Ali Haydar Morgül 1938’de Rize’nin Pazar kazasının Hisarlı köyünde doğdu. Bediüzzaman’ı 1956’da ziyaret etti.
“İstanbul’a Nur Talebeleriyle tanışmaya geliyorum”
“İlkokul 5. sınıf sıralarında iken Rize’nin Pazar ilçesine bağlı olan köyümüze Risale-i Nurlar gelmişti. Köylülerimiz bu paha biçilmez eserlere dört elle sarıldılar. Bizim de gün geçtikçe bu mükemmel eserlere ve müellifine sevgi ve saygı hislerimiz kuvvet kazandırıyordu. Bu sebeple ilk etapta İstanbul’a gidip Nur Talebeleriyle tanışmak arzusu bende belirmişti. Büyük bir şevk ile İstanbul’a gelmiştik. Süleymaniye dershanesini bulmamız, tam bir tevafuk eseri idi.
“Bir gün Küçükpazar’a yolumuz düştü. Buradan Süleymaniye Camiinin minarelerini görünce camide namaz kılmaya karar verdik. Ve oradan Süleymaniye dershanesini soracaktık. İkindi vakti idi. Namaz kıldıktan sonra birisine dershaneyi sordum. O da başka birisine bizi gönderdi. İşte bu ikinci adam, Süleymaniye dershanesinde kalan bir ağabeyimiz idi. Bu zat bize ‘Maşaallah, bize geliyorsunuz’ diyerek iltifat etti. Artık tanıdığımız dershaneye sık sık giderdik. Zaten bizim İstanbul’a gelişimizin en büyük sebebi bu idi. Arzuma vasıl olmuştum.
“Galip Gigin’le Üstadı görmeye gidiyoruz”
“O zamanlar yirmi yaşlarında idim. Henüz askerliğe gitmemiştim. Galiba 1956 senesi idi. İstanbul’dan Isparta’ya Üstadı görmek için Galip Gigin ile gitmeye karar verdik. Trenle gittiğimiz Isparta’ya sabah namazında varmıştık. Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânının adresini almıştık. Elimizdeki adrese giderek maksadımızı anlattık. Üstad’ın evini uzaktan bize gösterdiler. Biz de gösterilen istikamete büyük heyecan ile gittik. Üstad’ın kapısında bir asker vardı. O da Üstadı ziyarete gelmişti. Bize kapıyı açan Ceylan Ağabey, Üstada haber vermeye gitti. Arkasından Bayram Ağabey bize kapıyı açıp Üstad’ın müsait olmadığını söyledi. Bu haber bizi üzüntü girdabına attı. Neşemiz gitmiş, ümitsizliğe kapılmıştık. Biz geri dönerken Bayram Ağabey de bizimle beraber çarşıya doğru yürüyordu. Bizim üzüntümüzü görünce bize ‘Bu askeri yolcu edelim. Geri döner sizi, Üstadla görüştürürüm’ demişti. Bu konuşma bizi kendimize getirmişti. Yine Üstadı görme şevkiyle dolmuştuk.
“Risale-i Nur’u okuyan beni on sefer görmüş gibi olur”
“Askeri yolcu ettikten sonra, biz Bayram Ağabeyle geri döndük. Bu sefer kapıyı Zübeyir Ağabey açmıştı. Ve bizi Üstad’ın yanına götürdü. İçeri girip mübarek ellerini öptük. Girdiğimiz oda şimdiye kadarki gördüğümüz odalara benzemiyordu. Apayrı bir görünüşü, bir havası vardı. Üstad’ın sarıkla oturuşu adeta bir Asr-ı Saadet manzarasıyla bizi karşı karşıya getirmişti. Odasında bal paketleri, çeşitli meyveler asılıydı. Bu durum çok hoşuma gitmişti. Üstad’ın şu sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor;
‘Neden bu kadar masraf edip buraya kadar geliyorsunuz? Risale-i Nur’u okuyun. Bir defa Risale-i Nur okuyan beni on sefer görmüş gibi olur. Bütün masraflarınızı benim ödemem lâzım.’
diyerek cebinden çıkardığı dört tane yirmi beş kuruşun iki tanesini bana, iki tanesini de arkadaşıma verdi. Bu paralardan bir tanesini ben her zaman yanımda taşırım. (Sözün burasında Haydar Morgül’den bize bu parayı mümkünse göstermesini rica ettik. Ve cebine diktirdiği parayı çıkararak bize gösterdi.)
“Hem çalışıyor, hem de ibadet ediyorsun”
“Üstad’ın ziyaretindeyken mübarek simasını seyrediyordum. Üstad,
“Ben kimsenin yüzüme bakmasına müsaade etmiyorum’ dedi. Bunun üzerine utanarak önüme baktım. Ne iş yaptığımı sorunca, marangoz olduğumu söyledim.
“Üstadı ziyaret bizim için en büyük şevk kaynağı oldu”
“Mecmuaların matbaa paralarını İstanbul’dan Ankara’ya ben götürmüştüm. Bu vesileyle bunu da söyledim. Belki kardeşlerimin bana dua etmelerine sebep olur diye…
“Elhasıl, böylece Üstadı ziyaret etmekle arzumuza vasıl olmuştuk. Bu bizim için büyük sevinç kaynağı idi. Bizim için büyük huzur menbaı idi. Bu benim için hayatımın en tatlı ve kıymetli hatırasıdır. Bu dünyadaki hayatımı bu hatıraların şevki, sevinci ve tesiri altında yaşıyorum.”
Ali Haydar Morgül tarafından yazılan Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Lem’aların bulunduğu nüshanın sonuna Bediüzzaman şu duayı yazmıştı:
“Ya Erhamerrahimin, İsm-i A’zam hürmetine ve nüshayı yazan Ali Haydar’ı Cennetü’l-Firdevste ebeden mesud ve hizmet-i imaniyede daimen muvaffak eyle, âmin, âmin, âmin…”