Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatühü
Aziz ve kıymetli ağabey ve kardeşlerimiz,
Evvelen Mübarek Ramazanınızı ve içinde seksen seneden ibaret olan bin ay hükmündeki gelecek leyle-i kadrinizi bütün ruh-u canımızla tebrik eder, bu mübarek gecelerde müstecab dualarınızı bekleriz.
Ayların gün, senelerin ay gibi gelip geçtiği bu ahir zamanda, Arjantine geleli, Güney Amerika Risale-i Nur hizmetlerine “bismillah” diyeli tam yedi sene olmuş bile!
Birer manevi çekirdek hükmündeki, insanların kalplerinde ve ruhlarında iz bırakan Risale-i Nur’dan vecizeleri ihtiva eden bir milyondan fazla broşür dağıtılmış, binlerle İspanyolca Risale-i Nurlar, arayış içerisinde olan ama ne aradığını dahi bilmeyen, adeta çölde susuz kalmışçasına biçare bekleyen müştak ruhlara ab-ı hayat olmuş, Kur’an denizinin bir reşhası ve bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur çeşmesine varanlara ab-ı kevser gibi yetişmiş, susuzluğunu gidermiş, Kur’an-ı Kerim eczahane-i kübrasından Üstadımız Bediüzzaman hazretlerinin keşfettiği manevi ilaçlar ile ruhi ve kalbi yaralarına merhem olmuş ve yüzlerce insanın da hidayetine vesile olmuş. Haza min Fadli Rabbi.
“Risale-i Nur kendi kendine hem dahilde hem hariçte intişar edip fütuhat yapıyor.”
Evet, bir tek risalenin girdiği yerler nurlanıyor, kendi kendisine hizmetini yapıyor. Arjantine ziyarete gelen ağabeylerimiz bilirler, Buenos Aires’in Tigre şehrinde Nurların samimi ve zeki bir muhatabı İbrahim Eduardo abimizi tanırlar. Kendisi bulunduğu yerde hem gençlerle hem de mahalledeki komşularıyla nurları okuyan samimi bir abimiz. Yine birgün seksen küsur yaşında hasta bir komşusunu ziyaret için gittiğinde ona Hastalar Risalesinden okumaya başlıyor. O zamana kadar hiçbir dine karşı bir yakınlık hissetmeyen o yaşlı ve hasta amcamızın gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akmaya başlıyor. Her ziyaretinde hem hastalar risalesinden hem de sair risalelerden dersler dinleyen bu amcamız en sonunda müslüman olmak istediğini söylüyor ve kelime-i şehadet getiriyor. Ve aradan birkaç hafta geçmeden vefat ediyor ve inşaallah ehl-i iman olarak alem-i berzaha geçiyor. Elhamdulillah, demek perde değil ayna olunca, hatip değil mikrofon olunca risaleler tam tesir gösteriyor ve vazifesini yapıyor.
Daha dün gibi hatırladığımız 2011 senesinin nisan ayında Arjantin kitap fuarının giriş kapısında sadece broşürler dağıtıyorduk. Bu sene ise 16 metre karelik standımızda, Kur’an-ı kerimi ve O’nun en yüksek bir dersi olan İspanyolca ve sair lisanlarda Risale-i nurların teşhirini yaptığımız bu fuara altıncı defa olarak katılmak nasip oldu. Şili, Bolivya ve Türkiye’den fuar için yardıma gelen nur talebeleri ile dolu dolu bir yirmi gün geçirdik.
Güney Amerikanın en büyük fuarlarından, beşyüzden fazla katılımcısı olan Buenos Aires Kitap fuarını Yirmi gün boyunca yüzbinlerce insan ziyaret ediyor. Ancak bunlardan bazıları adeta sevki ilahi ile bir şekilde, o yüzlerce standı arkasında bırakıp hasbel kader kendisini Nurların önünde buluveriyor. Bazen standımızdan yükselen Kuran tilaveti, bazen bir metreye yetmiş santimlik dev Kur’anımızın cazibesi bazen de bilmediğimiz bi sebeple insanlar standımıza yaklaşıyorlardı.
