Nurdanhaber – Mehmet BİLEN
Aidiyet duygusu, insanın fıtratında olan bir özelliğidir. Doğduğumuzda kendimizi ait hissettiğimiz bir ailede buluruz. Bebek iken dahi yabancı ellere verildiğimizde oraya ait olmadığımızı ağlayarak gösteririz. Sonra büyür ismimizi öğreniriz ve bizi bu isimle çağırmayanlara sinirleniriz; cinsiyetimizi fark ederiz ve yine bu konuda şaka yapılmasından hiç hoşlanmayız. Büyüdükçe ait olduğumuz çevreler genişler: takımımız, okulumuz, mahallemiz, ülkemiz, mesleğimiz vs. Buralara ait olmaktan mutluluk duyarız, çünkü biz bunlarla varlığımızı tanımlarız.
Fark ettiniz mi bilmem ama, kendimizi tanımlarken veya biriyle tanışırken hep ait olduğumuz çevrelerden bahsederiz. Adımız, memleketimiz, işimiz vs. Biran olsun bu özelliklerimizin olmadığını farz ettiğimizde kendimizi nasıl tanımlayacağımızı veya karşı tarafı nasıl tanıyacağımızı hiç düşündünüz mü? İşte Ku’ran aidiyet duygusunun tam da bu nedenle verildiğini şu ayetiyle ifade etmektedir: “Birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat Suresi, 13) Demek farklılıklarımız aidiyet duygusundan kaynaklanan bir durum olmakla birlikte çatışmaya değil tam tersine tanışmaya vesile olmaktadır.
Kimliğimizle Oynamak
Kendimizi tanımlamamızı sağlayan bu maddi ve manevi değerler, kimliğimizi oluşturan öğelerdir. Birisi kimlik belgemizle oynasa, mesela ismimizi, anne-baba adımızı, vatandaşlığımızı değiştirse bunu kabullenebilir miyiz? Elbette hayır! Öyleyse niçin manevi kimliğimizi oluşturan kültürümüzle ve değerlerimizle oynanmasına izin verebiliyoruz. Hatta kendi elimizle bilerek ve ya bilmeyerek bozulmasına sebep oluyoruz.
Bir gün öğrencilerimle kültür konusunu işlerken şöyle bir soru sormuştum: Hanginiz yabancı bir ülkenin bayrağı ile işlenmiş elbise giyip hatta elinde o ülkenin bayrağı olduğu halde gezmek ister? Hepsi de böyle bir şeyi asla yapmayacaklarını söylediler. Farkına varmadan da olsa birçok defa bunu yaptıklarını söyleyince, şaşırdılar ve nasıl olduğunu sordular. Ben de; o ülkenin değerlerini yaşayarak, dedim ve devam ettim: Unutmayın çocuklar, kimliğimizi oluşturan değerlerimiz bizim manevi bayrağımızdır, manevi sınırlarımızdır. Bayrağımız yerine başka ülkelerin bayraklarını sallamak veya sınırlarımıza düşmanın girmesine izin vermek bize yakışmadığı gibi köklü ve şerefli bir medeniyete sahipken başka medeniyetlerin hayat tarzını moda, çağdaşlık vb. adlar altında benimsemek de bize yakışmaz. Peygamberimiz; “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” ( Ebu Davud, Libas, 4) buyurarak bu gibi davranışlardan kaçınmamızı öğütlemiştir, dedim.
Taklitçinin Perspektifi
Başka kültürleri taklit etme yani onlar gibi olma arzusu, kişinin kendi değerlerini tam olarak tanımamasından kaynaklanmaktadır. Bunun yegâne çaresi, kültürümüzü araştırarak gelecek nesillere doğru bir şekilde öğretmek ve kıymetini benimsetmekten geçer.
Taklidin altında yatan daha vahim neden ise; kişinin değerlerini ve kültürünü eksik görmesidir. Bu durum kişiyi aşağılık psikolojisine sokar. Kendi değerleri ile barışık olamayan bu kişiler başkalarının değerleri ile önemli olacaklarını zannederler. Tabi bu durum, yapmacık bir taklitten öteye geçmeyeceğinden asla onlara benzeyemedikleri gibi kendi değerlerinden de uzaklaşacaklar, kimliği belirsiz ve tanımlanamaz bir hâl alacaklardır.
İslam’da Aidiyet Duygusu Ümmet Bilincidir
İslam; başta iman, ibadet ve ahlak kuralları ile insana aidiyet kazandıran ve bunu pekiştiren bir dindir. Çünkü iman eden bir insan Allah’a ait olduğunu ifade eder ve böylece kâinattaki konumunu da tanımlar. İbadetlerle kendini ona muhatap görür. Mesela beş vakit namaz ile bu muhataplığı her gün tazeler. Ayrıca aynı hareketleri tekrarlama, aynı kıbleye yönelme ve toplu bir şekilde ibadetleri yerine getirme gibi davranışlar kişiye, inananlar arasındaki yerini her daim hatırlatır. Peygamberimiz de bu toplumla yani İslam ümmetiyle bağdaşmayacak bazı davranışlardan kaçınmamızı öğütleyerek konunun önemine dikkat çekmiştir. Mesela bir hadisinde; “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) buyurmuşlardır.
Böylece İslam dini aidiyet duygusu ile bir ümmet teşkil etmiş ve Kuran’da; “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı sarılın.” (Âli İmran Suresi, 103) buyrularak bu bilinçle hareket etmemiz istenmiştir.
Mehmet BİLEN