Nurdanhaber – Haber Merkezi
Suriye’de hangi ülke savunmada kalırsa o kaybedecek.
Irak’ta hangi ülke savunmada kalırsa o da kaybedecek.
Musul’dan ve Halep’ten uzak duran, uzak tutulan, bu uzak tutulmayı boşa çıkaramayan ülke, yine kaybedecek.
Birinci Dünya Savaşı sonrası ilk harita şekillendi, coğrafya yeniden biçimlendirildi. Bugün ikinci kez harita şekillenirken, coğrafya yeniden kurulurken hangi ülke geride kalırsa, eksik kalırsa, hangi ülke kendi geleceğini başkalarının inisiyatifine terk ederse o kaybedecek.
Üstelik bu kayıp, sadece etkinlik kaybı ile değil, ülkenin parçalanması, sınırlarının değişmesi hatta ülkenin tamamen çökmesi ile sonuçlanacak.
O birkaç saat büyük oyunu boşa çıkardı
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı sonrası paylaşıma, bilinen en zayıf, en olumsuz şartlarla girdi. Sadece kendini koruyabildi, ayakta kalabildi. Bölgesel statüko tamamen Türkiye’nin ve coğrafyada yaşayanların aleyhine şekillendi. Garnizon devletler inşa edilip yüz yıllık sömürge düzeni kuruldu.
Aynı Türkiye bugün yani coğrafyanın ikinci kuruluş döneminde bilinen en güçlü halini yaşıyor. Coğrafyanın en güçlü devleti, dünyanın da en güçlü devletlerinden biri. Bu gücü 15 Temmuz saldırısını bir kaç saat içinde geri püskürterek de kanıtladı. Çünkü o saldırı, çokuluslu bir saldırıydı, tamamen Türkiye’yi çökertmeye ayarlıydı.
O birkaç saatte Türkiye, sadece kendini değil, bütün coğrafyayı paramparça edecek bir planı boşa çıkardı. O birkaç saat, Türkiye’nin çöküşüyle sonuçlanabilir, ülkenin parçalanmasına kadar varabilir, coğrafyada ayakta tek bir ülke kalamayacak ölçüde sarsıntılara yol açabilirdi.
Verdiğimiz kararlar yüzyılları değiştirecek
Çünkü biz biliyoruz ki, Türkiye ayakta kaldıkça bölgesel ölçekte hiçbir harita uygulanamayacak. Türkiye güçlü kaldıkça, Irak da Suriye de parçalanamayacak. Türkiye parçalanmadan o büyük hesap hiçbir şekilde uygulanamayacak. Bunu bizim bildiğimiz kadar onlar da biliyor ve bu yüzden doğrudan Türkiye’yi hedef alıyorlar.
Nasıl bir mücadelenin içinde olduğumuzu, nasıl bir direniş sergilediğimizi, bu hesaplaşmanın sadece Türkiye değil, coğrafya savaşı olduğunu çok iyi bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki, bugün attığımız adımların yüzyılları değiştireceğinin idrakine varalım. Bilmeliyiz ki, bugün nasıl cesur kararlar alma sorumluluğumuz olduğunu, bunların bir macera olmadığını, tarih değiştirecek kararlar olacağını bilelim.
Bizi Rusya ve İran’la savaşa sokacaklardı
Türkiye, Fırat Kalkanı ile ilk kez milli bir atılım gerçekleştirdi. Bölgesel güvenlik, Türkiye’nin güvenliği, terörle mücadele, Suriye ya da Irak gibi meselelerde sadece içinde bulunduğumuz ittifak ilişkilerine güvenerek yıllarımızı harcadık. ABD dedik, NATO dedik, Avrupa Birliği dedik ve Türkiye’nin milli reflekslerini geri plana ittik.
Biz onlara inandıkça, güvendikçe, etrafımızdaki çember daraldı, çevremizdeki ülkeler paramparça oldu, onların yönettikleri terör örgütleri yüzünden insanlarımızı, kaynaklarımızı, yıllarımızı kaybettik. Bir de baktık ki, savaş evimize servis ediliyor, Türkiye’yi Suriyeleştirme planları devreye alınıyor. Bizi hem terör örgütleri üzerinden diz çöktürmek istediler hem de Rusya ve İran’la savaşa sokmaya çalıştılar.
Bir yıl önce yapmamız gereken Fırat Kalkanı operasyonunu bir yıl gecikmeyle bile olsa yapmasaydık, bir daha yapamayacaktık. Akdeniz kıyısından Irak sınırına kadar ülkemizi kuşatma, çevreleme planı tamamlanmış olacaktı. Aynı kuşağı Irak sınırlarında da oluşturacaklar, Akdeniz’den İran sınırına kadar Türkiye ile güney arasına bir terör duvarı inşa etmiş olacaklardı. Anadolu’da boğma planıydı bu. Çünkü, bu hat tamamlanır tamamlanmaz Türkiye’ye açık saldırılar başlatılacaktı.