Mesela bir Arjantinli standın önünden geçerken kitapları görüp yaklaştı, sanki hususen o kitabı arıyormuş da bulmuş gibi “tabiat risalesi”ni eline aldı ve bu kitabı almak istiyorum dedi. Biz çok taaccüb ettiğimizden, bir yandan tabiat risalesini poşete koyarken bir yandan da sormadan edemedik. “Bu kitabı almanızdaki sebep nedir?” Muhatabımız dedi, “bilmiyorum, diğer kitapların arasında ilk bu risale gözüme ilişti, dikkatimi çekti ve sanki bana diyordu ki, “gel ve beni al.” Rabbim tesir halketsin…
Müteaddit kişilerden işittiğimiz başka bir şey de standımızın çok güzel olduğu idi. Hatta birisi dedi, “Bu ne kadar harika bi stand, ne kadar mükemmel bir sunum, ne kadar da güzel teşhir!” Esasen mütevazi bir standımız vardı, iki tane birleştirilmiş masanın üzerinde beyaz bir örtü ve dizilmiş kitaplarımız. Yani başka standlardaki gibi onbinlerce dolar harcamış değildik ama o sadelik insanların hoşuna gidiyordu. Gerçi sormadan da edemedik, “Bu kadar mütevazi ve sade bir stand için biraz abartmıyor musunuz?” Hayır dediler, burada ayrı bir nur, ayrı bir huzur var. Biz de dedik ki, “Evet doğrudur ama bu huzurun, bu nurun kaynağı işte bu Kuran ve bu risalelerdir.”
Her sene fuar başladığında ilk Cumartesi saat gece bire kadar açık olur ve akşam belirli bi saatten sonra girişler ücretsizdir. İşte bu ilk Cumartesi standımıza agnostik yani ne ateist ne de deist ama araştırdıklarını söyleyen iki genç geldiler. Aslında o gece fuara gelme planları yoktu. Giriş ücretsiz olduğundan fuar alanındaki bir konsere gitmek için girmişlerdi. Ancak konser alanına gitmeden önce hasbel kader bizim standımıza gelmişlerdi. Biz de meraklı sorularına daha rahat cevap verebilmek için bu iki genci standın iç kısmına davet ettik. Daha önce dini bir okula giden bu gençler, sorduklarında azar işittikleri ya da cevap bulamadıkları sorularını bize sormadan önce biraz tedirgin olarak “bir sorumuz daha var sorabilirmiyiz, kızmazsınız değil mi?” diyorlardı. biz de Üstadımız ve Risale-i Nurdan aldığımız dersimize itimaden istediğiniz her soruyu çekinmeden sorabilirsiniz, çünkü bu kitaplarda cevabını bulacaksınız diyerek onları rahatlattıktan sonra, Risale-i Nurdan yerlerinden okumak suretiyle cevaplar veriyorduk. Allah’ın varlığı, dünyaya geliş amacımız, insanın bu kainattaki kıymeti, imanın ve ubudiyetin ehemmiyeti vesaire gibi onlarca konudan soruları vardı ve hepsine de tam ve mukni cevaplar alıyorlardı. Derken saat gecenin biri olmuş ve fuarın kapanış saati gelmişti. Zaten maksat da hasıl olmuştu. Sohbetin başında ateist olan gençler artık bir yaratıcının olduğuna inanıyorlardı, belki henüz müslüman olmamışlardı ama bizden ayrılırken söyledikleri bir söz inşaallah yakın zamanda müslüman olacaklarının müjdesi gibiydi. “Ben şu anda müslüman değilim ama buradan islamiyetin bir savunucu olarak ayrılıyorum. Çünkü bundan sonra arkadaşlar arasında veya herhangi bir yerde islamiyet aleyhinde konuşan olursa, ben orada islamiyeti savunan birisi olacağım” Birer tane küçük risalelerden hediye ettiğimiz bu gençler gittikten sonra bir kardeşimiz “abi bu kardeşlerle kaç saat konuştunuz biliyor musunuz?” dedi, Herhalde bir iki saat olmuştur dedik, Halbuki bu kardeşlerin heyecanı ve iştiyaklı sorularını cevaplarken hiç farketmediğimiz halde yaklaşık dört saat geçmiş olduğunu şaşkınlıkla öğrendik. Rabbim kabul etsin, bu kardeşlerimize de hidayet nasip etsin inşaallah, amin…
