek kendisini protesto eylemişlerdir. Baban-zâde Ahmed Naim ise Mecliste yaptığı konuşmada şu müskit cevabı vermiştir:
Şerif Paşa ile Nobar arasındaki ittifakı hayretle karşılıyorum. Kürd Milleti adına bunu söyle- me yetkisi mevcut değildir. Kürdler Hz. Ömer zamanından beri câmi’a-i İslâmiye arasına girmiş ve İslâm’ın kılıcı ve kalkanı olmuştur. Osmanlı hâkimiyetine de kendi istekleriyle girmişler ve kendi istekleriyle de çıkmıyorlar. Bin senedir Türkler ile kardeşçe yaşamışlardır.
Buarada, Beyazıt(Ağrı) Mebusu Dursun Ağazâde Mehmed Şefik Bey’in (ŞefikBaydar’ın), o zamanki Osmanlı Meclisinde kürsüye çıkarak şu haykırışına neden olmuştur:1
1- Kürdler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren bütün mevcudiyeti ile Türk kardeşleri ile elele vermiş ve bu güne kadar yekdiğerinden ayrılmamak suretiyle yaşamışlardır. Bizler dinimizin bağları ilebirbirimize bağlıyız. Doğu Vilayetlerinin nüfusunun yüzde doksan beşini çoğunluğunu oluşturan bu muazzam Müslüman kitle içinde Türk ve Kürd’ün hiçbir farkı yoktur. Aralarında ayrı gayrı yoktur.
2- İslâmiyet, kavmiyet ve milliyetin çok çok üzerindedir. (İslâmiyet’te hiçbir kavmin diğerinden üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır)
3- Şerif Paşa nereden ve kimden izin almıştır? Hangi bir Kürd’ün vekâletine sahiptir? Şerif Paşa, Ermenilerle Kürd’lerin bir kavim olduğu iddiasında bulunuyor. Hiçbir Kürd, Ermeni olamaz, hiçbir Ermeni de, Kürd olamaz. Her ikisinin de ayrı ayrı milletler olduğu tarihlerden beri bilinir.
Seyyid Abdülkadir neticede yanlış davranışını kabul eylemiş Siverek Meb’usu Nakib’ül-Eşrâf Bekir Sıdkı Bey’in Beyânâtı Üzerine Padişah Memnuniyetini ifade etmiştir (Tasvîr-i Efkâr, Sy. 3014, 16 Mart 1920)
4- Şerif Paşa emin olmalıdır ki, kendisinin verdiği bu kararı her Kürd, lanetle ve nefretle yüzüne çarpacaktır. Şerif Paşa sırf kendi namı ve hesabına bir anlaşma düşünüyor. Fakat bendeniz, Kürdler namına söz söylüyorum. Temsilci ve vekilleri olduğum Beyazıt sancağında meskun bulunan Celali, Ademan’lı, Zilan’lı, Sıpkan’lı, Hayderan’lı, Serah’lı, Cibran’lı, Camedan’lı aşiretleri ve bunlara mensup binlerce kabile ve yüz binlerce Kürdün temsilcisi sıfatı ile söylüyorum ki, Şerif Paşa’nın bu kararını kabul edecek hiçbir Kürd yoktur.
5- Şerif Paşa’nın bu kararı, haysiyet ve din duyguları dağlar kadar muazzam olan Kürd’lerin, lanetle red edecekleri bir karardır. Yine bu asil kavme izafeten söylüyorum ki, Kürd aşiretlerinin hilâfet ve saltanattan ayrılmaya katiyen iltifat etmeyeceklerini, böyle bir şeyin hatır ve hayallerine bile getirmeyeceklerini beyan ile temin ediyorum. Bu asil kavim ki, Rus Çarlığı’nın Dünyayı dehşetle korkuttuğu zamanlarda dahi her türlü fedakârlık göstererek İslâmi Camia’dan ve saltanat ve hilâfetten ayrılmadılar. O yiğit cengaverler ki, son harpte Rusların her türlü iltifat ve kandırmacasına kapılmayarak vatanlarını adım adım savunarak destan olacak kahramanlıklar göstererek ve toprakları üzerine kanlarını akıtarak, milyarlarla mal ve servetlerini feda ederek, dâhili Osmani’yeye hicrete mecbur ve bin türlü sefaletle zarurete düştüler. Yine o Aslanlardır ki, Ağrı Dağı’nı ve Zilan deresini tutarak Ruslar’ın yenilgisine kadar Ruslar’a teslim olmadılar, savunmada sebat ettiler.
6- Evet, Kürd aşiret ve kavimlerinin bazı talepleri vardır. Kürdler ne ister? Kürdler; bulundukları yerdeTürk kardeşleri ile birlikte medrese ve mektep ister. Yol ister. Adâlet ve mali yardım ister. Bu da hakkıdır. Fakat bunu başka taraftan değil, makam-ı Devlet’ten ve Yüksek Meclis’inizden ister. Bu taleplerin de zamanını bilir.
7- Kürdlerin bugün ve gelecekte yegâne istediği şey, bütün varlığı ile saltanat ve hilâfete bağlı kalmaktır. Bu bağlılığı da hiçbir tesir ve kuvvet bozamayacaktır.
Bedîüzzaman bununla da kalmamış ve bazı Kürd âlimleriyle birlikte şu tarihî protestoyu de imzalamıştır. Evvela İkdâm Gazetesinin konuyla alakalı takdimini verelim:
KÜRDLER VE OSMANLILIK
Şerif Paşa’nın Ermeniler ile İtilâfı; Kürdler’in Hiddet ve Galeyanı
Paris’de bulunan Şerif Paşa’nın Bogos Nobar Paşa ile Kürd milleti nâm ve hesâbına olarak
akdetdiği itilâf hakkında yazmış olduğumuz baş makalede bu itilâfın ciddî ve hakiki olamayacağı fikir ve kanaatini dermeyân etmiş idik. Zira her zamân, merd ve necîb Kürd milletinin câmi’a-i Osmâniye’den iftirâk etmeyi aslâ hatırından ge- çirmediğini ve Hilâfet’e dâimâ merbût kalmak fikir ve emeli perverde eylediğini, o kavmin şimdiye kadar gösterdiği harekât ve sekenâtdan tamâmen anlamış idik.
Fi’l-hakika makalemizin intişârı üzerine birçok Kürd mu’teberânı idârehânemize gelerek Şerif Paşa’nın itilâfı, umûm Kürd milletine izâfe edilemeyeceğini ve Şerif Paşa’nın böyle bir itilâf akdine aslâ salâhiyetdâr olmadığını beyân eylemişlerdir.
Şehrimizde sâkin Kürd ricâlinden bu itilâfı protesto yolunda birçok muharrerât vârid olmuşdur. Bunlardan birini ber-vech-i zîr aynen derc ediyoruz.
İkdam Ceride-i Muteberesine!
Evvelki günkü gazeteler, Paris’de Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Bogos Nobar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir i’tilaf akd edildiğini yazarak, Kürd efkâr-ı umumiyesinden istizahatta bulunuyorlardı.
Dörtbuçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin fedakar ve cesur hâdim ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî ananesine sadakati gaye-yi hayat bilmiş olan Kürdler; henüz beşyüzbine karib şühedasının kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürlerle anarken; İslâmiyet’in zararına olarak, tarihî ve hayatî düşmanlarıyla i’tilafı akdetmek suretiyle; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler.
Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına delalet buyurulmasını muhterem gazetenizden istirhamediyoruz.
Sadat-i Berzenciye’den Dava Vekili Ahmet Arif | Hizan Sadat-ı Kiramından İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık | Ulema-i Ekrad’dan Said-i Kürdî1 |
Bu arada Şeyh Hazret Ziyaüddin’in de aralarında bulunduğu Şark Ulemâ ve Meşâyıhının
Sebîlürreşad Mecmuasına gönderdikleri şu beyânât da çok önemlidir:
Bu kısa bilgilerden sonra, Osmanlı Devleti’nin son döneminde çıkan ve Kürdler tarafından yayınlanan gazete ve dergilere de dikkat çekelim.
Sebîlürreşad Mecmû’a-ı İslâmiyesine;
Mukaddes başşehrimiz İstanbul’un milletlerarası camiada sıkıntılar içinde olduğunun farkındayız ve varlığımızı uğruna feda etmeye hazırız. İslâm’ın ruhu olan ve hem kudsî ve hem de örfî değerlerimizi taşıyan bu vatan için başlarımızı gövdelerimizden ayırmaya kalkanlar muvaffak olmasın; Müslümanların kanı denizleri boyasın.