3 Fırat Kalkanı daha ve Musul müdahalesi
Oyunu şimdilik, dar bir bölgede de olsa bozduk. Terör koridoru kesintiye uğradı, o kuşatma yarıldı. Ama onların planı bu kuşağı İran sınırına kadar uzatmaksa, bizim de Fırat Kalkanı ile yetinemeyeceğimiz gerçeği ortadadır. Cerablus’ta olduğu gibi Suriye topraklarından en az iki, Irak topraklarında da en az bir yarma harekatı daha yapma zorunluluğu ortadadır.
Mesela Afrin’den, Tel Abyad’dan benzer yarma harekatı yapılmalıdır. Musul meselesinden bizi uzak tutmaya çalışanlara karşı Irak topraklarında Tel Afer’e, Musul’a kadar derinliğe inecek müdahale alanları düşünülmelidir. Bu, bazılarına oldukça korkutucu gelebilir, savaş çığırtkanlığı gibi görünebilir. Ama en geç bir yıl içinde bunun ne büyük zorunluluk olacağı, yapılmaması halinde çok büyük fırsatların kaçacağı, kaçan her fırsatın da Türkiye’ye çok ağır maliyetlerinin olacağı düşünülmelidir.
Onlar Akdeniz’den İran sınırına kadar kuşatma planı yapmışlarsa biz de aynı hatta sınırın güneyinde kendi güvenlik kalkanımızı oluşturmak zorundayız ve bu bizim için artık bir meşru müdafaa hakkıdır. Yani, kuşatma hattını savunma kalkanına dönüştürmek zorundayız.
Erdoğan’ın sözleri ve “milli” savunma
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, son iki haftadır yaptığı bütün konuşmalarda bu eğilimleri görüyorum. Cümlelerini sorgularken, ifadelerini anlamaya çalışırken, verdiği mesajları değerlendirirken bu gerçeklerin izini görüyorum. Yeni milli savunma konsepti çerçevesinde bundan sonra neler olabileceğini öngörmeye çalışıyorum. Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana ilk kez böylesine bir pozisyon alıyoruz ve bu, tamamen Türkiye’nin gerçeklerine göre biçimlenmiştir.
Çünkü bu, bir ülkenin öz savunma hamlesidir ve öz savunma asla bir başka ülkeye, ittifak ilişkilerine devredilemez. Ki, böyle bir ittifak ilişkisi de kalmamıştır çünkü Türkiye doğrudan o ittifak ilişkileri tarafından vurulmakta, coğrafya yine onlar tarafından Türkiye’ye karşı kışkırtılmaktadır. Bir kere daha ifade edelim ki, Türkiye’ye yönelik ana tehdit müttefiklerden gelmektedir. 15 Temmuz bir müttefik saldırısıydı. Bu ülkeye diz çöktürme denemeleri bu yüzden sürecek, Türkiye teslim olmadıkça tehdit aynı adreslerden gelmeye devam edecektir.
İki şehrin kimliği ve mezhep savaşı
Musul’a yönelik ABD operasyonunda Türkiye’yi dışarıda tutma planının altında derin bir hesap yatmaktadır. Onlar bizi Suriye ve Irak’ın dışına atmak istiyorlar, hesaplarını ona göre yapıyorlar. Bunu yaparken de, kafamızı kaldırıp müdahil olamayalım diye FETÖ ile PKK ile içeride meşgul ediyorlar. Bu yüzden FETÖ’ye ve PKK’ya karşı verilen mücadele bir istiklal mücadelesidir, dış müdahaleye karşı ülke savunmasıdır.
Musul ve Halep, bu iki şehir coğrafyanın kaderinde çok önemli roller üslenecek. İki şehrin kimliği, kişiliği, özgürlüğü coğrafyanın özgürlüğü ile birebir ilgili olacak. İki şehir üzerinden kimlerin denetim kurduğuna dikkat edilmeli. Herhangi bir “yabancı”gücün bu iki şehri denetim altına almasının sonuçları ölümcül olabilir. Artık ülkelerin bile önüne geçebilen şehir kimliklerinin, tarih yapıcı gücü ihmal edilmemelidir.
ABD ve çoğu terör örgütünden oluşan ortakları Musul üzerinden çok tehlikeli bir oyun tezgahlıyor. Tamamen mezhep çatışmasına ayarlı bir müdahale seziliyor. Mesele artık DAEŞ değildir. DAEŞ verilen rolü oynanıştır ve sahneden çekilme vakti gelmiştir. DAEŞ sonrası Musul hesapları önemlidir, oyun buna göre kurulmaktadır. Şii gruplarla, İran eksenindeki Bağdat yönetimi ile ve PKK ile birlikte yapılacak bir müdahale, mezhep çatışmalarının fitilini ateşleyebilir.
