Nurdanhaber – Prof. Dr. Cahit KURBANOĞLU
Şarkın bağrından insanlığın hizmetine muvazzaf bir mütefekkir.
Onu ben bilgimle anlatmaya kendimi çok yetkili göremiyorum. Ancak 58 yıl önce fani dünyadan ebediyete seyahat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hangi şartlar altında dünyaya gelmiş, hangi çağda nasıl hizmetlerde bulunmuş ve ne dava etmiş?
Merhum Tahir Mutlu Ağabeyden naklen; bir medrese hocası ve zamanın kutbu, öyleki yetiştirdiği talebelerden bir tanesi ihlas üzerine ciltlerle kitap yazmış bir Hoca, Gavs ders esnasında babası gelse kabul etmez ve dersin ciddiyetine halel getirmez medrese hocası, bir gün merakla talebelerini bekletirken kendisi medreseden kapıya çıkar ve dışarda beklemeye koyulur. Talebeleri görürler ki karşıdan bir insan gelmektedir. 10-15 dakika sonra o insan medreseye vasıl olur. Medrese sahibi Gavs, O şahsı karşılar, içeri alır, izzet ve ikramda bulunur. Sonra saygıyla hürmetle kendilerini yolcu ederler.
Talebeleri merakla sorarlar: “Ya Şeyh! Bu şahıs kimdir ki bu kadar derse ara verdiniz. İzzet ve ihtiramda bulundunuz. Sonra kapıya kadar refakat ettiniz.”
Alim der ki: “O öyle bir zatın babası olacak ki, onun yerinde olmayı böyle bin Gavs’lığa tercih ederim.”
Şeyhin kastettiği şahıs, Bediüzzaman’ın babası Mirza Efendi’dir.
Şarkın yalçın kayalıklarla çevrili bir beldesinde dünyaya gelen Bediüzzaman, asr-ı hazır fen ve felsefesi ile yakından meşgul olmuştur. Hatta bu hususta bazı eserler bile telif etmiştir. Matematikte kombinasyon ve permutasyonlar üzerine telif etmiş oldukları eser, Van’da medresede çıkan bir yangın neticesinde yanmıştır. Fotografik algılama okuma metodu İle sayfaya bir defa bakması, her detayına kadar okumasına yetmektedir.
Onüç, ondört yaşlarında, zamanın alimleri ile münazaralara girmiş, yıllarını ve ömürlerini medrese tahsiline vermiş o zatların okumaya zaman bulamadıkları eserleri de okuduğu için onları ilzam etmiştir.
Şarkın milli kıyafeti ile henüz gençliği zamanında İstanbul’a gelerek adeta her alandaki bilim insanlarına, bilimdeki malumat ve rüsuhunu ispat etmek için; “sual sorulmaz fakat her türlü suale cevap verilir,” diye kalmış olduğu otelin kapısına asmış olduğu ilanda bütün bilim adamlarını münazaraya davet etmiştir.
Bediüzzaman daha genç yaşlarda iken siyasetin her alanında söz sahibi olmuş, bir çok imkanlar elde etmiş ve bir çok alanda da ikazlarda ve nasihatlerde bulunmuştur.
Bediüzzaman askeri alanda da bir dehadır. Hem doğuda ve hem de batıda gönüllü alay komutanı olarak birlikleri ile düşmana karşı savaş vermiş, doğu cephesinde Rusya’ya esir düşmüştür. Esarette Kosturma‘da düşman komutanına karşı İslam’ın ve ilmin izzetini muhafaza ederek ayağa kalkmadığı için idamla yargılanmıştır. Daha sonra da esaretten kurtularak Balkanlar üzerinden İstanbul’a avdet etmişlerdir.
O zaman Anglikan Kilisesi baş papazının İslamiyetten sorduğu ve 600 kelimeyle cevap istediği altı sorusuna, Dar-ul Fünun-u İslamiyye Azası olan Bediüzzaman, bir tükrükle cevap vermişlerdir. Demişlerdir ki böyle düşmanın ayağını boğazımıza bastığı bir dönemde bizden sormuş olduğu bu sorulara 600 kelimeyle değil, altı kelimeyle değil, bir tükürükle cevap veririz. “Tükürün ehl-i zulmün merhametsiz yüzüne.” Hatta bu cevapları yüzünden İngilizler kendini suikast için yakın takibe almışlardır.
Bediüzzaman’ın İstanbul’daki bu kahraman duruşu karşısında Reis-i Cumhur tarafından kendileri Ankara’ya, meclise davet edilir.
Davete icabet eden Bediüzzaman, orada görürler ki bir cihan harbi kazanılmış, buna karşılık milletvekilleri namaz kılmıyorlar. O da meclise bir hitapta bulunur. Bunun üzerine namaz kılanların sayısı yüze ulaşır.
Reis-i Cumhur kendileri ile görüşerek: “Hocam, biz sizi çağırdık ki yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz namaz hakikatini ortaya atarak ihtilafa sebep oldunuz.” der.
Bunun üzerine Bediüzzaman, Reis-i Cumhura cevaben: “Paşa paşa kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduddur.” diyerek artık siyaset yoluyla İslâmiyet’e hizmet edilemeyeceği kanaatine varır ve Van’a bir mağaraya inzivaya çekilmeye karar verirler.
Van’da Bediüzzaman’ı rahat bırakmazlar. Oradan batıya sürgün edilir. Artık hapishaneler ve zehirlenmeler dönemi başlar. 18 defa zehirlerler. 28 defa mahkemeden mahkemeye hapishaneden hapishaneye gönderilirler. Artık Bediüzzaman’ın Barla, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağı, Afyon, Isparta hayatları başlar.
Bundan sonra Bediüzzaman birçok safhalar neticesinde Risale-i Nur Külliyatının telifine vesile olmuştur. Artık direk Kuran’dan ilham alarak asrın yüzüne gerçekleri yansıtmıştır. Çünkü eskiden İslamiyete hücum cehaletten gelmekteydi. Onun izalesi kolaydı. Bir ayetle veya bir hadisle o tereddütler ve itirazlar cevaplandırılıyordu.
Ama şimdi zamanımızda İslâmiyet’e hücum, taaruz ilimden, fenden ve felsefeden geldiği için onun cevaplandırılması zor olduğunu görüyorlardı. Allah’a Peygambere, Kur’an’a inanmayan bir nesil vardır. Bunların ayet meali ile, Hadislerle tereddütleri nasıl izale olacaktı.
Onun için tevhit akidesi Bediüzzaman’ın birinci davası oluyordu. Sonunda elbette Kur’an, Risalet, Haşır, Kader gibi kimsenin cesaret edip söz söyleyemediği konularda, Kur’an tefsirleri telif etmiştir. Asrın insanlarını ve gençliğini bu tarz cereyanlardan kurtarmak için Kuran’dan bu hakikatleri bizlere yansıtma hizmetine vesile oluyorlardı. O önemli hedefini aşağıdaki şekilde özetlemekteydi.
“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun! Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.” Said Nursî, Şualar/500
Görülmektedir ki Bediüzzaman’ın gayesi, hayali kendini kurtarmak veya maddi ve manevi bir menfaat elde etmek değildir. Bütün hayali gençliğimizi sürüklenmek istenen bataklıktan kurtarmaya gayret etmektir. Özellikle Türk gençliği de bu programının ilk sırasındadır.
O noktada kendileri demektedirler ki: “Beni skolastik bataklığa saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar. Ben asr-ı hazır fen ve felsefesi ile ilgilendim. Bu hususta bazı eserler de telif ettim. Ben cemiyetin iç hayatını, manevi varlığını, iman ve vicdanını terennüm ediyorum, anlatıyorum.”
Ben Kur’an’ımızı yeryüzünde cemaatsiz görürsem cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimizin İmanını selamette görürsem cehennemin alevleri içerisinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gülistan olur, diye çok iddialı bir dava anlayışıyla kendisi hizmetine devam etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bu düşünceyle zulüm ve baskı altında hizmet ederken, kendisini rahat hizmet edebileceği bir yere götürmek istemişler. Yurtdışında her türlü imkan verelim, sen hizmetine orada devam et, demişler.
Fakat Bediüzzaman Türkiye’ye o kadar çok önem vermektedir ki; “hayır ben burada kalmak istiyorum, ülkeme hizmet etmek istiyorum. Mekke’de dahi olsam buraya gelmek gerekir. Çünkü burası gerçekten çok önemlidir, diyerek her türlü baskılara katlanmış ama bütün mesaisini ülkesine hasretmiştir.
Bügün Bediüzzaman’ı yakından tanımayanlar hala Şeyh Said ile karıştırmaktadırlar. Oysa Bediüzzama, Şeyh Said’e isyanından vaz geçmesini söylüyor. “Evliyalar yetiştiren bu milletin evlatlarına silah çekilmez” diye ikaz etmiştir.
O zamanın mahkemeleri kendilerini şeriat istemişsin diye yargılamışlardır.
Sorgulandığı zaman ise mahkemede; “Evet ben de şeriat istedim. Şeriat’ın bir hakikatine bin ruhum olsa feda ederim. Ama isyancıların istediği gibi değil” diye, mahkemede heyete şeriatı anlatır.
İdamlıkla yargılanırken berat eder. Mahkeme heyetine teşekkür etmesi gerekirken o yapılan zülmü tasvip etmediği için mahkemeden Beyazıt Meydanı’na kadar; “yaşasın zalimler için cehennem” nidalarıyla yol alır.
Bugün artık Bediüzzaman’ın telif etmiş olduğu eserler elli, altmış dile çevrilmiş. Dünyanın her yerinde o ülkelerin gençliği nurla imanlarını kurtarıyorlar.
O ülkeler Üniversitelerinde bu konularda araştırma enstitüleri kuruyorlar. Master ve doktora çalışmaları yaptırıyorlar.
Bu eserlerden hakkı ile istifade edenler elhamdülillah kendilerini dünyevi makama, mevkiye, paraya ve siyasete alet etmiyorlar. Bir insanı kazanmak bütün insanlığı kazanmaktır. Bir insanı kaybetmek bütün insanlığı kaybetmektir, görüşüyle idealiyle hareket ettikleri için, inşaallah bu hizmet kıyamete kadar hiçbir maddi menfaate ve siyasete alet olmadan devam edecektir.
Demokrat Parti Hükümeti’ni manevi dualarıyla destekleyen Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin vefatından kısa bir süre sonra, Türkiye’de ihtilal meydana geliyor. Ülke adına maddi ve manevi büyük yaraların açılmasına sebep oluyor. Ama elhamdülillah Bediüzzaman’ın açmış olduğu hizmet kervanı bütün şevk ve gayreti ile devam ediyor. Ruhu şad olsun.
Cahit Kurbanoğlu