Mimarlık tarihinin mihenk taşı Mimar Sinan, vefatının 430. yılında da eserlerindeki ustalık, mühendislik, ince işçilik ve mimari dehasıyla hayranlık uyandırıyor.
Kayseri’nin Ağırnas köyünde 1490’da doğan Mimar Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a getirildi. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yeniçeri olan Mimar Sinan, Moldovya (Kara Buğdan) seferinde Prut nehri üzerine 13 günde kurduğu köprü ile Kanuni Sultan Süleyman’ın takdirini kazandı ve başmimarlığa yükseldi.
Dünyada 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darülkurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eserde imzası bulunan Mimar Sinan, 9 Nisan 1588’de 98 yaşında İstanbul’da vefat etti.
Mimar Sinan’ın yukarıdan bakıldığında pergel görünümünde olan türbesi, “şaheseri” olarak nitelendirilen Süleymaniye Külliyesi’nde yer alıyor.
İstanbul’daki ilk eseri, Şehzadebaşı Camisi
Mimar Sinan’ın ilk eseri olarak Halep’teki Hüsreviye Camisi (1536-1537), İstanbul’daki ilk eseri de Şehzade Camisi (1543-1548) olarak kabul ediliyor.
Mimar Sinan’a, “kalfalık eserim” dediği ve “şaheseri” olarak nitelendirilen Süleymaniye Camisi’nin inşasındaki başarısı dolayısıyla “ulu, yüce” anlamında “Koca” unvanı verildi.
Hayatı boyunca İstanbul, Edirne, Ankara, Kayseri, Erzurum, Manisa, Bolu, Çorum, Kütahya gibi Anadolu kentleriyle Halep, Şam, Budin gibi Osmanlı topraklarında suyolları, çeşmeler, camiler, külliyeler, medreseler yapan Mimar Sinan, Edirne’deki “Ustalık eseri” Selimiye Camisi’ni 85 yaşında inşa etti.
Mimar Sinan, son eserlerinden biri olan Kasımpaşa’daki Kaptan-ı Derya Piyale Paşa Camisi’nde (1573) eski ulu camilerin planına dönüş yaparak, kuruluş döneminin özellikleriyle uzun mimarlık hayatı boyunca edindiği tecrübelerini birleştirdi.
365 eserin 100’ü İstanbul’da
Çağındaki Osmanlı toprakları içinde 365 eseri bulunan Mimar Sinan’ın İstanbul ve yakın çevresindeki illerde 200’e yakın eseri yer alıyor.
İstanbul’da ayakta kalan 100 eserden 58’i ise özgünlüğünü koruyor. Sinan’ın İstanbul’daki eserleri arasında, ilk Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa için yapılan Beşiktaş’taki türbe, Üsküdar’daki Atik Valide Sultan Külliyesi, Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı (Türk İslam Eserleri Müzesi), Ayasofya Camisi’nin minareleri ilk akla gelen eserlerinden bazıları.
Kemerburgaz’daki Havz-ı Kebir (Büyük Havuz), Eyüp’teki Kovuk (eğri) Kemer ve Zal Mahmut Paşa Külliyesi, Ortaköy’deki Hüsrev Kethuda Hamamı, Haramidere’deki Kapı Ağası Köprüsü ve Fatih’teki Semiz Ali Paşa Medresesi de ünlü mimarın İstanbul’a bıraktığı eserlerinden birkaçı.
Uzmanlara göre yabancı sanat tarihçileri, uzun yıllar Mimar Sinan’ın varlığını görmezden gelerek, Sinan’ın hakkını son yıllarda yeni yeni teslim etmeye başladı.
Çünkü Selimiye gibi bir eser ve böyle mükemmel bir kubbe, ne Hıristiyan ne de İslam dünyasında inşa edilmemişti. Özellikle kubbe mimarisinde zirveye çıkan Sinan, kubbede yapılabilecek her gelişmeyi sağladı.
“Kubbeyi zirveye taşıyan mimar” olarak da adlandırılan Mimar Sinan, kubbenin gelişebildiği en uç noktaya kadar ustalığını sergiledi. Mimar Sinan’dan sonra gelenler de ustalığı karşısında ezildi.
Yarım kubbe sorununu ilk kez ele aldı
Kanuni Sultan Süleyman’ın, Saruhan Sancak Beyi iken 22 yaşında ölen oğlu Mehmet adına yaptırdığı Şehzadebaşı Camisi, 1543-1548 yılları arasında adını verdiği semtte inşa edildi.
Mimar Sinan “çıraklık eserim” dediği Şehzadebaşı Camisi’nde yarım kubbe sorununu ilk kez ele aldı ve 4 yarım kubbeli bir yapı oluşturdu.
İlk çift eksenli ve simetrik cami olma özelliğini taşıyan kare planlı caminin üzeri, yarım küre biçiminde büyük bir kubbe ile çevresinde 4 yarım kubbeyle örtülerek inşa edildi. Bütün kubbelerin, 4 büyük fil ayağı üzerine oturduğu camide de Mimar Sinan’ın diğer eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat göze çarpar.
Şehzadebaşı Camisi’nin büyük dış avlusu altı kapılı inşa edilirken, cümle kapısı duvarının iki yanındaki ikişer şerefeli çift minaresi, yapının en dikkati çeken bölümleri arasında yer alıyor. Külliye olarak inşa edilen camide ayrıca imaret, medrese, tabhane ve türbeler bulunuyor.
Depremlere rağmen hiç hasar görmedi
Osmanlı dönemi mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Külliyesi, İstanbul’da meydana gelen yüzün üzerindeki depreme rağmen hiç hasar görmedi.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1551-1557 yılları arasında yaptırılan Süleymaniye Camisi’nin yüksekliği 53 metre, 27,5 metre çapında olan büyük kubbesi, tıpkı Ayasofya’da olduğu gibi yarım kubbe ile dayanıklaştırıldı.
Caminin avlusunun 4 köşe noktasında yer alan birbirinden farklı boyutlardaki minarelerden avlunun kuzey bölümünde yer alanları ikişer şerefeli ve 56 metre boyunda inşa edildi.
Camiye bitişik olan 76 metre yüksekliğindeki diğer iki minare ise üçer şerefeli yapıldı. Caminin ana kubbe kasnağında Mimar Sinan’ın hesaplarına göre iyi bir aydınlatma sağlamak amacıyla 32 pencere açıldı.
Mimar Sinan, cami içindeki yağ lambalarından çıkan isleri bir bölgeye toplayacak hava akımını hesaplayarak, isleri, caminin ana giriş kapısının üzerinde bir odaya topladı. Bu isler, caminin içerisini çevreleyen tezyinat işlemeleri ve hattatların kullanması için mürekkep yapımında kullanıldı.
Cami avlusunun çevresinde toplamda 28 revak bulunurken, dikdörtgen bir şema üzerinde kurulan bu avlunun tam ortasında caminin şadırvanı yer alıyor. Kanuni Sultan Süleyman ile eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri de yine Süleymaniye Camisi’nin dış avlusunda bulunuyor.
Mimarlık tarihinin şaheseri: Selimiye
Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Edirne’deki Selimiye Camisi, Türk-Osmanlı sanatının ve dünya mimarlık tarihinin baş eserlerinden kabul ediliyor.
Sultan 2. Selim tarafından yaptırılan ve 4 minaresiyle göze çarpan eser, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan’ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da gösteriyor.
Kesme taştan yapılan cami iç bölümüyle 1620 metrekare, avlusuyla birlikte 2475 metrekarelik alana inşa edildi. Yerden yüksekliği 43,28 metre olan kubbe, 31,30 metre çapıyla dikkati çekiyor.
Ayasofya’dan daha büyük olan kubbesi, 6 metre genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan 8 büyük filpayeye oturuyor. Köşelerde dört, mihrap yerinde bir yarım kubbe merkezi kubbeyi destekliyor.
Mimari özelliklerinin erişilmezliği yanında taş, mermer, çini, ahşap, sedef gibi süsleme özellikleriyle de son derece önemli olan Selimiye Camisi, mihrap ve minber mermer işçiliğinin şaheserleri arasında bulunuyor.
Osmanlı ve dünya sanatında ayrı bir yeri olan sır altı tekniğiyle İznik’te yapılan çini süslemeleri, 16. yüzyıl çiniciliğinin en güzel örnekleri olarak kabul ediliyor.
“Gördüğünüz her şeyin mutlaka bir hesabı vardır”
Süleymaniye Camisi’nin mimarisi üzerine uzun yıllardır araştırmalar yürüten ve statiğini çözen İnşaat Yüksek Mühendisi Vahit Okumuş, Mimar Sinan’a, Mimar Sinan değil Filozof Sinan dediğini çünkü filozofların unvanının olmadığını dile getirdi.
Mimar Sinan’ın sadece mimar değil aynı zamanda iyi bir mühendis olduğunu ifade eden Okumuş, Sinan’ın mühendisliğin her dalında hesaplar yaptığını, “birim daire metodu” adında kendine özgü matematiğinin bulunduğunu anlattı.
Sinan’ın hiç bir taşı veya şekli, hesap yapmadan yerine koymadığını aktaran Okumuş, “Gördüğünüz her şeyin mutlaka bir hesabı vardır. Sinan, zemin mühendisliğini, depremi biliyor. Topraktan camilerini ısıtıyor. Süleymaniye Camisi’nde is odası vardır. Hep sorarlar bana ‘is odasını anlat’ diye. Ben anlatamam diyorum. Yerini biliyorum, nasıl bir şekli olduğunu biliyorum. Bizden öncekiler sadece ‘Burada is odası, isler burada toplanıyor. İslerden mürekkep yapılıyor’ diye anlatıyor. Caminin her tarafında kandil yakılıyor. Bunlar is odasına nasıl gidiyor? Niye başka yerleri islemiyor. Araştırıyorum ve henüz bulmuş değilim. Bunun bir bilimi var.” diye konuştu.
“Nargileyi akustik için içmedi”
Mimar Sinan’ın caminin ortasında akustiği ölçmek için nargile içtiği hikayesinin anlatıldığını hatırlatan Okumuş, şöyle devam etti:
“İs nereye gidiyor? Onun sistemini öğrenmek istiyor. Ama uyduruyoruz. Uyduruk, uyduruk laflarla Sinan’ın asıl değerini kaybediyoruz. ‘Üç minaresi var, minaresinde üç de şerefesi var, bunlar da padişahları temsil eder’ gibi hikayeler, rivayetler uyduruyoruz. Onun asıl gerçeğini, matematiğini, mimarisini bulamıyoruz. Sinan’ın mimarisine yetişilmez, bugün de kimse yetişemez. Çünkü Sinan’ın kendi matematiği, doğal matematiktir. Geometriyi kullanarak çözümler üretir. Geometri insanı yanıltmaz, matematik yanıltır. Geometri yanıltmadığı için de doğal statiği bulmuş, bu statik sonucunda da doğal mimariyi bulmuştur. Önce onun matematiğini bilmeniz lazım, ondan sonra o matematik sizi yönlendirecek.”
Süleymaniye Camisi’ndeki kubbesinde küpler olduğunu hatırlatan Okumuş, bu küplerin sadece akustik için değil statik onu oraya koymaya mecbur ettiği için yerleştirildiğini, onu oraya koyarken bütünü düşündüğü için akustik için de kullandığını aktardı.
“Sinan öyle bir akustik oluşturmuş ki, hoca konuştuktan 3 saniye sonra sesi en sona geliyor. Bu ne demektir biliyor musunuz? Havada sesi asmak demektir. Bunu nasıl asıyor, bilmiyoruz.” diyen Okumuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
Sinan’ın akustiğinin, mimarisinin, vefatının üzerinden 430 yıl geçmesine rağmen hala çözülemediğini belirten Okumuş, Sinan’ın eserlerinin korunmasına ilişkin ise şunları dile getirdi:
“Bilmediğiniz bir şekilde eserlerine müdahale etmeyin, eklentiler yapmayın, değişik malzemeler kullanmayın. Bunu söylüyoruz ama minarelerin boylarını uzatmışlar, betondan duvarlar örmüşler hatta basamak yapmışlar. İnsanın içi acıyor. Restorasyonlarda bilmeden değişik malzeme kullanıyorlar ve değiştiriyorlar. Gördüğünüzü en azından değiştirmeyin. Onarırken bir yerini bozuyorlar. Akustik öyle bir şey ki caminin içinde bir yeri değiştirirseniz, örneğin dolaplar yaparsanız, ayakkabılar koyarsanız strüktür bozulur.”
“Matematiği karmaşık değil ancak ulaşabilmek zor”
Okumuş, Sinan’ın matematiğinin çok karmaşık olmadığını ancak ulaşabilmenin zor olduğunu ifade ederek, “Bugünün bütün yapılarını bu sistemle çözebilirsiniz ve doğru çözersiniz. Köprüleri dünya çözemez, sadece Sinan çözmüştür. Sinan sıfır hata ile çözmüştür. İstediğiniz yükü taş köprünün üzerinden geçirebilirim. Sinan’ın yaptığı minareler büyük bir depremde yıkılırsa, İstanbul’da taş taş üstünde kalmaz. Sinan bu kadar iyi hesap yapar ve çok iyi deprem bilgisi vardır. Bütün büyük eserleri taneli dolgu zemin üzerine yapılır. Mühendislikte denilir ki dolgu zemin üzerine bina yapılmaz. Sinan özellikle yapıyor. Niye yapıyor? En büyük deprem, kayma depremidir. Aşağıda toprak kayar, kayarken taneli olduğu için yavaş yavaş üstü harekete geçirir. Deprem ivmesi falan uydurmadır ama Sinan biliyor ve bundan ders çıkaracağız. Dünyaya mimarisinden çok bilimine ulaşmamız ve tanıtmamız lazım.” dedi.
Süleymaniye Camisi’nin altından nem gelmediğini, Sinan’ın kullandığı teknik ile bunu başardığını aktaran Okumuş, yaptığı araştırmalarda Sinan’ın izolit kullandığını öğrendiğini anlattı.
Sinan’ın, tarihin bir laboratuvar olduğunu bildiğini dile getiren Okumuş, “Romalıların eskiden yaptığı taşları tetkik eder. O taşın aynısını ocaktan alır. Dünyada zamanı test eden laboratuvar yok. Zamanı tarih test eder. Sinan, bunu biliyor. Gidiyor, gözlenmiyor. ‘Bu taş yıllarca dayanmışsa, ben de eserimi ondan yapayım’ diyor. Biz bu işin uyduruk tarafında gidiyoruz ve Sinan’ı da tanıtamıyoruz.” diye konuştu.