Oruç, diğer ibadetlerden çok farklı.
Gerek mahiyeti, gerek süresi, gerekse insan ve hayat üzerindeki işlev ve etkileri bakımından diğer ibadetlere benzemiyor oruç.
Oruç ayı Ramazan’ın İslâm’ın özü ve özeti olması, orucun nev-i şahsına münhasır bir ibadet olmasını sağlıyor.
Sarsıcı ama sarıp sarmalayıcı bir ibadet oruç.
Hayata müdahale ediyor, hayatın akışına müdahale ediyor, bütün alışkanlıklarımıza müdahale ediyor, hayat düzenimizi durduruyor ve her şeyi silbaştan kurduruyor…
“Simülasyona hayır” diye oruç.
Bu, çağın insanını sarsacak, silkeleyip kendine getirecek bir meydan okumadır çağa. Hele de simülasyonlar, ayartılar, imajlar, görüntüler çağına!
Evet, oruç “simülasyona hayır!” diyor. Bir insan orucu ya tutuyordur ya da tutmuyordur.
Oruç tutan, “Allah emrediyor, ben de ona itaat ediyorum, onun için aç, susuz kalıyorum, dünyevî, cismânî hazları terkediyorum, kendime yöneliyorum, kendime yönelerek Rabbime yönelmiş oluyorum.”
Oruç tutmayan, hele de milletin ortasında, hiç bir saygı göstermeden, hayanın nasıl yırtıldığını gösterircesine, açıkça ve açıktan ve de meydan okurcasına oruç yiyen kişi sanki Allah’a şöyle diyor gibidir: (Gibisi fazla aslında!): “Senin emrini dinlemiyorum. Takmıyorum seni!” diyordur.
İSTANBUL TERKETTİ ORUCU…
İstanbul orucu terketti bile.
Ruh sırra kadem bastı, gitti. Şehir çölleşti…
Biz İstanbul’a ölümcül darbeyi vurdukça, İstanbul’un ruhunu yok edecek cinayetlere imza attıkça, İstanbul’un o Medine’den süt emen ahlâk, kardeşlik, yardımseverlik gibi güzel hasletlerini kaybettikçe, kuşatıcı, kucaklayıcı, insanı sarıp sarmalayıcı o asil ama mütevazı mimarî dokusunu, kokusunu, yapısını ve ruhunu katlettikçe, İstanbul kahrından ölüyor kaç kez her Allah’ın günü, can çekişiyor…
Biz İstanbul’u katledince, terkedince, İstanbul da bizi terketti, orucu terketti…
Anadolu’yu dolaşıyorum… Anadolu oruçlu.
Ama İstanbul oruç tutmuyor… Ege orucu unutmuş çoktan..
Daha da tedirgin edici manzara şu: Ümraniye’nin merkezindeki kafeler vesaire tıka basa dolu. Hem de sözümona başörtülü tiplerle!
Hasta olabilir insan, rahatsız olabilir ama milletin gözünün içine baka baka oruç yemek en hafif ifadeyle edepsizliktir.
Hele de başörtülü kılıklı birilerinin bunu yapması olacak, anlaşılacak bir şey değildir!
Bu kadar yıl başörtüsü mücadelesini biz bunun için mi verdik?
Allah ıslah etsin bizi.
Hakikatten, istikametten ayırmasın.
ŞEHİR, ORUÇ TUTUYOR…
Anadolu’da durum böyle değil çok şükür.
Anadolu’nun bütün şehirleri oruçlu…
Geçtiğimiz hafta, Sakarya Serdivan ve Erzurum’da iftar sonrası sohbetlere katıldım.
Serdivan, Fikir ve Sanat Akademisi kurarak, belediyelerin kültür faaliyetlerinin nasıl olması gerektiğini gösterdi, bir model oldu bütün diğer belediyelere.
Serdivan’ın Çınaraltı Sohbetleri, konsept olarak da, muhteva olarak da güzel. Teravihden sonra yüzlerce yıllık bir çınar ağacının gölgesinde çaylar eşliğinde bir Ramazan akşamı muhabbeti gerçekleştiriliyor…
Hamid Balcı kardeşimi kutluyorum o güzel ve örnek çalışmalarından ötürü.
Sonra Erzurum’da aldım soluğu. Sevgili Muhammed Büyükgöz kardeşim havaalanından aldığında iftar ezanı okunmuştu. Şehir, güzelleşmişti, sükût sûretinde bir boyuneğiş, bir kendini yenileyiş vakitlerindeydi… Muhammed kardeşim, “şehir, oruç tutuyor…” deyiverdi birdenbire. Oruç, öylesine sinmişti ki, Erzurum’un havasına, suyuna, dokusuna, kokusuna, derviş şehir olup çıkıvermişti dadaş diyarı.
Yakutiye Medresesi’nde pürdikkat dinlenen bir konferans verdim. Tıpkı Serdivanda olduğu gibi, Yakutiye’nin içi de kitapçılarla doluydu…
Oruç ve Kitap.
Oruç, kitap ve muhabbet. Bir de ramazansa hele!
Şehir, oruç tutmazsa, o şehir ruhsuzlaşır, çölleşir, istiklalini yitirir, sömürgecilerin dışardan işgal edemedikleri bir ülke içerden, kolaylıkla zihnen ele geçirilir.
Şehir oruç tutuyorsa, ruh vardır orada.
Şehir oruç tutmuyorsa, zihnen işgal altındadır, ruhsuzlaşmış ve yardımseverlik, kardeşlik gibi hasletlerini yitirmiş demektir.
O şehir taş yığınlarından ibarettir, ruhsuz gürûhlardan yani.