Yapıp ettiğimiz bütün amellerin dâimâ Allah tarafından görülmekte olduğunu ve hattâ Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e de arz edileceğini unutmayıp, gözler önünde yapamayacağımız yanlışları, gizlice yapmaktan da son derece hayâ etmeli ve sakınmalıyız. Zira bugün yanlışlardan sakınmak, kişiyi yarın mahşer gününde rezil olmaktan kurtaracaktır.
İlâhî ahlâk ile ahlâklanmak, her şeyden evvel, gönlün Allah ile beraberliğine bağlıdır. Bunun vâsıtası ise muhabbettir. Zira “Kişi sevdiğiyle beraberdir” (Buhârî, Edeb, 96.) buyrulmuştur. Bu beraberliğin bir mânâsı da husûsiyetlerin beraberliğidir. Zira muhabbet, seven ile sevilenin husûsiyetlerindeki müştereklikten kaynaklanır.
İnsanın özünde ilâhî bir sır vardır. O sır, nefha-i ilâhî olan ruhtur. Ki buna rûh-i sultânî* denir. Bir kul, Allâh’ın kendi rûhundan üfleyerek lûtfettiği rûhunu, bir de ilâhî güzelliklerle donatabilirse, Allâh’ın muhabbetine vesîle olan en güzel müştereklik gerçekleşmiş olur. Nitekim Allâh’ı seven mü’minin her hâl ve hareketi, O’nun esmâ ve sıfatlarından izler taşır.
Şunu da belirtelim ki, ilâhî ahlâk ile ahlâklanmakla kasdettiğimiz; Rabbimizin kullarında görmek istemediği azamet ve kibriyâ gibi celâl sıfatlarıyla değil, O’nun kullarında görmekten hoşnud olduğuşefkat, merhamet, affedicilik, cömertlik gibi cemâlî sıfatlarıyla ahlâklanmaktır.
Cenâb-ı Hak, bu şekilde kendi esmâ ve sıfatlarının eserlerini gördüğü kulunu sever. Meselâ; Allah Teâlâ, “tek” olduğu için tek’i, güzel olduğu için güzelliği ve güzeli, âlim olduğu için âlimleri, cömertolduğu için cömertliği, güç ve kudret sahibi olduğu için, zayıf mü’minlere kol-kanat geren madden ve mânen güçlü mü’minleri, vaadinden dönmeyen ve ahdine vefâ gösteren olduğu için vefâkârları, sâdık olduğu için doğru ve dürüst davrananları sever. Bu gerçeği, bütün cemâlî esmâya şümûllendirmek mümkündür.
ALLAH’IN SIFATLARIYLA İNSANİ TAVSÎF ETMEK ŞİRKTİR
Ancak şunu da unutmamak lâzımdır ki, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından birinin her hangi bir insana izâfe edilmesi mecâzîdir ve Oʼnun “muhâlefetün li’l-havâdis”, yani sonradan yaratılmış olan hiçbir şeye benzememek sıfatıyla birlikte telâkkî edilmelidir. Aksi hâlde, bu sıfatlardan biriyle herhangi bir insanın tavsîf edilmesi şirk olurdu.
Şu hadîs-i şerîfler, Allâh’ın muhabbetine nâil olmanın, kulun istîdâdı nisbetinde ilâhî ahlâk ile ahlâklanmasından geçtiğine dâir, ne güzel misallerdir:
“Allah Teâlâ cömerttir, ihsan sahibidir; cömertliği sever. Yine O, güzel ahlâkı sever…” (Süyûtî, el-Câmî, I, 60; Tirmizî, Edeb, 41/2799)
“…Allah Rafîk’tır (rıfk sahibidir), rıfkla (yumuşaklıkla) muâmeleyi sever. Sertliğe ve diğer şeylere vermediği sevâbı, rıfkla muâmeleye verir.” (Müslim, Birr, 77)
Yine bir defasında Rasûl-i Ekrem-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” buyurmuştu.
Bir sahâbî:
“–Yâ Rasûlâllah! İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır.” dedi.
Peygamber Efendimiz-sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunun kibir olmadığını belirterek:
“Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise büyüklenerek (Allâh’ın lûtfettiği nîmetleri nefsine izâfe ederek) hakkı inkâr ve reddetmek, bir de insanları hakir görmektir.”buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 147; Ahmed, Müsned, IV, 133)
GÜNAHA GİREN KULDUR, HAYA EDEN İSE ALLAH’TIR
Şeyh Sâdî Hazretleri, Gülistan adlı eserinde, ilâhî bir ahlâk olan “hayâ” hususunda buyurur ki:
“Günahkâr kullardan biri, kabul edilir ümîdiyle ellerini açar, duâ eder. Fakat Allah Teâlâ onun duâsını kabul etmez. O kul tekrar duâ eder, Allah yine kabul etmez. Kul üçüncü defâ ellerini açar, duâ edip yalvarmaya başlar. Bu sefer Cenâb-ı Hak buyurur ki:
«Ey benim meleklerim! Kulumun ısrarla yaptığı duâyı kabul ettim ve istediğini verdim. Çünkü bir kulumun uzun uzadıya duâ edip inlemesinden utanır, hayâ ederim.»”
Şeyh Sâdî, bunu naklettikten sonra der ki:
“Allâh’ın lûtuf ve keremini gör ki, günaha giren kuldur, fakat hayâ eden Allah’tır.”
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Rasûlü de mü’minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allâh’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (et-Tevbe, 105)
HER AN RABBİMİZİN HUZURUNDA OLDUĞUMUZU BİLEREK HAREKET ETMELİYİZ
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurmuştur:
“Hayatım sizin için hayırlıdır: Bâzı hâdiseler yaşarsınız, bunun üzerine size ilâhî vahiy ve hükümler indirilir. Vefâtım da sizin için hayırlıdır: Amelleriniz bana arz olunur, hayırlı amellerinizi gördüğümde, ondan dolayı Allâh’a hamd ederim; kötü amellerinizi gördüğümde ise sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.” (Heysemî, IX, 24)
Ümmet-i Muhammed olarak bizler de yapıp ettiğimiz bütün amellerin dâimâ Allah tarafından görülmekte olduğunu ve hattâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e de arz edileceğini unutmayıp, onların gözleri önünde yapamayacağımız yanlışları yapmaktan son derece hayâ etmeli ve sakınmalıyız. Zira bugün yanlışlardan sakınmak, kişiyi yarın mahşer gününde rezil olmaktan kurtaracaktır.
* İnsanda uzuvların faâliyetini temin ettiren diğer bir ruh daha vardır ki buna da rûh-i hayvânî denir. Rûh-i sultânî, uykuya dalan bir bedeni terk edip uyandığında geri döner. Bu sebepledir ki uyku hâlinde, zihnî melekeler faal değildir.