HEYULA NEDİR ? ESİR NEDİR?
Heyula, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) İslam Ansiklopedisinde “Âlemin ilk maddesi anlamında felsefe ve kelam terimi”[1] diye tarif edilmektedir. Modern batı dillerinde hyle, hylé şeklinde yazılan Grekçe “üle” kelimesinden Arapçaya girdiği, Aristo felsefesinin İslam dünyasında tartışılmaya başlamasından sonra maddenin madde olmasından önceki formu anlamında felsefik bir terim olarak İslam düşünürleri ve kelamcıları arasında nasıl ve daha başka hangi anlamlarda kullanıldığı Osman Karadeniz[2] tarafından detaylarıyla anlatılmıştır.
Risale-i Nur’da esir kelimesi birçok kitapta birçok yerde geçerken heyula kelimesinden sadece tek bir yerde söz edilmektedir; Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesinin Birinci Şua’sında esir tarif edilirken “…. Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. …”[3] şeklinde geçmektedir.
İslam felsefecilerine göre heyulâ madde değil, maddenin öncüsüdür (bizzat kendi değil, öncesi, habercisi, önceki hali), dolayısıyla maddi bir kavram değildir. Örneğin, İslam felsefecilerine göre “suret” heyulanın biçim kazanmış halidir[4]. İşte, Bediüzzaman Said Nursi Hz de Risale-i Nur’da aynı geleneğe saygı göstererek atom içindeki ve atomlar arasındaki boşluğu dolduran, periyodik tablodaki atom çeşitleri elementlerin, yani madenin yapıldığı öz olarak esiri tasvir ederken, esirin heyulâdan daha kesif bir madde olduğunu söylemektedir.
Esir kavramı bilimsel literatürde Aristo’ya kadar geriye giden eski zamanlarda da tartışılmış bir kavramdır. Aristo’ya göre boşluk yoktur ve Ay altı alemde yani yeryüzündeki maddeler, bir bakıma her şey, dört unsurun (element) farklı oranlarda farklı şartlar altında karışımı veya bileşiminden oluşur. Dört unsur ise hava, su, ateş, ve topraktır. Ortaçağ boyunca simyacılar, bu paradigma ile dört unsurdan altın yapmak için çok denemeler yaptılar. Altın üretmek mümkün olmadıysa da, sonunda ortaya konan emek boşa gitmedi; simyadan kimya çıktı. Madem Ay altı alemde sadece dört unsur ve dört unsurdan oluşan maddeler vardır, o halde “Ay’üstü alemin maddesi dört unsurdan farklıdır” diyordu Aristo. En küçük küreden (Ay küresi) yıldızlar küresine kadar, küreler arasını dolduran esirdir.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz bilim tarihinde esir kavramını araştırmış, “Genellikle İslam Filozofları Aristo’nun ezeli ve ebedi diye nitelediği esir teorisini olduğu gibi kabule yanaşmamışlar, daha doğrusu bu konu üstünde fazla durmamışlardır. ….Yüzyıllar boyunca kozmolojik ve astronomik olayların açıklanmasında temel ve basit bir madde olarak görülen esir, XIX. yüzyılın sonlarında fizikçilerin önemle üzerinde durdukları bir konu oldu. Fizikçiler havanın ses dalgalarını iletmesi gibi esirinde elektromanyetik dalgaları ileteceğine inanıyorlardı. Ancak madde ve ışığın yapısı daha iyi anlaşıldıkça bu teori yetersiz kaldı, yerin esir içindeki hareketini incelemek amacıyla Michelson-Morley tarafından 1881’de gerçekleştirilen bir deney sonucunda esirin herhangi bir etkisinin olmadığı görüldü. 1905’te Einstein’in özel izafiyet teorisini geliştirmesinden sonra ise esir kavramı tamamen terkedildi”[5] diyerek müslümanların eski esir kavramı karşısında tutumunu özetlemiş ve bu yazıda heyulâ ile bağlantılı olarak konuya karışan esir kavramını ağırlıklı olarak Bediüzzaman’ın sözleri ile Risale-i Nur da geçen esir kavramlarını daha detaylı olarak ortaya koymuştur.
