ÖMER ADİL MEHALİFÇİ
1920’de Şam’da doğmuştur. Eskiden Suriye’de hapishane vâiziydi. Daha sonra Mekke, Taif hapishanesi vaizliği yapmıştır. 1957’de Konya’da ikamet eden Halıcı Sabri vasıtasıyla Bediüzzaman’ı ziyaret edip görüşmüştür.
“Evinin içi Sahabe evi gibiydi”
1957 senesinde idi. Cenab-ı Hak, ilk defa Türkiye’yi ziyaret etmeyi nasip etmişti. Kardeşimle sinir doktoruna gitmiştik. Kardeşimi Adana’da doktora bıraktım. Daha önce bazı âlimlerden Türkiye’deki allâme, mücahid-i âzam Bediüzzaman Hazretlerini duymuştum.
Bediüzzaman’a gidip görüşebilmek için Sabri Halıcı’yı tavsiye etmişlerdi. Konya’ya giderek Sabri Halıcı’yı buldum. Konya’da bir gece Pamuk Palas Otelinde kaldım. Ali Ulvi Kurucu’nun dedesi olan Hacı Mustafa Efendi ile görüştüm. Halıcı Sabri, Isparta’da zeytinyağı ve sabun ticareti yapan Süleyman Rüştü Çakın’a hitaben mektup yazdı. Israrla bana on lira vermek istedi. Kabul etmeyince, kıymetli bir seccade hediye etti.
Trenle Isparta’ya giderek kendisine mektup yazılan zatı buldum. Dükkânında Cevşen okuyordu. Bir mektuba, bir de bana baktı. Bana itimad etti. Üstadın evine beraber gittik. Orada Mustafa Sungur ve Ceylan Çalışkan’ı gördüm. ‘Üstad Hazret-leri rahatsız, ziyaretçi kabul edemiyor’ dediler.
Mutlaka görüşeceğim. Ya burada öleceğim veya beş dakika dahi olsa, görüşeceğim’ diye ısrar ettim. ‘Üstada söyleyin, ben buradan gitmeyeceğim’ dedim.
Gidip söylediler, Üstad izin vermiş, içeri girme şerefine nail oldum.
Üstad bir divan üzerindeydi. Yerde bir hasır vardı. Bütün evindeki eşyalar, o günkü para ile yüz lira değerinden daha az ederdi. Bir de demirden soba vardı. Selâmımı aldı, elini başıma koydu. ‘Hoş geldin’ dedi.
‘Sesi çok zayıftı, yakından ancak işitilebiliyordu. Kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Ceylan Çalışkan da oradaydı. Ben Arapça olarak hasta olan kardeşimden bahsettim, ona dua etmesini söyledim. Üstad dua edeceğini söyledi.
Evin içi Sahabe evi gibiydi. İstese evi altından yaptırırdı. Halbuki yüz-iki yüz lira değerinde, üç-beş parça eşyanın olduğu bir yerdi. Ceylân Çalışkan, ‘Ağlama’ diye beni ikaz etti.
Ben ziyaretine gelmeden evvel bam başka şeyler hayal etmiştim, hayalimden ap ayrı bir halle karşılaşmıştım. Onun konuşması bana hayat veriyordu. Kardeşimin şifa bulacağını, iyileşeceğini söyledi. Bana Hutbe-i Şamiye, Asa-yı Musa ve Cevşen gibi kitaplardan verdiler.
Üstad bana icazet verdi
Cuma yaklaşmıştı. Çıkarken, Üstad, ‘Gel’ diye beni çağırdı. Yaklaştım. Başımdan öptü. Ben de elinden, ayağından öptüm. ‘Yapma’ dedi, müsaade etmedi. ‘Şam ulemâsına selâmlarımı söyle, birbirini sevsinler. Allah için birbirini severlerse, Allah da onlara yardım eder. Tesanüdle, muhabbetle birbirlerine bağlansınlar’ dedi.
Şam’da Ekrad Mahallesinde Hamuleylâ Camiinde imam olan Şeyh Ahmed Akbalizade’ye selâmlarını söyledi. Bana Şam’dan ilk defa kendisini ziyarete gelen bir kimse olduğum için iltifat etti.
Üstad bana icazet verdi. Bu hâdise ise şöyle olmuştu: ‘Cenab-ı Hakkın sana ihsan ettiği rivayet ve dirayet ilminden bana da ver” dedim
Tamam’ ded. Elini tuttum. İsteğimi kabul etti. Bana icazet verdi. Bu büyük bir lütuf idi. Cenab-ı Hak, ihlâs sahibi bu büyük zatın, bu gerçek mücahidin takip ettiği yoldan gitmeyi bize, bütün arzu edenlere de nasip etsin. Cenab-ı Hak, bu İslâm ümmetine onun çizdiği cihad yolunda gitmeyi nasip etsin.
Daha sonra İstanbul’a ve Adana’ya uğrayarak Halep’e gittim. Şam’a giderek Üstadın selâmlarını tebliğ ettim.
Kardeşim, Üstadın duası ve himmetiyle iyileşti.