İşgalden daha büyük tehlike..
Belki de Irak işgalinden sonraki ikinci aşamaya geçiliyor. Mezhep çatışmaları üzerinden uygulanacak jeopolitik plan devreye alınıyor. Eğer öyleyse, Irak işgalinden çok daha vahim sonuçlarla yüzleşeceğiz demektir. ABD’nin bölgeye yönelik bütün müdahaleleri ayrıştırma ve çatıştırma üzerine kuruludur. Bu bazen etnik bazen mezhep kimliği üzerinden servis edilir. Bu sefer mezhep kimliği, bölgesel ölçekte bir nükleer bombayı ateşlemek için harekete geçiriliyor olabilir.
Türkiye’yi dışarıda tutma hesaplarının sebebi bu da olabilir. Zira Türkiye, bölgesel ölçekte mezhep çatışmalarının önüne geçecek ya da onu dar bir alana hapsedebilecek tek ülkedir. Bu küresel plana engel olması bile Türkiye’ye saldırı gerekçesi olabilir. Ancak Türkiye’nin eli sanıldığından daha güçlüdür. 1926 ‘daki hesapları bir tarafa bıraksak bile, sadece bugünkü gelişmeler Türkiye için müdahale gerekçesi oluşturuyor. Bölgedeki Sünni Arapların ve Türkmenlerin daveti müdahale için meşru bir gerekçe oluşturmaktadır. Özellikle Tel Afer, doğrudan Türkiye’nin sorumluluk hissettiği bir bölgedir ve Tel Afer’e yönelik bir tehdit açık müdahale gerekçesidir.
Ani, şaşırtıcı, oyun bozucu müdahale
Yeni milli savunma doktrini çerçevesinde ani, şaşırtıcı ve birçok bölgeden Suriye ve Irak topraklarına derinlemesine girip, bu küresel oyunu bozmak zorundayız. Bu müdahaleler hem o ülkelerin toprak bütünlüğü hem Türkiye’nin savunulması için ihmal edilemez ve ertelenemez bir gerçekliktir. Bugün bazılarına âfâkî gelse de bir yada birkaç yıl içinde bunların ne kadar hayati önemde olduğu anlaşılacak ancak bazı şeyler için çok geç kalınmış olacaktır.
Bu yüzden, en az üç bölgeden daha Fırat Kalkanı benzeri operasyon gereklidir. Bu yüzden, ABD istemese de, Bağdat ya da Tahran istemese de Musul ve çevresine müdahale için Türkiye’nin kendi şartları ve gerekçeleri öne alınmalıdır. Ortadoğu bataklığına çekilme söylemi, bir körleştirme söylemidir. Türkiye bunları yapmazsa, müdahale etmediği her bölge Türkiye içlerine müdahale alanı haline gelecektir.
Akdeniz’den İran sınırına kadar kendi savunma kalkanımızı oluşturmak zorundayız. Türkiye’yi koruyacak ve bölgesel oyunları boşa çıkaracak tek strateji budur.
Büyük hesap: Güney’de Mekke, Kuzey’de İstanbul
Savunmada kalmak ölümdür. Coğrafyamızdaki hiçbir ülke, savunma anlayışı ile ayakta kalmayı başaramayacaktır. Uluslararası sistem, coğrafyanın şartları o kadar agresifleşti ki, tehdidi sınırları dışında durduramayan, dışarıda savunma kaleleri oluşturamayan her ülke parçalanacaktır.
Dikkat ederseniz, bu yüzden hemen her ülke, hızla ileri adımlar atmaya çalışmaktadır. Türkiye’ye yönelik yıpratıcı saldırılar açığa çıkmışken, savaşı evimize taşımaya ayarlı irade kesinleşmişken bize düşen savaşı evimizden uzağa taşımaktır. Üstelik biz, Suriye ve Irak’ta bir yabancı güç değil, evinde mücadele eden ülke olarak var olacağız.
Bu yüzden Musul-Halep hattı bizim için yeni güvenlik haritasıdırve bu yüzden bu hat çerçevesinde müdahale alanları için hazırlık yapılmalıdır.
Kimse bugünün şartlarını basite almasın, münferit, dar kriz bölgeleri olarak algılamasın. Ayak izlerini iyi takip edin, nerelere gideceğini iyi görün. Bugünkü kriz ve kaos, tahminimizden daha kısa süre içindeGüney’de Mekke’yi, Kuzey’de İstanbul’u hedef alacaktır.
Büyük hesap budur.
Yazan: İbrahim Karagül
Kaynak: Yeni Şafak