Eski esir ve heyulâ kavramları modern bilimin bugünkü kavramları içinde ya terkedilmiştir (tarihi ve felsefik anlamıyla) veya günümüz bilimsel literatürü içindeki konumu ve mahiyeti tam olarak anlaşılmamış (Bediüzzaman’ın tarif ettiği şekli ile) bu yüzden haklarındaki tartışmalar henüz sonlanmamıştır diyebiliriz.
Bugün madde denilince aklımıza periyodik tabloda adı geçen 118 tane elementten teşekkül etmiş etrafımızda gördüğümüz bileşim, karışım veya saf halde bunan maddeler ve bu maddeleden yapılmış eşya aklımıza gelmektedir. Büyük Patlama teorisine göre periyodik tablodaki elementler ilkel hidrojen ve helyum gibi acilen (15-20 dakika içinde) değil, tam aksine tedricen heyulânın milyarlarca yıl yıldız evrimi süreçleriyle işlenip dönüştürülmesiyle yaratılmıştır.
Yaratılan ilk madde Büyük Patlamadan bir saniye sonra yaratılmaya başlamış ve onbeş yirmi dakika içinde ilk yaratılış gerçekleşmiş ve kainat maddesinin ilkel formu ortaya çıkmıştır. Bilimsel dilde “kozmik nükleosentez” olarak bilinen bu olayda ortaya çıkan kainatın en ilkel maddesidir. Basittir, şekilsizdir, nihayetsiz devasa miktarda ve boyuttadır ki, bugün teleskoplar ile gözlenip kataloglara kaydedilen galaksiler, yıldızlar, gezegenler, aylar, uzay boşluğunda tespit edilen gaz ve toz, ve daha yakından yeryüzünde gözle görebildiğimiz dağlar, taşlar, bitkiler, hayvanlar, kuşlar ve biz insanlar; kısacası her şey bu ilkel maddenin sonradan tedricen şekillendirilmesi sonucunda yaratılmışlardır.
Söz konusu ilkel madde günümüz maddelerinden farklıdır. Henüz periyodik tablodaki elementlerden hiçbirisi, hidrojen ve helyum yok denecek kadar az lityum ve berilyum hariç (onbin hidrojen yanında bir tane) henüz yaratılmamıştır. Kainat henüz çok sıcak (~100 Milyon derece) hızla genişlemekte ve bu yüzden soğumaktadır. Sayıca baskın olan fotonlarla heyulâ parçacıkları iç içe plazma halindedir. Henüz nötr (çekirdek etrafında elektronları olan) atomlar da teşekkül etmemiştir. Muhtevası iç içe girmiş bulamaç gibi, birbirleriyle etkileşen, çarpışan hidrojen ve helyum çekirdekleri, elektronlar ve fotonlardan mürekkep, opak ve ışıldayan bir madde.
Günümüz maddesinin en ilkel hali olması bakımından, bu maddeye “heyula” denmesi TDV İslam ansiklopedisinde tarifi verilen “Alemin ilk maddesi” anlamına uygun düşmektedir. Atfettiğimiz bu anlamın felsefik literatürde kullanılmış eski anlamlarından farklı olması her hangi bir problem teşkil etmez. Benzer şekilde günümüz “atom” kavramı Trakyalı Democritus’un (MÖ 460-370) tarif ettiği felsefik atom kavramından çok farklıdır. Bölünemeyen en küçük parça olarak tarif edilen atom artık bölünemez özelliğini kaybetmiştir. Ayrıca, Democritus zamanında her farklı madde için farklı atomlar vardı. Artık ateş atomları yok. Hava atomu diye bir atom da yok. Havanın %77 azot, %21 oksijen ve geri kalan (%2) su, karbondioksit, metan, kükürtdioksit molekülleri ve argon atomlarının karışımından oluştuğunu biliyoruz. Canlılık atomu, güzellik atomu gibi atomlardan artık söz etmiyoruz. Aristo ve Eflatun, Democritus’un atom teorisini kabul etmedi. Bu yüzden ortaçağ boyunca atom teorisi kabul görmedi diyebiliriz. John Dalton (1766-1844) atom teorisini tekrar canlandırdı. Thomson, Rutherford, Bohr atom kavramını farklı tarif ve tasvir eden bilim adamlarıdır. Her biri çağının bilgi düzeyinin ihtiyacına göre onu farklı tarif etmek zorunda kalmışlardır. Böylece günümüzdeki modern atom kavramına ulaşılmış, “atom” kelimesi aynı kalmış ama anlamı değişmiştir.