Bu seneki fuarda dikkatimizi çeken bir başka şey de orta yaş ve üzerindeki dindar katoliklerin islamiyete, Kur’ana ve Efendimize (sav) olan merakları ve Hazreti İsa (as)a nasıl baktığımıza dair suallerinin olmasıydı. Hazret-i İsa (as)a bizim de peygamber olarak iman ettiğimizi, Kuran-ı Kerim’de Meryem ve Al-i İmran surelerinin olduğunu söylediğimizde çok şaşırıyorlar ve de memnun oluyorlardı. Ama tek şaşıran onlar değildi, bizler de bazen şaşkınlığımızı gizleyemiyorduk. Mesela altmış yaşlarında bir amca dedi ki; “Benim yakın bir arkadaşımın bir akrabası vefat etmişti ben de ona teselli istiyorsa Kuran-ı Kerim okumasını tavsiye ettim” Önce yanlış anladığımızı zannettik fakat tekrar sorup teyit alınca bu defa biz sorduk: “iyi ama siz hristiyansınız böyle bir durumda hristiyan olan arkadaşınıza incili okumasını tavsiye etmeniz gerekmez miydi ?” Aldığımız cevap hayli ilginçti, “evet ama Kuran daha sade ve anlaşılır, incil gibi değil o yüzden daha iyi teselli eder.”
Başka bir çift de sohbetin bir yerinde dedi ki, “Biz hristiyan olduğumuz kadar aynı zamanda müslümanız da!” Bu ne demek diye sorunca, Allah’ın tek olduğuna, Hazreti İsa(as)nın da peygamber olduğuna, hem Efendimiz (sav)’e hem de Kuran-ı Kerime inandıklarını söylediler. Biz de dedik ki, o zaman kalben ve ruhen inandığınız bu hakikati lisanen de ikrar ediniz ki tam müslüman olunuz. Sonrasında İslamiyet hakkında genel bir malumat, ve birkaç soru cevaptan sonra bu çiftin de şehadetlerine şahit olduk. O anlarda sanki bizden daha mutlu ve huzurlu insan yok gibiydi. İki kişi daha -inşaallah- bu kısa ve fani hayatlarını ebedi ve baki yapmak yolundaki ilk adımlarını atmışlardı. Rabbim daim eylesin, amin…
Bir başka hidayet hadisesi ise yine fuarın daha ilk haftasında nasip olmuştu. İslamiyet hakkında hiç malumatı olmayan bir doktor kardeşimiz yakın zamanda tatil için Türkiye’ye gitmiş ve orada islamiyet hakkında malumat sahibi olmuş, İstanbuldaki camilere ve camilerden yükselen ezan seslerine hayran olmuştu. Daha sonra internet üzerinden risalelere ulaşmış ve sonrasında kitap fuarında standımıza gelmişti. Maddi olarak durumu gayet iyi olan bu kardeşimiz yıllarca bir arayış içerisinde olduğununu ama bir türlü içindeki manevi boşluğu dolduramadığını söylüyordu. Ve nihayet Kuran ve iman hakikatlerini bulmuş, ve kelime-i şehadet getirerek de bu buluşmayı taçlandırmıştı. Rabbim, daim eylesin, amin…
Yirmi gün boyunca standımıza gelen herbir kişi ayrı bir hikaye ve o herbirinin ayrı ayrı soruları vardı. Fakat bir şey değişmiyordu. Risale-i Nur’daki temsilleri ve cevapları dinledikten sonraki memnuniyetten parlayan gözler ve aradıklarını bulmaklığın vesile olduğu sevinç hiç değişmiyor, bizi de şükre sevkediyordu. Zira üstadımızın binbir zorluklarla, maddi manevi sıkıntılara katlanarak telif ettiği bu eserler, Türkiye’den binlerce kilometre uzaklıktaki memleketlerdeki binlerce gencin kafasındaki sorulara cevap oluyor, onları manen rahatlatıyordu. Böyle yüzlerce hadiseyi müşahade eden bizlere de külli bir şükür nevinden büyük bir “ELHAMDULİLLAH” dedirtiyordu.
Fuarın en ilginç anlarından birisi de hristiyan bir ailenin çocuğu olan Said ismindeki altı yedi yaşlarındaki bir çocuğun kemal-i merak ve ciddiyetle küçük sözleri okuması ve sonrasında birinci ve ikinci sözlerden anladıklarını bize anlatmasıydı. Kuran-ı Kerimin bir mucizesi nevinden nasıl kücücük çocukların hafızalarına suhuletle yerleşiyor, ezberleniyorsa O’nun bu asırdaki dersi olan Risale-i Nurlar da temsil yoluyla verdiği derslerle çocuklar tarafından bile kolayca anlaşıldığını sevinçle müşahade ettik.
Bir başka güzel hadise ise birkaç yıl önce âmâlar için braille alfabesi kabartma yazı tekniği ile bastırmış olduğumuz İspanyolca risalelerin ihtiyaç sahiplerine ulaşması idi. Arjantinli Jonathan isimli ama bir arkadaş kabartma yazılı kitapları görünce çok şaşırdı ve biraz okuduktan sonra satın aldı. Rabbim hidayet nasip etsin, amin…
Daha fuar bitmeden bize gelen mesajlar ise Risale-i nurların nasıl kalpleri tedavi ve fethettiğini gösteriyordu. Mesela büyük sözleri alan birkaç yıl önce müslüman olan birisi diyordu ki, “şu an otobüste sözleri okuyorum. Anladım ki haklıymışsınız, çünkü dediğiniz gibi bu hakikatlere çok ihtiyacım varmış, şimdi daha fazla risale almadığım için gerçekten pişmanım ” Hastalar risalesini alan ve okuyan başka birisi de attığı mesajda birinci, ikinci ve üçüncü devalara hayran kaldığını heyecanla ifade ediyor ve şimdi külliyatın kalan kitaplarından da almak istediğini söylüyordu.
Son olarak fuara gelen bir gencin birkaç risale okuduktan ve aldıktan sonra söylediği sözleri size aktarmadan geçemeyeceğiz. Aslında bu sözler bütün bu yirmi günün özeti gibiydi; Sohbet esnasında bu insanlar Allah’ı tanımıyorlar, bilmiyorlar deyip gözleri dolup ağlamaklı olan jose Carlos ekledi; “Ben aradığımı bu standda buldum, daha fuarın geri kalanını gezmeme lüzum kalmadı.” Daha sonra birkaç sayfa okuyup aldığı Ayet-el kübra risalesiyle standımızdan ayrılan Jose daha bir dakika dolmadan geri geldi ve heyecanla dedi ki; “Bizim bu hakikatleri Arjantine ve bütün dünyaya anlatmamız lazım”
Allah Üstadımızdan, bu hizmeti bizlere ulaştıran saffı evvel ağabeylerimizden razı olsun. Güney Amerika hizmetleri ile yakınen alakadar olan, ilerleyen yaşına rağmen üç defa Latin Amerikaya gelen, Üstadımızın talebesi ve vekili olan Hüsnü Bayram ağabeyimize de hayırlı uzun ömürler nasip etsin inşaallah. Amin
Hem âlem-i islamda hem de memletimizde zor bir zamandan geçtiğimiz şu günlerde, Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında yapılan iman ve Kur’an hizmetlerinin alem-i islamın uhuvvetine, ittihad-ı islamın tesisine vesile olmasına dua ediyoruz. Tekrar Ramazanınızı ve gelecek leyle-i kadrinizi tebrik eder, dua eder, dua bekleriz. Vesselam
Güney Amerika Nur Talebeleri