Nurdan Haber

İnsan ve Şükür

İnsan ve Şükür
18 Haziran 2018 - 9:36

Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı GÖKSU

 

İnsan bir şükür fabrikası olması gerekmektedir. Çünkü hadsiz nimetlerle kuşatılmıştır. Bu nimetlere şükrü gerektirir. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olursa, insan kendisine yapılan en küçük bir iyiliğe karşı teşekkür ederse, tabii ki hadsiz nimetleri verene karşı da şükür etmek mecburiyetindedir. Şükür nimeti artırır.

İnsan görüyor ki, bir ikram edici bir zat, maddî ve manevi nimetlerin lezizleriyle onu donatıyor. O insan da, ona mukabil, fiiliyle, haliyle, konuşması ile hatta elinden gelse bütün duygularıyla, cihazlarıyla şükür ve Allah’a hamd, medih eder.

Her musibette, belada bir nimet yönü vardır. Ey musibete maruz kalan kişi, Musibetin içinde bir nimet konmuştur. Dikkat et de onu gör. Nasıl her şeyde sıcaklık derecesi vardır. Her musibette bir nimet derecesi vardır. Musibetin daha büyüğünü düşün. Küçük musibetteki nimet noktasından Allah’a çok şükür et. Yoksa büyütmekle, abartmakla ürkersen, “Of, of”la üflersen, o da aksine şişer. Sonra şişer de dehşetlenir. Eğer merak edersen, musibet ikileşir. Eğer kurtulmak istersen merak etmemeye çalış. Yoksa musibetin kalpte olan misali, döner hakikat olur. Hakikatten ders alır, sonra döner kalbini tokatlamaya başlıyor.

Lehül hamdü yani Hamd ve senâ, medih ve minnet Allah’a mahsustur, Ona lâyıktır. Demek nimetler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar. Hazine ise daimîdir. İşte şu kelime (Lehül hamdü) şöyle müjde verip diyor ki:

Ey insan! Nimetin yok olmasından elem çekme, üzülme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin yok olmasını düşünüp o elemden feryat etme. Çünkü o nimet meyvesi, bir nihayetsiz rahmetin meyvesidir. Ağacı baki, sonsuz ise, meyve gitse de yerine gelen var. Nimetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir rahmetin iltifatını hamd ile düşünmeliyiz. Böylece lezzeti, birden yüz derece yapabiliriz. Nasıl ki, bir şanlı padişahın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde, yüz, belki bin elmanın lezzetinin üstünde, bir padişahın iltifatı olması lezzetini sana hatırlatır ve ihsan eder.

Öyle de, “Lehül hamdü” kelimesiyle, yani hamd ve şükürle, yani nimetten nimet vereni hissetmekle, yani Hakiki nimet veren Allah’ı tanımakla ve nimeti düşünmekle, yani Onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve nimetinin devamını düşünmek gerekir. Böylece nimetten bin derece daha leziz, manevi bir lezzet kapısını sana açar.

Evet, varlıkların hiçbir cihette Vücudu vacip olan Allah’a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile verdiği vücut mertebelerinin hakkını eda etmektir. Çünkü verilen bütün vücut mertebeleri vuku bulan, olandır. Birer illet, sebep ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkanda kalandır. İmkanlar ise yokluktur, hem sonsuzdur. Yokluklar ise illet-sebep istemezler. Sonsuza sebep olamaz.

Mesela madenler diyemezler: “Niçin bitki olmadık?” Şikayet edemezler; belki madenlik vücuduna sahip oldukları için, hakları Halk edici Allah’a şükür, minnettarlıktır.

Bitkiler, “Niçin hayvan olmadım?” deyip şikayet edemez. Belki, vücut ile beraber, hayata mazhar olduğu için, hakkı şükür, minnettarlıktır.

Hayvan ise, “Niçin insan olmadım?” diye şikayet edemez. Belki, hayat ve vücut ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve bunun gibi, kıyasla.

Ey şikayetçi insan! Sen mevcut olmayan, yok olan olarak kalmadın, vücut nimetini giydin. Hayatı tattın, cansız kalmadın. Hayvan olmadın. İslamiyet nimetini buldun, sapıklıkta kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün. Ve bunun gibi örnekler çoğaltılabilir. Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakkın sana verdiği sırf nimet olan vücut mertebelerine mukabil şükretmeyerek, imkanlar ve yokluklar nevinde ve senin eline geçmediği ve sen layık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, doğru olmayan bir hırsla Cenâb-ı Haktan şikayet ediyorsun ve Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği nimetleri bilmiyor ve hürmetsizlikte bulunuyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi yüksek dereceli bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım?” diye şikayet ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete (Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği nimetleri bilmemek ve hürmetsizlikte bulunmaya) düşer, ne kadar büyük delilik eder; deliler dahi anlar.

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şikayetçi, gafil insan!

Kesin olarak bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, zararlı bir nankörlüktür. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir hürmet etmektir.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir küçümsemektir.

Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış.

Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr-Çok sabır gösteren” de ve sabır iste, hakkına razı ol, şikayet etme. Kimden kime şikayet ettiğini bil, sus. Herhalde şikayet etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şikayet et; çünkü kusur ondadır.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )