Aslında mühendislik eğitimi almıştı. Ama o İslam medeniyetinin izini sürdü, analitik bakış açısını yazdığı kitaplar, yaptığı belgeseller ve hazırladığı yayınlarda ortaya koydu. Türk basınının en vicdanlı kalemlerinden biri olan ve geçen yıl yaşamını yitiren Akif Emre’yi dostları onun için hazırlanan dergide kaleme aldıkları yazılarla anlattı.
Uzun yıllardır gazetecilik yapan, pek çok belgesel ve kitaba imza atan Akif Emre, Türk basınının en vicdanlı kalemlerinden biriydi. Aslında makine mühendisi olan Emre, mesleği yerine gazetecilikten belgeselciğe, yayıncılıktan TV yapımcılığı ve internet haberciliğine yayın alanın pek çok farklı biriminde çalışmalar yapan bir isimdi. İslam coğrafyasını Endülüs’ten Balkanlar’a, Çin’den Afrika’ya, Kudüs’ten İran’a kadar gezen Emre, İslam medeniyetinin izini sürdü, izlenimlerini ise çalıştığı alanlarda verdiği eserlerle kamuoyuyla paylaştı. Geçen mayıs ayında kalp krizi nedeniyle yaşamını yitiren Akif Emre, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun yayımladığı ‘Mimar ve Mühendis’ adlı derginin 99’uncu sayısında ‘Akif Emre’ye vefa’ başlığı altında işlendi. Dostları, tanıdıkları, ondan feyz alanlar yazdıklarıyla Emre’yi tüm yönleriyle anlattı.
Dergide Emre ile ilgili ‘Tanıdığım Akif Emre’ başlıklı bir yazı kaleme alan Osman Arı “Özellikle dış politika yazılarında belki de mühendis olmasından kaynaklanan, analitik bir bakış vardır. Hadiseleri bugün görünen yüzünden öte tarihi, sosyolojik ve uluslararası ilişkiler bağlamlarını da irdeleyen, popülizme asla prim vermeyen, ait olduğu ümmetin geleneğini önceleyen bir bakış açısı… Kimbilir belki de bu derinlikli bakış açısıyla Arap Baharı’nın bulunduğumuz coğrafyayı ne kadar büyük tehlikelerle yüzyüze getireceğine dikkat çekmişti” diyor. Arı, Akif Emre ile ilgili şu noktaya da dikkat çekiyor: “Son 10 yıldır İslami kesimde yaşanan muhafazakarlaşma/sağcılaşma ve Arap Baharı ile ilgili uyarıcı sarsıcı, yazılarının siyaset ve siyasete angaje olmuş kesimlerce pek de memnuniyetle karşılanmadığı hatta rahatsızlık verdiği bilinen bir husustur.”
Yakup Güler ise ‘Akif Abi çok özel bir şahsiyetti’ başlıklı yazısında onun mühendislik öğrencilerine nasıl yardımcı olduğunu şu sözlerle anlattı: “Akif Abi bize mühendislik eğitimimiz yanında özellikle okuyabileceğimiz kitaplar, konular ve şiir, sanat gibi entelektüel faaliyetlerde rehberlik yapardı. Gerek bizim kuşağa gerekse kendi kuşağındakilere fikri öncülük, ufuk açıcılık anlamında hocalık yapmıştır. Vefatından sonra bizim dışımızda da birkaç okuma grubu olduğunu öğrendim.”
Hasan Ali Yıldırım ‘Doğru bir tavır mı evladır, doğru bin tespit mi?’ başlıklı yazısında Akif Emre’nin ardından şu satırları kaleme almış: “Kendi adıma, vefatının üzerinden geçen sürenin ardından dönüp baktığımda, bu 20 yılı aşkın süre boyunca Akif Emre’nin bendeki en hayati tarafının hayranlıkla müşahede ettiğim yönünün ahlakı olduğunu söyleyebilirim. O yüzden de benim gözümde Akif Emre’nin ahlaki tavrı, düşüncelerinden bile kıymetli. Çünkü düşünceler varlıklarını aslında biraz da olaylara, olgulara ve gelişmelere borçlu. Dolasıyla iman düzeyine taşınmamış her düşünce, her kanaat, her kabul, olgulardaki değişikliklerden etkilenmek durumunda.”
Akif Emre’nin yaşadığı dönemin sorumlu, onurlu, vakur, eleştirel ve üretken bir tanığı olduğunu kaleme alan Atasoy Müftüoğlu, sözlerine şöyle devam etmiş. “Çok derin, çok anlamlı, çok ufuklu, çok boyutlu bir miras ve iz bıraktı. Aziz İslam ümmetinin bütün renklerine, sorunlarına, umutlarına bilincini ve kalbini sonuna kadar açtı. Akif Emre kendi sınırlarının farkında ve bilincinde olarak yaşadı. Bu bilinç sebebiyledir ki kendi kendisinin efendisi oldu. Bu sebepledir ki kendi eylemlerinin ahlaki öznesiydi.
1981 yılında üniversite sıralarında tanıştığı Akif Emre’yi ‘Müstağrip Aydınlar yüzyılında hikmeti kuşanmış sükut makamında konuşan bir güzel adam’ başlıklı yazısında anlatan Mehmet Bulayır’ın kaleme aldığı şu satırlar dikkat çekiyor: “Akif Emre’nin çok titiz hatta müşkülpesent olduğunu söyleyenlere katılırım. Her olaya mutlaka eleştirel bir gözle bakardı, böyle bir refleksi vardı. Kötümserlik anlamında değil ama ‘Hayalperest olmayalım, hamaset bizim işimiz değil onu yapan da bol zaten’ derdi. Bardağın dolu tarafı zaten malum, boş tarafını da görelim ve ona göre planlamamızı yapalım doğru tespit doğru planlama getirir anlamında bir yaklaşımı vardı.” Bulayır ayrıca Emre’nin ömrünü yayın faaliyetleri içinde Müslüman bir aydın rikkatiyle bir ayağı Anadolu’da diğer ayağı ümmet coğrafyasında, her daim kıyamda bir aydın olarak tamamladığını kaydediyor.
‘Akif Emre’nin mekân hassasiyeti’ başlık yazısında ise Prof. Dr. Köksal Alver, Emre’yi “Mekânın hassas bir terazi olduğunun bilincine sahip ender düşünürlerden biri” diye tanımlayarak şöyle devam ediyor: “Mekân hassasiyeti onun ruhunda izler bırakır, yaşam tarzını etkiler, görme biçimlerine yön verir. Hayli duyarlı, duygulu ve algısı açık bir zihin olarak Akif Emre’nin mekân hususunda ne kadar hassas olduğu aşikardır. Düşünsel ve zihinsel uğraklarının başında yer alan mekân, onun için bir bilinci, yöntemi, bakış açısını, tasavvuru ve hayat tarzını imler. Mekân bir bağlama dahildir, kendi başına var olan bir unsur değildir. Onu var eden temel saik ise kültür, medeniyet ve inanç değerleridir. Yani toplumların hayat tarzıdır. (…) Akif Emre’nin en fazla dikkat çektiği husus İslam dünyasındaki mekânların ve şehirlerin modern zamanlarda kimliklerini kaybetme potansiyelidir. (…) Akif Emre şehir inşası kadar şehir sorunları üzerine de düşünür ve çözümler geliştirir. Bu anlamda eleştirel düşünce muhalif duruş sergiler. Şehir politikalarına ve uygulamalarına eleştirel bir çerçeveden yaklaşır. İslam şehrinin geçirdiği dönüşümleri irdeler. Dönüşümün genelde kimlik kaybı ve yabancılaşma şeklinde olduğuna kanaat getirir. Şehirlerimizin asli hüviyetinden kopartıldığı, kurucu değerlerinden uzaklaştırıldığı ve bu şekilde kimliksiz hale getirildiği hususunda ciddi eleştiriler yapar.”
İbrahim Tığlı, Emre’yi ‘Müslüman duyarlılığın son aydın kalemi’ olarak nitelendiriyor. Tığlı, Akif Emre’yi penceresi ve kapısı olmayan bir okula benzeterek pek çok kişinin yazmasında etkili olduğunu söylüyor. Ebubekir Doğan ise “Akif Hakk’a yürüdükten sonra ne çok seveni olduğunu gördük, keşke yaşarken de görseydik” diyerek şu serzenişte bulunuyor: “Türkiye’de İslamcılığın en belirleyici siyaset olduğunu/olacağını İslamcılık için en büyük tehdidin de muhafazakârlaşma ve devletçilik olduğunu ifade etti. Muhafazakârlar, devletçiler, milliyetçiler, iktidar parsası ve rantı peşinde koşanlar ne Akif’in muhibbanı olabilir ne de Akif’i anlayabilir.”
TEKFİR EDENİ TEKFİR ETMEDİ
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, Akif’in ketum denilebilecek bir kişi olduğunu belirterek “Fazla konuşmayı sevmediği gibi her şeyi de yazmazdı. Polemik yazarı değildi. Yanlış yapan, yozlaşan, şımaran, yalaka ve ne oldum delisi öyle insan vardı ki tanıdıklarından yazacak olsa bugün bundan payını almayacak kimse kalmazdı. Bize yönelik boykot çağrıları yapanların arkasında kimler olduğunu dahi iyi bilirdi. Ama öyle yapmadı, incinse de incitmedi. Vahdet duygusunu hep muhafaza etti. Tekfir edeni tekfir etmedi. Duygusal, hassas, kırılgan bir yapısı vardı oysa ki. İçine attı her şeyi” satırlarını kaleme almış.
Mesut Zeybek ve Akif Emre’nin cenaze namazı aynı camide kılındı