Nurdanhaber- Ahmet ALTUĞ
2019’u kazanmak için elinden gelen her şeyi yapan, ittifaklar kuran Sayın Cumhurbaşkanı’mız, birileri tarafından alçakça bir tertiple yalnızlaştırılmak isteniyor. Haydi hüsn-ü zan edeyim, sâdık ahmak(ki mert düşmandan daha tehlikelidir)lar da bilmeyerek buna alet oluyor olabilir. Daha önce İhsan ŞENOCAK hoca, şimdi de Nurettin YILDIZ ve Faruk BEŞER hocalar üzerinden kalleşçe, insafsızca vicdansızca.. ne derseniz deyin algı operasyonu yapıyorlar. Amaçları, 15 Temmuz’da iç ve dış hainlere karşı Cumhurbaşkanı’mızın önderliğinde birbiriyle kenetlenen ve bütün hain planları akim bırakan Anadolu insanının, “Zeytin Dalı” harekatının sonuç almaya yaklaştığı şu günlerde Cumhurbaşkanımız’a olan itimadlarını sarsıp arasını açmak, hem Ona, hem de Türkiye’ye diz çöktürmek. Belki de kim bilir “bin sene de sürse devam edecek” denilen 28 Şubat Postmodern darbesinin suçlularının cezalandırılmasına bir hafta kala gündemi bulandırmak. Bundan sonra Medya, siyaset ve ekonomi ayağına sıra gelecek çünkü. Bu sebepten ne yapıp edip, en büyük engel gördükleri Sayın Cumhurbaşkanı’mızı hal’ etmek istiyorlar. Bu hain emellerine ulaşmak için her şeyi denediler olmadı. Şimdi sıra en hassas noktadan vurmaya geldi: Anadolu insanının hassasiyetle üzerine titrediği değer yargılarına sahip çıktığı ve bunun için de Tayyip Erdoğan’ı baştacı yaptığı bu en önemli sebebi yok etmek. Zira şimdiye kadar yaptıkları gibi doğrudan dine hücum etseler, yine kaybedeceklerini biliyorlar. “Öyleyse Tayyip Erdoğan ile Anadolu insanının arasını açmalıyız” dediler. Peki nasıl olacak bu? Reis ile aramızı perçinleyen güvenilir kanaat önderlerine itibar suikastı yaparak. İşte bu sinsi planı, son vurucu ve öldürücü darbe olarak devreye soktular. İlk baştan söylüyorum: Bu ahlak yobazları üsluptan değil, İslam’ın bizzat kendisinden rahatsız oluyorlar. Uyanık olalım başka kurban vermeyelim.
Hiç tereddütüm yok yüzde yüz katiyyetle söylüyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın danışmanları Nurettin YILDIZ Hoca’nın 3 konuşmasını da Doğan medyası gibi kırpıp Cumhurbaşkanı’mıza sunmuşlar. Yine aynı algı operasyonu ile istifa ettirilen İhsan ŞENOCAK Hoca hakkında da yanlış bir dosya gönderildiğine inanıyorum. “İki laf bir sihirdir” derler. Sayın Cumhurbaşkanı’mız da bir insan. O da bu yanlış telkinlerden etkilenip hata edebilir. İşte ilk konuşmasıyla zihinlerimizi karıştırdı. Ancak haklı feryatlar ve itirazlar karşınsında dünkü konuşmasıyla benim gibi tereddüde düşenlerin gönlüne su serpti elhamdülillâh. Zaten biz O’nu bu yönünden dolayı çok sevdik. Yönü halkın ve Hakkın tarafında olduğu için yani. “Siz yanlış yapıyorsunuz” dediğimizde burunlarından kıl aldırmayanların yanında O, hiçbir zaman sırtını bize dönmedi. İtirazlarımızı kulak ardı etmedi diye harbiden ve harbi olduğu için sevdik biz O’nu. “Yine aldatıldım, yanlış yaptım” deyişini de sevdik. İşte harbi hocalarımızdan hem İhsan Hoca, hem de Nurettin Hoca’yı defe koymalarına sebep olan o kayıtlar baştan sona insafla dinlendiğinde hakikatı herkes gibi O da görecektir. Diriliş Ertuğruldaki İbn-ârâbi sahnesi gibi. Diriliş filminin bir sahnesinde, Sadettin Köpek’in entrikaları neticesinde Ertuğrul Gazi idam edilmek üzereydi ve Sultan Gıyasettin neredeyse adaletten şaşıyordu. Adalet divanı tam kararını vermek üzereyken, divana cesurca girip Sultana ikazda bulunan ve adaletle davranması için nasihat eden bir İbn-i Ârâbi vardı. Bu sahne bizlere, cesur bir İslam âliminin nasıl olması gerektiğini gösteren en güzel misaldir. Ulemanın ümera karşısında gösterdiği bu cesaretin genetik kodları Selef-i salihin dönemindeki güzel örneklerde aranmalıdır. Geçen akşam bir programda Yusuf Kaplan Hoca da feryat ederek dillendirdi. Sayın Cumhurbaşkanımız, kendisine yanlış, eksik, ters, kasıtlı.. bilgi vererek yanıltan ve yanlışlığı gördüğü halde itiraz etmeyen bu yalaka, dalkavuk veya ferasetsiz belki de kripto danışmanlarından bir an önce kurtulmalıdır. Bu süreçte, İslam hukukunda var olan bir takım ictihadları gizleyerek, karşı medyanın dolmuşuna binen veya dolduruşa gelen Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerine de dikkat etmelidir Cumhurbaşkanımız. Bunlar herhalde Diriliş Ertuğrul’u da izlemiyorlar. İzleseler ne yapmaları gerektiğini İbn-i Ârâbi’den öğrenecekler. Sayın Cumhurbaşkanı’mıza direkt ulaşamadığım için soruşturma geçirebilirim ihtimalini de göze alarak şöyle izah edeyim:
Mesela tartışılan konulardan biri olan küçüklerin evlendirilmesi konusunu ele alalım. Bu konu ile ilgili cuma hutbesinde, Kur’an ve sünnete göre delilleri olan bir fetvayı inkar edip “..çocukları velilerinin evlendirebileceğinin dini ve ilmi hiçbir meşruiyeti yoktur..” diyerek meşru bir içtihadı yok saymak yerine, “muhterem müslümanlar! Bu hususta şöyle farklı bir ictihad daha var: Evet İslam dininde bazı müctehidlere göre veliler küçük çocuklarını evlendirebilirler; ancak diğer bir ictihad ile düzenlenen 1917 tarihli Osmanlı aile hukuku kararnamesi, bu meseleyi 18 yaşı ile sınırlandırmıştır. Buluğ çağından sonra olmak şartıyla, bu yaştan önce olan çocukları velileri isterse evlendirebilirler. Bakın İslam şeriatının rahmetine ve cihanşumullüğüne; 18 yaşından önce evlendirilip kanuna aykırı hareket ettiği için, babaları hapiste çile çeken çocukların ve annelerinin sıkıntıları da bu düzenleme ile giderilebiliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak biz de kurulumuzun bu fetvasını benimsiyoruz…” deseydi tartışmaların kamuoyundaki kısmını bitirirdi. Diğer yandan Diyanet İşleri Başkanlığındaki alimlerimiz, eslafından ilham alarak cesaret edip de: “Sayın Cumhurbaşkanım, danışmanlarınız sizi yanlış bilgilendirmişler. Medya, herkesin bir tık ile ulaşabileceği ve saklanması da mümkün olmayan bir ses kaydını cımbızlayarak sonra da mıncıklayarak algı oluşturmaya, sizi de yanıltmaya çalışıyor olabilir. Biz her iki hocamızı da tanıyoruz, söylemlerini de takip ediyoruz. Vakıa üsluplarından biz de zaman zaman rahatsız oluyoruz ve ikaz ediyoruz. Ancak her iki hocamız da Feto gibi takiyye yapmadan, hakikatı eğip bükmeden kitabın ortasından söyleyen hocalarımız. Bütün hainlere karşı samimiyetinizi ve delikanlılığınızı gören bu millet, nasıl arkanıza düşmüş ve yıllarca sizi takip emişse, bu hocalarımız da sağa sola dalkavukluk yapmadan, cesaretle fetva verdikleri ve sizin gibi dik durdukları için halk nezdinde itibar ve itimadı olan hocalarımız. Ve her ikisi de 15 Temmuz’da talebeleriyle beraber etrafınızda etten duvarlar ördüklerine şahidiz. Siyasi istikametini bu mutemed hocalara göre tayin eden yüz binler var. Bu tavrınız ve beyanlarınızla onları küstürebilirsiniz. Mesela İhsan Hoca, hem milli görüşü, hem büyük doğuyu, hem medreseyi, hem tasavvufu, hem Kur’an ve Sünnet hassasiyeti olan STK ve cemaatleri, hem akademiyi hem de Diyaneti şahsında cem etmiş bir kardeşimiz. Belki de bu yüzden itibar suikastına uğratıldı. İkinci tavzih konuşmanızdan cesaretle, uygun görürseniz istifa etmek zorunda bıraktığımız hocamızı hatamızın telafisi olarak göreve iadesini teklif ediyoruz. Her iki hocamızın samimiyetine inanıyoruz. O ses kayıtlarını Siz de baştan sona izlerseniz inanıyoruz ki, aynı kanaate sahip olursunuz. Bizler resmi konumumuz gereği sizi zor durumda bırakmamak için her topa çıkmıyoruz. Hem bu çocukların evlendirilmeleri konusunda farklı ictihadlar da var. Onlara göre amel edersek hiç bir problem kalmaz. Hem, velilerin rızası ile buluğ çağından sonra ama 18 yaşından önce evlendirilip de mer’iyyetteki medeni kanuna aykırı hareket ettiğinden şu anda çocuğundan, hanımından ayrı kalarak hapislerde çile çeken kardeşlerimizin de kurtulmalarına sebep olacak bir düzenleme bu..” diyerek 1917 tarihli Osmanlı aile hukuk kararnamesini takdim etmiş olsalardı sayın Cumhurbaşkanı’mız İslam’ın güncellenmesi ile ilgili yanlış anlaşılan o konuşmayı yapar mıydı?
Sayın Cumhurbaşkanı’mızın ilk beyanatını biz birbirimize izah edebiliriz. Elbette ki, İslam’ın furuatında tebeddül-ü ezman ile tebeddül-ü ahkamın söz konusu olduğu hükümler vardır ve Cumhurbaşkanı’mızın da kastettiği, bu alandır. Ama avam-ı müminin bunu böyle anlamıyor. Sokağa çıkın, çok değil rastladığınız ilk 10 kişiye “Cumhurbaşkanı’mızın ‘İslâm’ın güncelleştirilmesi’ ifadesinden ne anladınız” diye sorarak bir sosyal araştırma yapın, bunu sizler de görürsünüz. Bir de karşı medyaya bakın, işi nereye kadar götürüyorlar; “Mustafa Kamal’in de yapmak istediği işte buydu” diyenler var. Diğer yanda akademya ayrı bir alem. İki gündür yorumları takip ediyorum; dün de bir İlahiyatçıyı dinledim, şaşırdım. “Güler misin, ağlar mısın bu ne tutarsızlık” dedim kendi kendime. Güya koca ilahiyatçılar, konuşması gerektiği zamanlarda susmuş şimdi ahkam kesiyorlar. Hem “geçmiş Mezhep imamlarının ictihadlarını mutlak nass haline getirdiler” diye sızlanıyor, hem de “ictihadı bir merkezde toplamak ve bu işe bir disiplin getirmek gerekir” diyor. Kardeşim, hani ictihad kapısı açıktı! İctihadı bir elde toplamak o kapıyı otomatik olarak kapatmaz mı? Hem de o tek ictihadı nass haline getirip İslam’ı donuklaştırmaz mı? Bırak bu masalları bir kenara. İlmi kapasiten ve de cesaretin varsa sen de yap ictihadını. Senin ilmine itimad edenler de senin ictihadına göre amel etsin. Kavga etmeye ne gerek var? Reis-i cumhurumuzun arkasına saklanıp da benim itimad ettiğim hocalarıma ve Din İşleri Yüksek Kuruluma laf etme.
Sayın Cumhurbaşkanım, bu fikirdeki tutarsız ilahiyatçılara aldanıp da bir hataya daha düşme. Zira, Bediüzzaman’ın, 27. Söz ictihad risalesindeki ifadesiyle söyleyecek dursak “Her müstaid, müctehid olabilir, müşerri’ olamaz.” Gerekçeli sebep dediğimiz “illet” hak olduktan sonra farklı hükümlerin olması tabiidir ve bu bir zenginliktir. Ama herhangi bir ictihadı birbirimize dayatmak yanlıştır, İslam’ın cihanşumûllüğü ilkesine de terstir. Hem tenkid edilen Hocaefendilerin hiçbirisi kendi tilka-i nefislerinden o fetvaları vermiyorlar, önceki müctehidîn-i izâmın fetvalarını naklediyorlar. Hangisinin delilini daha kuvvetli görürsen onun ictihadına tabi olursun olur biter. Ancak hak gerekçelerle ictihad etmiş bir müctehidin istinbat ettiği bir hükmü, musab görmemenin ötesinde o müctehide hakaret etmeye kimsenin hakkı yoktur. Hatta Ululemr’in bu ictihadlardan herhangi birisini memleketin tamamında birlikteliği sağlamak, hukuki karmaşayı önlemek için tamim etme hakkı da vardır. Bunun ötesi haddi aşmaktır, ihtilaftır, ithamdır, tekfirdir, kavgadır, nihayet Allah korusun kardeşlerin birbirini boğazlamasıdır. Bu ihtilaflar içerisinde vahdeti temin etmenin çaresi; “Hak taaddüt edebilir” anlayışının ifadesi olan “musavvibe”ci bir bakış açısına sahip olmaktır. “Tahtieci” bakış açısı ise, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, Müslümanlar arasında ittihad-ı İslam için lâzım olan tesanüd-ü ervah(ruhların dayanışması), tevhid-i kulûb(kalplerin birliği), tahabbüb(müminlerin birbirini sevmesi) ve teavüne(birbiriyle yardımlaşma) büyük rahneler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz. Allah vahdetimizi bozmasın, bozmak isteyenlere de fırsat vermesin Amin.
Ahmet ALTUĞ
Eğitim Görevlisi