Aristo’nun “esir” kavramı da benzer şekilde daha sonra mevcut bilimsel bilginin ihtiyacına göre farklı farklı tarif edilmiştir. Esire ilk farklı görev yükleyen Rene Decartes’dir (1596-1650). Decartes’e göre katılardan geriye kalan hacmi (boşluğu) esir doldurur ve katıların etkileşmesine aracılık eder. Esir uzayda girdaplar oluşturur, girdaplara kapılmış gezegenler girdapların hareketiyle hareket eder. Arkasından, Newton (1642-1727) esiri kendi hayatı içinde bile birkaç sefer farklı tanımladı, ona farklı görevler yükledi. Eski fiziğe (Aristo fiziği) göre hareket için hareket ettirici şarttır ve hareket ettirici ile haraket eden temas halinde olması gerekmektedir. Oysa, Newton’a göre Güneş, gezegenleri gravitasyon etkisiyle uzaktan hareket ettirmektedir. Sihir gibi, uzaktan etki mümkün müdür? Sihir ithamından kurtulmak için Newton esir kavramından yararlandı. Esiri gravitasyon etkisini bir cisimden ötekine ulaştıran, ışık taneciklerini taşıyan elastik ortam olarak tarif etti. Yetmiş yaşına geldiğinde, esirin de ışık gibi tanecik yapıda olabileceğini söyledi. Newton ile aynı düşünmeyen, ışığın da ses gibi dalga olduğunu söyleyen çağdaşı Huygens (1629-95) ise esiri işık dalgalarını taşıyan ortam olarak tarif ediyordu.
James Clerk Maxwell (1831-79) “ışık elektromanyetik dalgadır” dedi ve ışık hızını teorik olarak saniyede 300 000 km olarak hesapladı. Hız göreli (izafi, relatif) bir kavramdır. Bir cismin hızı varsa, neye göre olduğunu bilmek zorunluluğu vardır. Işığın boşluktaki hızı 300 000 km/s ise, bu hız neye göredir? Dünya’ya göre mi?, Güneş’e göre mi? Yoksa Galaksi’ye göre mi? Oysa, Maxwell ışık hızını boşluğun elektrik ve manyetik geçirgenliği olarak bilinen iki evrensel sabitin oluşturduğu bir katsayı olarak hesaplamıştır. Hava içinde yayılan sesin hızı, havaya göre ise; esir içinde yayılan ışığın hızı da esire göredir diye düşündü. Maxwell’in bu hipotezini doğrulamak, Dünya’nın esir içindeki hızını ölçmek için Michelson ve Morley 1887 yılında o meşhur deneylerini yaptılar. Deney başarılı olsaydı, esirin varlığı ıspatlanmış olacaktı. Ancak deney başarısız oldu. Sonuç en azından Dünya’nın Güneş’e göre hızını vermeliydi, ama vermedi. Deney daha sonra daha duyarlı aletlerle tekrarlansa da, sonuç değişmedi. Evrensel sabitler gibi, Işık hızının gözlemcinin referans sisteminden bağımsız olduğu anlaşıldı. Yani, hızları farklı olan bütün gözlemciler, ışığı aynı hızda (ışık hızında) görüyor ve ölçüyordu. Bu yüzden ışığa referans sistemi olabilecek mutlak bir referansın, yani esirin, olmadığına karar verildi.
Einstein’in relativite teorilerinin kabulünden sonra esir kavramının tamamen terkedildiği ders kitaplarında yazılıdır. Ancak esir hakkında devam eden araştırmalar bunun aksini göstermektedir. NASA astronomik veri tabanında (http://adsabs.harvard.edu/abstract_service.html) 5 Mayıs 2018 tarihinde yaptığım bir araştırma sonucu: 1879 (Maxwel’in esir makalesinin yayınlandığı tarih) dan bugüne başlığında “aether” (esir) kelimesi geçen uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış makale sayısı 183; 1920 den bugüne 157; 1970 den bugüne 132; 2000 den bu güne 86 ve son beşyılda 32 tanedir. Esir kavramı terkedilmemiş, unutulmamış, aksine esir hakkında araştırmalar artmıştır. Makalelerin içeriğine göz atarsak, 100 taneden 26 kadarı kimyasal madde eter ile ilgilidir. Konu ile ilgisi olmayan, sadece kelime benzerliği. Ama, geriye kalanların çokları doğrudan kozmolojik mutlak referans sistemi veya Einstein-Aether teorisi hakındadır.
Bu makalelerde esire yüklenen görevler arasında, elektrik ve manyetik alan etkileşimlerini gerçekleştirmesi, ısı ve ışık iletimiyle birlikte çekim kuvvetlerini iletmesi, hızlara mutlak referans çerçevesi olması, son 20 yılda keşfedilen kainatın hızlanarak genişlemesine sebep olan karanlık enerjinin muhtemel kaynağı olmasıdır. Ancak esrin mahiyetinin ne olduğu hakkında netleşmiş bir görüş henüz yoktur.
Esir yoktur iddiası, bir bakıma mutlak referans yoktur anlamındadır.Kozmik mikrodalga zemin ışınımı (CMZ) mutlak referans görevini üstlenebilir. Ölçülen her hız bir gözlemciye veya gözlemcinin tarif ettiği bir referans çerçevesine göredir. Sabit hızın miktarı ve yönü referans olmadan ölçülemez. Sabit hız ölçülemez ise, hareket algılanamaz. Dalgasız, çok yıldızlı bir gecede bir gemide seyahat ettiğinizi düşünün. Geminin hangi yöne ne kadar hızlı gittiğini güverteden denize bakarak algılarsınız. Ancak, güvertenin ortasına gelip başınızı yukarı kaldırıp sadece gökteki yıldızlara bakacak olursanız geminin hareket etmediği hissine kapılırsınız. Düz sabit hızda giden tren içinde iseniz (tıkıdık seslerini duymuyor, tren sallanmıyorsa), pencereye bakmadan hızınızı algılayamaz, hareketsiz olduğunuzu zannedersiniz. Kısaca: bir nirengi noktası yoksa, sabit (yönü ve büyüklüğü değişmeyen) hız ölçülemez, algılanamaz. Hızın değişmesi ivmedir. İvme hızdan farklıdır, o hem hissedilebilir hem de ölçülebilir. Uçak, araba ve trenlerin hızları yeryüzüne göredir. Dünya kendi etrafında döner, bu yüzden hızınız aslında Dünya merkezine göredir. Dünya, Güneş etrafında dolanır. Güneş sistemine gelmiş ve sizi izleyen bir uzaylı yolcusu olduğunuz uçağın hızınızı saniyede ~30 km olarak Güneş’e göre ölçecektir. Güneş de Galaksimiz Samanyolu merkezi etrafında dolanır; şimdi hareketiniz (saniyede ~220 km) Samanyolu merkezine göre oldu. Samanyolu’nun da Lokal Grup galaksileri içinde bir hareketi (saniyede ~80 km) vardır. Lokal Grub’un da Hydra (suyılanı takım yıldızı) burcuna doğru (saniyede 630 km) hızla gittiği gözlenmiş ve ölçülmüştür. Bizden 4000 km/s hızla uzaklaşan galaksi kümelerinin ve daha uzak kümelerin kozmik mikrodalga zemin ışınımına göre hareketsiz oldukları iddia edilmektedir.[6] Bu durumda kozmik mikrodalga zemin ışınımı (CMZ) evrendeki cisimler için mutlak referans, yani esir gibi davranmaktadır. Mevcut astronomik gözlemler bunu söylemektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Esire namzet bir başka kavram da vakum kavramıdır. Vakum, bilimsel literatürde, içinde hiçbir atom veya molekülün olmadığı boşluk olarak tarif edilir. Havası boşaltılmış bir şişenin içi boştur (vakumdur). Laboratuvarda tam anlamı ile vakum elde etmek neredeyse imkansızdır; bu yüzden gerçek anlamda vakum ancak uzayda mümkündür denir. Klasik fiziğe göre boşluk aslında boş değildir. Çünkü gravitasyonel alan, elektrik alan ve manyetik alan kavramlarını getirmiştir. Bu alanlar madde var veya yok tüm uzayı doldurabilir. Gravitasyonel alan (yerçekimi) tüm uzayı doldurmak adına özellikle ilginçtir, elektrik ve manyetik alanlardan farklıdır. Elektrik ve manyetik alandan temizlenmiş boş bir uzay parçası mevcut olabilir[7]; ama gravitasyon alanı istisnasız her yerde her uzay parçası içinde (bu uzay parçası atom çekirdeğine sığacak kadar küçük, atom içinde elektronların gezebileceği kadar büyük, atomlar arasını dolduracak kadar geniş veya galaksiler kadar içinde hiçbir elektronun, protonun, atomun veya molekülün olmadığı devasa bir uzay parçası olabilir) mevcuttur. Boş uzayda ses yoktur. Ancak, katı, sıvı veya akışkan (hava gibi) madde ortamında ses vardır ve yayılır. Sesin aksine, boşlukta ışık yayılabilir. Işık madem eletromanyetik dalgadır, boşukta var olabilen elektrik ve manyetik alanlar dalgalanırsa ışık olur.
Klasik fiziğe göre boşluğun enerjisi yoktur. Oysa, kuantum mekaniğine göre vakum gerçek anlamda boş olmadığı gibi, enerjisi de sıfır değildir. Vakum, virtüel parçacıklarla doludur. Virtüel parçacıklar alem-i gayb içinde yüzen kütlesi ve enerjisi ölçülemeyen parçacıklardır. Vakum içinde Heisenberg belirsizlik prensibi çerçevesinde (DE Dt ³ , enerjisi ve ortaya çıktığı süre çarpımı Planck enerjisinden büyük) her türlü parçacık ve anti-parçacık sürekli var olup yok olmaktadır. Virtüel parçacıkların ölçülememesi, enerji ve zamanın küçük olması, yani belirsizliğin ters dönmesi değil, gerçek olmamaları sebebiyledir. Vakumun boş olmadığı, kutuplanabilir (polarize olabilen) ortam olduğu 1947 yılında yapılan Lamb-Rutherford deneyi ile ispatlanmıştır. Önceleri Hidrogen çekirdeği (proton) ile çekirdek etrafında dolanan elektron arasında boşluk olduğu düşünülürken, deney sonucunda bu boşluğun boşluk olmadığı, kutuplanmaya sebep olan virtüel parçacıklar veya vakum eneıjisi salınımları ile dolu olduğu bu yüzden elektronun 2S1/2 and 2P1/2 enerji düzeyleri arasında Dirak denkleminde öngörülemeyen Lamb shift adı verilen enerji farkı ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
Virtüel parçacıkların varlık alemine çıkması, görülebilir ve ölçülebilir olması için Einstein’in E=M C2 formülüne göre her parçacığın söz konusu enerjiye[8] kısa bir an değil, hep sahip olması gerekir. Günümüzün elektronları ve protonları bir zamanlar anti-parçacığı ile birlikte vakum içinde virtüel (gaybi parçacık) olarak var-yok oluşunu sürdürürken, tarihin belli bir anında, büyük ihtimalle heyulanın yaratılması hengamında veya daha önce varlık (alem-i şehadet) alemine çıkarılmış varlığı hala devam eden parçacıklardır.
Ole D. Rughede’ye[9] göre fiziki uzay aslında esir uzayıdır. Rughede esir uzayında, en küçük enerji yoğunluğunu santimetreküte 3.97 10-13 erg olarak vermekte ve bu değerin COBE Uydusu[10] tarafından doğrulandığını söylemektedir. Barbara Ryden[11] aynı şeyi başka bir birimde: bir metreküp hacimde 0.26 MeV olarak vermektedir. Birim hacim içindeki vakum enerjisi evrenin genişlemesiyle azalmaktadır. Barbara Ryden, Planck zamanında, kâinat henüz 10-44 saniye yaşında iken (sıfıra çok yakın, 1 saniyenin başında 1 sağında 44 tane sıfır olan sayıya bölünmesi kadar küçük, ama sıfır değil) bir metreküpte 10127 (1 in yanında 127 tane sırı olan sayı) MeV olduğunu söylemektedir. Bu enerji 14 milyar yıldan beri kainatın genişlemesiyle azalmış bugün 0.26 MeV/m3 değerine ulaşmıştır. Aslında Büyük Patlama teorisi bize Planck zamanında başlayıp günümüze kadar vakumdan mevcut kâinatın nasıl yaratıldığını anlatmaktadir[12]. Esir ortamı bir vakum veya vakum içindeki virtüel parçacıkların ortamı ise, kainat içindeki maddelerin esirden yaratılması akıldan uzak olamaz.
Üstad Bediüzzaman bu konuda “Fennen ve hikmeten sâbittir ki, bu haddi yok fezâ-yı âlem, nihâyetsiz bir boşluk değil, belki “esir” dedikleri madde ile doludur”13, “Fennen ve aklen, belki müşahedeten sâbittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nakili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.”[13]
“Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sâir maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sâbittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itirâza medar olmaz.“ demektedir[14].
Mahiyeti tam olarak bilinmese de esir tartışmasının bilimsel çevrelerde devam ettiğini biliyoruz. Bir şeyin mahiyetini bilmemek yokluğuna delil olamaz. Madem sanatlı, hikmetli, ölçülü, güzel, düşündürücü bir kâinat var ve Rahman-ür Rahim olan Allah tarafından yoktan, yani vakum denen boşluktan yaratılmıştır, ve madem kuantum mekaniği bu yaratılışı inkar etmeyip, onaylar tarzda başka türlü (gerçek parçacıklar virtüel parçacıların enerji ve momentum kazanmış halleridir gibi) tasvir etmektedir. Virtüel parçacıkları ile birlikte vakumun esir olması veya esir diye nitelenmesi akla aykırı değildir. Varlık alemi gibi virtüel alemin de nihayetsiz olması özelliğine bakıp diyebiliriz ki: sadece gezegenler, yıldızlar, ve galaksiler arasında değil maddenin elektronları, protonları, hatta boş uzayda ışık hızıyla gezen ışık fotonlar arasındaki boşluğu dolduran esirin varlığı elbette inkar edilemez.
Yazım aşamasında bu yazıyı okuyan, değerli görüşlerini esirgemeyen, Akdeniz Üniversitesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi teorik fizik profesörü Prof.Dr. Nuri Ünal’a ve Ankara Universitesi, Fizik Bölümü öğretim üyesi nükleer fizik profesörü Prof.Dr. Şemsettin Türköz’e teşekkür ederim.
Prof.Dr. Zeki EKER
Akdeniz Üniv. Fen Fakültesi.
Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü,
Antalya
[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/heyula
[2] Osman Karadeniz 1998, TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt 17, sayfa 294-295
[3] Said Nursi, Lem’alar. Sayfa ……
[4] https://eksisozluk.com/heyula–321592
[5] Ahmet Akgündüz, Bediüzzaman’ın İlmi Şahsiyeti Birinci Kitap Ulum-u Aliye(alet ilimleri), Osmanlı Araştırmaları Vakfı, Irmak Ofset, İstanbul 2017, sayfa 731.
[6] De Vaucouleurs and Peters (1984), Astrophysical Journal, Vol. 287, sayfa 1.
[7] Elektrik yüklü bir metal kürenin içinde elektrik alan sıfır iken, dışında sıfır değildir, uzaklığın karesi ile azalarak sonsuza kadar uzanabilir. Manyetik alanı geçirmeyen manyetik kalkan yapmak da mümkündür.
[8] Elektron için bu enerji elektron kütlesi ve ışık hızı karesinin çarpımına eşittir. Bu da 0.511 MeV dir. 1 MeV bir milyon eV, 1 eV bir elektronun 1 volt potansiyel içinde kazandığı kinetik enerji değeridir.
[9] Ole D. Rughede, 2006, On the theory and Physics of the Aether, Progress in Physics, vol 1, sayfa 52.
[10] https://www.nasa.gov/topics/universe/features/cobe_20th.html , yirmi yıl önce Kozmik Mikrodalga Zemin (KMZ) ışınımını gözleyen, kâinat sıcaklığını 2.735±0.06 Kelvin (yaklaşık -270 derece) olarak ölçen uydu.
[11] Barbara Ryden, 2003, Introduction to Cosmoloji, Pearson Education Inc.,Addison Wesley, 1301 Sansome St., San Francisco, CA 94111
[12] Plank zamanından önceki zamanlara bilim adamları tekillik (singularite) demektedirler. Singularite gerçekleşince fizik yasaları çalışmaz, iflas eder. Büyük Patlama teorisi Kainatın evrimini Plank zamanından sonra başlatmak zorunda kalır.
[13] Lemalar, 12. Lema, sayfa 74
[14] Lemalar, 12. Lema, sayfa 75