1953 yılında İstanbul’a gelmiş, üç ay kadar burada kalmıştı. İmkân buldukça dışarıya çıkıyor, mübarek yerleri ziyaret ediyordu. Güzel bir bahar günüydü. Hava günlük güneşlikti. İki talebesiyle birlikte, öğle namazını kılmak için, Yavuz Selim Camii’ne gitmişlerdi. Namazlarını kılıp tesbihatlarını yaptıktan sonra camiden çıktılar. Caminin önünde, Bizans’tan kalma bir su sarnıcı vardı. Tavanı yıkılmıştı. O günlerde burası bahçe olarak kullanılıyordu. Hep beraber bahçeye indiler. Rengarenk tavus kuşları, kanatlarını açmış etrafta geziniyorlardı. Bediüzzaman bu kuşları görünce hemen onların yanına gitti. Bir süre hayran hayran seyretti:
– Maşaallah, barekallah, dedi. Cenab-ı Allah ne güzel yaratmış. Ne muhteşem, ne hârika bir sanat eseri! Sonra talebelerini yanına çağırdı.– Bakın bakın, dedi. Ben Risale-i Nur’da bunlardan bahsetmiştim. Bu güzelliği onlara, Allah’tan başka kim verebilir? Kim bunların bir tüyünü yapabilir? Kuşların sahibi de onları izliyordu. Bediüzzaman, kesesinden bir miktar para çıkardı, adama uzattı:
– Bu parayla kuşlara yem alıver, dedi. Ve bir süre daha seyretti tavus kuşlarını…O gün çok sevinçliydi.
(Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler kitabından)