Dünyanın her tarafında Kur’an’ın Hidayet Nurlarını neşre halisane çalışan Kur’an hadimlerinin hiç bir hizmetleri boşa gitmez. Ruhlara mana ve hakikat nurlarını her zaman ve her zeminde neşre gayret etmek makbul bir dua-yı fiili olmasından tesiri er veya geç tezahür edecektir.
Bu hakikata bir numune olarak Fas’ta görev yaptığı sırada Risale-i Nur’la ve Nur talebeleri ile tanışan Malezya dış işlerinden bir bürokratın iki gün önce fuar standımızı gelmesiyle öğrendiğimiz hikayesini sizinle paylaşıyoruz.
Fas’ta bir müddet ateşe olarak görev yapmış bir Malezya Dışişleri Bakanlığı Bürokratı standımızı ziyaretinde şunları paylaştı…
“Arap baharının başladığı ilk yıllarda Fas’a ateşe olarak atanmıştım. Fasın o zamanki hali çok karışık ve insanlar manevi bir buhran içerisindeydi. Bu durumdan bizler de çok etkilenmiştik. Tam da o günlerde birkaç Türkle tanıştım. Onlarla da bu buhranlı hal ve gündüzleri bile karartan kara bulutlardan nasıl kurtulunur üzerine sohbet etmiştik. O günkü sohbetimizden çok etkilenmiştim. Sonrasında birkaç kez daha görüşme fırsatı bulmuş ve yine aynı konular üzerinde konuşabilmiştik. Zaman içerisinde biz arkadaş olmuştuk ve şunu anladım; onlardaki bu huzur ve teslimiyet Risale-i Nur’u okumaktan mütevellit fıtri bir hal idi. Orada bulunduğum süre zarfında o dostlarımla görüşmeye devam ettim. Görev sürem bitip Malezya’ya döndüğümde (3yıl önce), geçen süre zarfında alemimdeki boşluğu bir türlü dolduramamıştım. Ta ki bugün (28.04.2018) Malezya Kitap Fuarında sizinle karşılaşıncaya kadar. Daha önce hiçbir derman bu derdime hakiki çare olamamıştı.” dedi ve şöyle devam etti.”Bugün karar verdim… ben de Risale-i Nur’u okumalıyım!”
Fas’ta tohumları atılıp Malezya’da neşvu nema bulan hizmetimizin kerameti olsa gerek, O bunları samimane söylerken bizler de içimizden kalbi bir “Elhamdülillah, hizmet adına yapılan hiç bir gayret, hiç bir fedakarlık zayi olmazmış” diyorduk.
Bunun üzerine bir adet ingilizce Tarihçe-i Hayat ve malayca Mektubat satın aldı.
Konuşulanlar sadece bunlarla da sınırlı değildi. Bir keresinde Umreye gidip gelirken Türkiyeyi ziyaret etme fırsatı bulmuş. Türkiye’de bulunduğu o kısacık süre içerisinde hayatı boyunca hiç yaşamadığı kadar şaşkınlıklar ve hayranlıklar yaşadığından bahsetti. Hem tarihimize, hem kültürümüze, hem coğrafyamıza, hem de asil milletimizin duyarlılıklarına olan hayranlığını gizleyemiyordu. Ve bir çok feraset sahibi ehli iman gibi alemi islamın tekrar birleşmesinin ancak ve ancak Türkiye önderliğinde ve Türkiye’nin herkesi, her milleti kucaklayan ümmetçi politikasıyla mümkün olacağını söyledi.
Konuşulan diğer bir konu ise; asil ecdadımız, medarı iftiharımız Osmanlı İmparatorluğu ile Malezya Krallığının ortak bir tarihe sahip olduğu ve bundan sonrası için bizler ortak tarihimizde olduğu gibi güçlü bir islami inanca sahip olmak, güçlü bir müslüman devleti olmak adına ortak yapılabileceklerimiz idi…
Ne acı ki kendisini şu gerçeği itiraf etmekten de alıkoyamadı… “Ne zaman ki Osmanlı zaafa düşmüştü, alem-i islam da felakete. Sakın sakın! Siz -Türkiye- bir daha zaafa düşmeyin!”