Var oldukça İslâmî ve tarihî haklarımızdan ferağat etmeyeceğimizi arz ederiz. Kürdistan Şeyhlerinden Hazret Zıyâüddin
Garzan Şeyhlerinden Şeyh Mahmud Ulemâdan Celal
Ulemâdan Reşîd
Garzan Ümerasından Şeyh Hasan Bahri Ümeradan Hacı Fettah Paşa-zâde
Şah ve Şikunan Aşiret Reisi Resul Piregân Aşireti Reisi Cemîl Yabusi Aşireti Reisi İsmail
21 Cemâziyelâhir 1338/12 Mar 1910.1
Yurdun pek çok yerinde Kürd alim ve reisleri bu tarz fikirlerini açık bir şekilde ifadeediyorlardı. Van ileri gelenleri adına yayınlanan bildiri muhteva itibarıyla Bedîüzzaman’ın daha evvel yayınlanan mektubuna bir tasdik niteliğindeydi:
Kürd Rüesâ-yı Mümtazesi Tarafından Gönderilmiştir: Kıymetli bir Vesika-i Uhuvvet Bedhâhların Yüzleri Kızarsın
Vilson Prensibi üzere bazı bedhâh yaygaracılar tarafından uyandırılmış olan Kürdistan dâiyyesinden henüz feragat edilmediğine dair pek geç vakit aldığımız malûmat bizi bu bâbdaki muhitimiz efkârının kat’i ve muhtasar bir lisânla arzına ve bu saha üzerinde koşmakta olanların çıkmaz yola sapmış olduklarını izaha sevk etti. Van Kürdleri bütün Vilâyât-ı Şarkiye efkârına tercüman olamaz. Şu kadar diyebiliriz ki Van Vilâyeti ahâlisi umûmiyyet üzere gerek Kürd addedilsin ve gerekse Türk sayılsın bu iki millet Kadisiye Muharebesinden başlayan on üç asırlık bir tarih, bir din, bir ırk ve bir âdet ile birbirine bağlı ve gayr-ı kabil infak, müşterek bir hayat-ı iktisâdiyeye mâliktir. Bu iştirak ve alâka ile müftehir vememnûn olan Kürdleri Arnavut ve Araplara benzetmek ve Camia-yı Osmaniye’den birer suretle ayrılmakla millet ve hissiyât-ı ictimâiyye ve inkişâfiyyelerini Düvel-i İ’tilâfiyye’nin zîr-i pây-ı ihtirâsatina esir veren sâir kâbâil-i İslâmiye’nin isrini ta’kib ecek kadar câhil ve budala Kürd’ü bu havalide aramak bir nev’-i cehalettir.
Bu gibi vâhî mefkurelerin bazı nifakçı ve menfaat-peres siyasîlerin, Kürdlüğün istiklâl ya muhtariyetiyleuğraşacaklarına onların terakki ve inkişâfına masdar olacak yeni muvafık usul-i idareler tesisiyle iştigâleylemiş olsalar daha salim neticelere destres olurlar.
Badema memleketin ahvâl-i ruhiye ve ictimâ’iyesine tamamiyle mutabık ve vakıfane bir idare tesis edeceği kat’i surette me’mûl bulunan Hükûmet-i Osmaniye’den daha adil bir hükümet, Hilâfet-i İslâmiye’den daha kavî bir istinâdgâh ve Türklerden daha munis ve müşfik bir vatandaşa Küre-i Arzda tesadüfedilemeyeceğine kanaat getiren Kürdler mukadderatını, maksat uğrunda didinen kimselere ve Kürd Teâvün Kulübüne hukuk vekilliği bahşine cesaret edemeyeceğini cihan siyâsetinin sem’-i ıttılâ’ına isâli en mühim vezaif-i milliyesinden sayar ve bu tarihten sonra bu esâs dâhilinde vekil-i mutlakı olarak Ankara’da Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Heyet-i Temsiliyesi ile İrâde-i Milliye Gazetesini veya naşir-i efkârı olarak Dersaâdet’te Tasfir-i Efkâr Gazetesini tanır.
Van’ın Mübkî Beylerinden Mutı’ullah Geradi Aşireti Reisi Lezkî
Kürdî Aşireti Reisi Cafer Mamhorân Aşireti Reisi İsmail
Eyun Aşireti Reisi Hüseyin Kareki Aşireti Reisi Derviş
Oraz Aşireti Reisi Simo Dilân Aşireti Reisi Kulihan
Dilan Aşireti Reisi Dursun Dilan Aşireti Reisi Hasan
Cidaranlı Aşireti Reisi Yusuf Cidaran Aşireti Reisi Emin Kuoli Aşireti Reisi Kulihan
Şemseki Aşireti Reisi Ömer Yörüklü Aşireti Reisi Ali
Sülale-i Abbasiye’den İhsan
Dir Aşireti Reisi Rustem Çölemelikler ve Ergiri aşairi namına Abdullah Şeyh Hamidpaşazâde Abdullah Kubanlı Ali
Biremanlı Reis Hasan Nakuri Aşireti Reisi Sultan.1
Netice itibariyle 8 Haziran 1919 tarihinde Diyarbakır Vali Vekili Mustafa Bey, 9.Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çeker. Telgrafında bazı gençlerden oluşan Kürd Cemiyeti’nin İngiliz koruyuculuğunda bir Kürdistan kurma düşüncelerini yanlarında bulunan Süleymaniye siyasî hâkimi (İngiliz subay) Mr. Noel ile birlikte propaganda etmeleri üzerine halk arasında tepkiler oluştuğunu, bu durumun cemiyetler kanununa aykırı bulunduğunu ve cemiyetin kapatılarak haklarında yasal kovuşturma başlatıldığını yazar.
14 Nisan 1925’te Şeyh Said ve 47 arkadaşı içinde Seyyid Abdülkadir de tutuklandı, yargılandı ve asıldı.
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz