Katre
Tevhid Denizinden
İfade-i Meram
Ve keza her bir zîhayat, çok isim ve sıfatların tecellisine mazhardır. Mesela, bir zîhayat vücuda geldiğinde Bâri isminin cilvesine, teşekkülünde Musavvir sıfatının cilvesine, gıdalandığı zaman Rezzak isminin cilvesine, hastalıktan şifa bulduğunda Şâfî isminin tecellisine ve hâkeza tesirde mütesanid, âsârda mütehalif çok sıfat ve isimlere mazhardır. Bu sıfatların ve isimlerin hedefleri bir olduğundan elbette müsemmaları da bir olur.
İşte her bir zîhayat, şu mazhariyetle Hâlık’ın bir olduğuna dair olan şehadetini اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile ilan eder.
Ve keza manzume-i şemsiye ile bal arısının gözleri arasındaki irtibat ve keyfiyetçe birbiriyle münasebetleri, ikisinin bir Nakkaş’ın nakşı olduğuna olan delâletlerini اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile i’lam ediyorlar.
Ve keza zerrat arasındaki cazibenin, güneş ve yıldızlar arasında bulunan cazibeye kardeş olması, her iki kısmın da bir kalem-i vâhidin yazısı olduğunu اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile izhar ediyorlar.
Ve keza terkip ve mürekkebatta görünen intizam, o mürekkebattaki her zerrenin lâyık mevziine konulmasıyla hasıl olmuştur. Binaenaleyh o zerreleri, aralarındaki münasebetler bozulmamak şartıyla, lâyık mevkilerine koyabilmek ancak bütün o mürekkebatı yaratabilecek bir kudret sahibine hastır.
İşte zerrattaki intizam ve şu vaziyetin lisanıyla Allahu ekber diyerek اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ yu okur.
Ve keza bir neviden bir ferdin, bütün efraddan imtiyazını temin edecek teşahhus ve taayyününün kalem-i kudretle yazılması, bütün nev-i beşerin mesela, efradının nazar-ı kudrette meşhud ve melhuz olduğunu istilzam eder. Çünkü bir fert, alâmet-i farikası cihetiyle bütün efrada muhalif olacaktır. Eğer bütün efrad hazır bulunmazsa taayyünlerinde, alâmatlarında muhalefetin bulunmaması ihtimali vardır. Bu ihtimal ise bâtıldır. Öyle ise bir ferdin Hâlık’ı, bir nev’in Hâlık’ı olacaktır.
Ve keza bir nev’e Hâlık olabilmek, cinse de Hâlık olabilmeye mütevakkıftır. En nihayet iş اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ da nihayet bulur.
Ve keza hilkat ve yaratılışın Vâcibü’l-vücud’a isnad edilmesini, nazarları çok kısa olanlar, baîd, garib, külfetli olduğunu tevehhüm etmekle inkârına zehab ediyorlar. Halbuki esbaba isnad edilir ise onların tevehhüm ettikleri bu’d, garabet, külfet kat kat muzaaf olarak hakikate inkılab eder. Çünkü vâcibe daha kolay olur. Mesela, bir adamdan birkaç şeyin sudûru, birkaç adamdan bir şeyin sudûrundan daha ehvendir. Mesela bal arısının hilkati, kudret-i İlahiyeye isnad edilmezse nihayetsiz müşkülat olur.
Maahâzâ vâhidin kesrete yaptığı vaziyet ve maslahatı, kesret çok meşakkatlerden sonra yapabilir. Mesela, bir kumandanın pek çok neferlere verdiği intizam vaziyetini, o neferlere verilse suhuletle yapamazlar. Demek Hâlık-ı Vâhid’e yapılan isnadda, zahiren bu’d ve garabet varsa da esbab ve kesrete edilen isnadda, muzaaf olarak müteselsil muhaller vardır. Şöyle ki:
Her bir zerrede, Vâcibü’l-vücud’un sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor. Çünkü nakıştaki kemal, sanattaki hüsün o sıfatları ister. Hem şirketi kabul etmeyen vücub hakkında, gayr-ı mütenahî şeriklerin farzı lâzımdır. Hem her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak hem mahkûm-u mutlak olması lâzım geliyor. Çünkü nizam ve intizam öyle ister. Hem her bir zerrede, ihatalı bir şuur, tam bir ilim lâzımdır. Çünkü zerreler arasında tesanüd ve muvazene vardır. Bu tesanüd ve muvazene ise ilim ile olur.
İşte eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır.
Amma sahib-i hakiki olan Vâcibü’l-vücud’a isnad edildiği vakit, o zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki:
Şemsin cilvelerine, timsallerine, lem’alarına mazhar olan su katreleri gibi; kudret-i ezeliyenin nurani tecellisine, cilvelerine, lem’alarına o zerreler de mazhar olup sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahî olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülat ve terkibat yapılır. Binaenaleyh kudret-i ezeliyenin bir lem’ası, kudretin hâsiyetine mâlik olduğundan esbabın binler lem’asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur.
Ve keza külfet ve uğraşmak da yoktur. Çünkü kudret Sâni’in zatına zatîdir, arazî değildir. Acz, kudretine tahallül edemez. Kudretin bir lem’asına zerreler, şemsler mütesavidir. Büyük, küçükten ağır ve zahmetli değildir.
Ve keza hayat, vücud, nur gibi şeylerin zahir ve bâtınları şeffaf olduğundan icadları zamanında, vesait-i esbab altında kudretin tasarrufu görünür. Evet, hayatın vaziyetlerine ve derecelerine dikkat edilirse kudretin tasarrufu görünür.
Mesela, bir salkım üzümün yapılması için ince, camid bir dal ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garib işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi aşikârdır.
Kaynak: Risale-i Nur