Nurdan Haber

Yapboz Tablosunun İkinci Levhası

Yapboz Tablosunun İkinci Levhası
31 Mayıs 2018 - 23:50

YAPBOZ TABLOSUNUN İKİNCİ LEVHASI

HAYATA HAZIRLIK, YILDIZ VE GALAKSİLERİN YARATILMASI

Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? l Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. l (Mülk Suresi 3.ve 4. Ayetler)

Ayetlerinin de ifade ettiği gibi kainatın hiç bir köşesini intizamsız, gayesiz bırakmayan Rahman ve Rahim her şeye Kâdir Yüce Yaratıcı ilkel madde heyulâyı yarattıktan sonra heyulâdan yıldızları; yıdızlardan galaksileri; galaksilerden galaksi kümelerini yaratmıştır. Yaratılışın nihai gayesine giden yolda yıldızlara ve yıldız evrimine çok önemli bir görev yüklenmiş olduğunu görüyoruz. Bu görev, periyodik tablodaki elementlerin yaratılmasına vasıta olma görevidir ki, işte bu durum hiç bir şeyin tesadüfen var olmadığının apaçık bir delilidir. “İşte bu vaziyet bir Kadir-i Mutlak ve bir Hakim-i Rahim’in vücûb-u vücûduna ve vahtetine gâyet kat’i ve kuvvetli şehâdet eder.” [1]

Günümüzün seküler bilimsel bilgileriyle ortaya konan ilahsız yaratılışın yapboz tablosunu (modern mitoloji) bir müslüman gözüyle okumaya devam ediyoruz. İlkel hidrojen ve ilkel helyumdan ibaret diyebileceğimiz heyulanın yaratılması (birinci levha) ile başlıyan yaratılış serüveni şimdi, ilkel yıldızlar ve ilkel galaksilerin yaratılması (ikinci levha) ile devam etmektedir. Genişleyen evrende soğumaya yüz tutmuş heyuladan, gelecekte beklenen hayat sahibi canlıların yaşam alanları, bağ, bahçe ve tarlaları, meskenleri ile birlikte biyolojik vucutlarının inşasında gerekecek periyodik tablodaki elementlerin yaratılması Büyük Patlama (Big Bang) ‘dan insanın yaratılmasına kadar uzanan modern mitolojinin şekillenmesinde önemli ve kritik bir adımdır. Mevcut hidrojen ve helyum ile başlayıp, diğer elementlerin sentezlenebilmesi için sıcaklığı, yoğunluğu ve basıncı yeterince yüksek, gerektiğinde patlamalı, gerektiğinde sıcaklığı ve şartları ayarlanabilen ortamlara ihtiyaç vardır. Hidrojen ve helyumdan sonra demire kadar elementlerin füzyon reaksiyonları ile sentezlenmesine en uygun yerler sıcaklığı birkaç milyon dereceyi geçen, gerektiğinde yüzlerce milyon dereceye ulaşabilecek yıldızların içinde merkezlerine yakın bölgeleridir. Füzyona hazır koşulların sağlanabilmesi için önce yıldızların yaratılması, sonrasında karnında füzyon reaksiyonlarını taşıyacak yıldızların devamı anlamında, arıların kümelendiği arı oğulu gibi, yıldızların kümelendiği galaksilerin de yaratılması gerekmektedir.

GENİŞLEYEN SOĞUYAN KÂİNATTA İLK YILDIZ VE GALAKSİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Kâinatın ilk hamurunun (heyula) yaratılmasından sonra, kâinatın sıcaklığı yaklaşık ~100 Miyon derece civarındadır ve genişleme sebebiyle sıcaklığı hızla düşmektedir[2].  İlk yaratılış anından yaklaşık 250 bin yıl sonra kâinat sıcaklığının 3760 Kelvin (3760 – 273= 3487 °C) dereceye kadar düştüğü zamanı inceliyoruz. Bu sıcaklık bir eşik sıcaklıktır, çünkü daha düşük sıcaklıklarda hidrojen ve helyum çekirdekleri arasında serbest gezen negatif yüklü elektronlar pozitif yüklü hidrojen ve helyum çekirdekleri tarafından etkin şekilde yakalanmaya başlar. Etkin şekilde diyoruz çünkü, daha önce bu çekirdeklerden birisi bir elektronu yakalasa bile, serbest gezen enerjik fotonların etkisiyle, bu yakalanan elektron tekrar sebest hale geçiyordu. Sıcaklığın düşmesi ve kozmik genişleme fotonları daha çok etkiliyor, kâinatla birlikte genişleyen dalga boyları fotonların madde parçacıklarına göre daha hızlı enerji kaybetmelerine sebep oluyordu. Nihayet kâinat 370 bin yaşına geldiğinde, sıcaklığı 2970 Kelvin dereceye düştü ve foton-decoupling denen olay gerçeleşti; madde sıcaklığı ile ışınım sıcaklığı, öncesinde bir iken, artık ayrışmaya başladı. Artık, birlikte değil, madde kendi halinde, fotonlardan oluşan foton gazı kendi halinde enerji kaybediyor, yani soğuyordu.

Elektronların positif yükler tarafından yakalanması olayına astrofizikçiler tekrar birleşme (recombination) adını vermişler. Tekrar birleşme anından ilk yıldızların teşekkülüne kadar geçen süreye de kozmologlar “Karanlık Çağlar” (Dark Ages) adını vermektedir. Aslında burada karanlık sıfatı, yıldız ışığının olmadığı anlamındadır. Kozmik Mikrodalya Zemin ışınımı (KMZ) karanlık çağlarda ve öncesinde de vardır. İlk başlarda KMZ fotonları madde ile (özellikle elektronlar) etkileşim içindedir ve bu yüzden kainat opak, yani ışığı her yöne saçan koyu bir sis içindeymiş gibidir[3]. Elektronların mevcut hidrojen ve helyum çekirdekleri tarafından yakalanmasından (tekrar birleşme) sonra, fotonlarla etkileşime girecek serbest elektron kalmadığı için kâinat birdenbire fotonlara şeffaf hale geldi. Sis kalktı, ancak serbest fotonlar yüzünden hangi yöne bakarsanız bakın, sıcaklığı 2970 Kelvin derece kor halindeki bir ateşin parlaklığı kadar ışık her yerde vardır ve her yeri doldurmaktadır. Daha anlaşılır bir örnek vermek gerekirse söz konusu parlaklık Avcı (Orion) takımyıldızında Betelgeuse yıldızının parlaklığıdır. Hangi yöne, hangi doğrultuya bakarsanız bakın gündüz ortasında berrak bulutsuz gökyüzü görür gibi (kendinizi uzayda farzedin) sizi saran her yönünüzü kaplamış bir gökyüzü. Öyle bir göyüzü ki, her noktası Betelgeuse yıldızı gibi parlıyor.

Bu görünüş, 1965 yılında Penzias ve Wilson’un keşfettiği, Önce COBE, sonra WMAP, 2009 dan sonra PLANCK uyduları ile her seferinde daha detaylı incelenip, daha duyarlı ölçülen Kozmik Mikrodalga Zemin (KMZ) ışınımının o zamanlardaki görünümüdür. Gece ve gündüzün olmadığı o zamanlarda yaşayan insanlar olsaydı buna Kozmik Vizüel Zemin (KVZ) ışıması diyeceklerdi. Fotonların enerji kaybetmesiyle (ışınım sıcaklığının düşmesi) kâinat giderek karanlığa gömülüyordu. Örneğin,  kâinat ~50 Milyon yıl yaşına geldiğinde, gökyüzü parlaklığı, yani ışınım sıcaklığı o kadar düşmüştür ki, KVZ zemin ışıması, yerini KKZ (Kozmik Kızılöte Zemin) ışımasına bıraktı. Bu an kâinat sıcaklığının 140 Kelvin (-133°C) düzeyine düştüğü zamandır. Artık her yer ve her yön gündüz gibi değil göz gözü görmeyen karanlıklar içindedir. Göz gözü görmez diyoruz çünkü vizüel fotonlara hassas, KVZ yi görebilen insan gözü kızılöte fotonlarına hassas değildir, KKZ yi göremez.

Günümüz kozmolojisinin gözlemsel kanıtlarına göre ilkel yıldızların teşekkül edip ortaya çıkmaları kâinatın  ~50 Milyon yıl yaşına ulaşmasından sonradır. İlk galaksilerin teşekkülü ise kainatin 1 milyar yıl yaşını doldurmasından sonradır. İlk yıldızların teker teker ışımaya başlaması, zifiri karanlık basmış bir soğuk kış gecesinde (evlerin şeffaf olduğunu düşünelim) teheccüt (gece namazı) namazına kalkıp kandilini yakan insanlar gibidir. Önce bir tane, sonra bir başka yerde bir tane daha, hakeza, yavaş yavaş kandil sayısı artmaktadır ama bazısı bazısına göre daha parlak, bazıları uzaklık yüzünden belli belirsiz. Kâinat bir milyar yıl yaşına gelince, sanki kışın ortasında aslında Ramazan varmış ve teheccütten sonra sahura kalkan şehir ahalisi gibi, köyler ve şehirlerde her evde sahur hazırlığının başlaması gibi, etrafdaki köy ve şehirleri temsil edercesine gravitasyon (çekim) etkisiyle bir araya gelen yıldızların oluşturduğu galaksilerin ışıkları kâinatın her yerini aydınlatmaya başlamıştır.

Artık sistem kurulmuş, yıldızların içinde nükleer reaksiyonlara uygun ortamlar var edilmiş, ağır element[4] üretimi başlamıştır.

YILDIZ ve GALAKSİLERİN VAR OLMASINDA SEBEBLERİN ETKİSİ VAR MI?

Günümüz bilimsel bilgileriyle ortaya konan ilahsız yaratılışın yapboz tablosunu (modern mitoloji) okurken aslolan Müsebbibü’l-Esbâb’ı görebilmektir. Sadece sebepler açısından bakıldığında, bir yıldızın teşekkül etmesi, yani oluşması için, heyula adını verdiğimiz ilkel maddenin her ölçekte homojen ve izotropik olmaması gerekir. Kozmolojik boyutlarda homojen olsa bile, daha küçük ölçekte maddenin öbeklendiği, bulutlar gibi bir tane orada, bir tane burada şeklinde bulutlanmış olması gerekir ki, kendi çekim kuvveti ile bir arada kalabilen bulutlar meydana çıksın.

Gravitasyon yani kendi çekim kuvveti ile bir arada duran bulut kendi üstüne çökmez, çünkü çökmesini engelleyen bir iç basıncı vardır. İç basınç bulut sıcaklığının ve yoğunluğunun bir fonksiyonudur. Bu nedenle bulutun büyüklüğünü sınırlayan bir üst limit de vardır. Bulutun büyüklüğü bu limitin ötesine geçerse, çekim (gravitasyon) kuvveti iç basıncına galip gelir ve bulut çökmeye başlar. Bulutun çökmesi ısınması demektir. Çöken bulut ısınır ve etrafına enerji yaymaya başlar. Henüz tam teşekkül etmemiş, bulut halinde olan yıldızdan yayılan enerji çökme ile ortaya çıkan potansiyel enerjinin ısı enerjisine dönüşmesiyle karşılanır. Çöken bulutun  yaydığı ışık kırmızı ötesi dalga boylarında olduğundan başlarda görülmez. Çöken bulutun  merkezi o kadar ısınır ki, çökme ile artan iç basınç ve yoğunluk uygun olunca merkezde füzyon reaksiyonları başlıyabilir. Bu da bulutun ve dolaysıyla teşekkül edecek yıldızın kütlesine bağlıdır. Kütlesi yetmediği için yıldız olamamış cisimlere kahverengi cüce adı verilmiştir. Kütlesi Güneş kütlesinin %7 sinden büyük olan yıldızların merkezinde nükleer reaksiyonlar başlıyabilir. İlk nükleer reaksiyon hidrojen füzyonudur ki, helyum üretir. Füzyon ile üretilen enerji yıldızın yüzeyden kaybettiği enerjiye denk geldiği anda artık, çökme durmuş, yıldız teşekkülü bitmiş, astrofizik dilinde bir yıldızın doğumu gerçekleşmiştir denir.

Yıldızlar ışık yayarak hiç durmadan sürekli enerji kaybederler, ancak yıldızların enerji kaynağı sonsuz değildir. Kısaca özetlemek gerekirse yıldızlar da aynen yaşayan canlılar gibi, hayatlarını devam ettirecek kadar enerjilerini temin ettikleri müddetçe hayatta kalırlar. Bir yıldızın bulut halinden başlayıp ölümüne kadar olan geçirdiği süreçlere astrofizikçiler kısaca “yıldız evrimi (stellar evolution)” kelimeleriyle ifade ederler. Tıpkı bir canlı gibi nutfeden alakaya, alakadan et ve kemiğe, et ve kemikten mudğaya sonra organların şekillenmesi ve doğum, doğum sonrası bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, ihtiyarlık ve ölüm. Yazılarımızda evrim kelimesiyle kastettiğimiz budur. Biyologların anladığı gibi, bir türden diğer bir türün çıkması değildir. Yıldız evrimi canlıların yaratılmasına giden yaratılış serüveninde çok önemli bir aşamadır. Hayatın kendisi ve devamı için edviyeler, eczalar, ilaçlar hükmünde olan periyodik tabloda adı geçen elementlerin yaratılması yıldız evrimi süreçleriyle ortaya konmuştur. Yıldız evrimini ve hikmetini anlamadan yaratılış yapboz tablosunu (modern mitoloji) anlamak ve yorumlamak eksik olur, yarım kalır.

SEBEPLER FAİL OLMAZ!

Sebeplerin ötesini göremiyen, ateist bilim adamlarının yaptığı değerlendirme ve yorumların eksik kalması bu yüzdendir. Sebepler fail olamaz. Sebepler olsa olsa nizam-ı alemi anlayıp idrak edebilmemiz için her şeyi hikmetle yaratan, Müsebbibü’l-Esbâb olan Allah tarafından vaz edilmiş kurallar olabilir. Örneğin, evimizin bahçesinde bir elma ağacı istiyoruz. İstemek yetmez, irade ile sebeplere murcaat lazımdır. Elma fidanı bulacaksınız, bahçeyi ve toprağı hazır edeceksiniz, gübresini, suyunu, gerekirse ilacını zamanında vereceksiniz. Ancak sonrasında, bir kaç sene sonra, izn-i ilahi ile meyve vermeye başlıyan elma ağacının dallarına takılı olarak hazine-i rahmetten size hediye elmalar vucuda gelecektir. Aksi takdirde, hava, su, toprak, güneş, gübre vs diğer bütün sebeblerin sizi düşünme, ihtiyacınızın ne olduğunu bilme kabiliyeti ve iradesi yoktur ki sizin ihtiyacınıza cevap verebilsin.

Yıldız ve galaksilerin teşekkülü ve evrimi hayatın yaratılmasına hizmet ediyorsa, bu onların bilmesi, nihai amacı idrak etmesi ve istemesi sayesinde olamaz. Bu bir Vacib-ül Vucud, bir Hakîm-i Kerim, bir Rahman-ür Rahim’in ilmiyle, iradesiyle, hikmetiyle olabilir. Bu devasa camid cirmlerin bilmek, irade göstermek gibi kabiliyetleri yoktur. Modern bilim anlayışına göre, bilim sadece olayların hangi sebepler çerçevesinde nasıl olduğundan bahseder. Bu durumda, böyle bir sonucuy çıkarmak, bilimin değil, düşünebilen şuurlu insanların vazifesi olmak gerektir.

Bu yazının konusu kabaca şekillendikten sonra, tefekkürün yoğunluğu etkisiyle olsa gerektir, aşağıdaki dizeler dilimden döküldüler. Konunun kısa bir özeti gibi olduğundan bu yazının sonuna eklenmesini uygun gördüm.

Evrimleşir kâinat neden evrimleştiğini bilmez

Yıldızları ışıldar, neden yandığını bilmez

Yuva olmuş galaksiler, yıldızlardır yavruları

Kümelenmiş galaksiler, neden kümelendiklerini bilmez

Küme içinde çarpışır galaksiler, neden çarpıştıklarını bilmez

Yaratılsın yıdızlar, sürsün, devam etsin yıldız evrimi,

Yavrular çoğalsın, şenlensin kainat

Gün gelir, Samanyolu’nun sakin bir köşesinde

Güneş olsun, Dünya olsun, hayat olsun, insan olsun,

Akrep ve yelkovanıyla vakti gösteren saat gibi, ama ne yaptığını bilmez

Camittir, düşünemez, bilemez, bilmesi de gerekmez.

Ancak, şuurlu hayat, idrakli ilim, düşünen akıl ile anlaşılır, sırr-ı hilkat-i alem

Bahçe neden var? Ağaç için! Agaç neden var? meyvesi için!

İdrak edenlerin sayısı az, çok olması da gerekmez, önemli olan keyfiyet

Bir tane bile olsa yeter, Ol-Fahr-i Kainat (SAS), sebeb-i hilkat-i alem.

 

Prof.Dr. Zeki EKER

Akdeniz Üniv. Fen Fakültesi.

Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü

Antalya

 

[1] Bediüzzaman Said Nursi, 2016, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 600, sayfa 836

[2] Kainat 1000 saniye (16.67 dakika) yaşında kozmik nükleosentez tamamen durduğunda Kainatın sıcaklığı T~300 Milyon derece (Barbara Ryden 2017, Introduction to Cosmology, 2. Edition, Cambridge University Press,s 179)

[3] Koyu bir siste, uzun farları yaktığınızda, her yer ışıl ışıl olur ama birkaç metre ötesini göremezsiniz.

[4] Astrofizik literatüründe hidrojen ve helyum dışındaki bütün elementler ağır element olarak algılanır.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )