Nurdan Haber

Kadın Aile hayatının temel taşıdır

Kadın Aile hayatının temel taşıdır
10 Mart 2018 - 11:59

Nurdanhaber – Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ

İSLÂM HUKUKUNDA KADININ HUKUKİ DURUMU

I- KADIN AİLE HAYATININ TEMEL TAŞIDIR

Tarih boyunca insanlık, kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenmesinde, ifrat ve tefritlerden kurtulamamıştır. Bir taraftan “anne”lik vasfıyla insan varlığına sebep olan, “eş” sıfatıyla dünya hayatının iniş ve çıkışlarında erkeğe yol arkadaşlığı yapan kadın; uzun zamanlar bir hizmetçi ve köle seviyesine düşmüş, âdi bir eşya gibi alınıp satılmış, mülkiyet ve miras gibi temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılmıştır. Diğer taraftan da aynı kadın, liyakatinin çok üstünde büyütülüp göklere çıkarılmış, neredeyse mukaddes bir varlık gözüyle bakılır olmuştur.

İster bir köle gibi kabul edilsin, isterse tapılacak bir tanrıça seviyesine çıkarılsın-kadının aile hayatının temel taşı olduğu, bütün insanlık tarihi boyunca inkâr edilememiştir. Zaten insanın yaratılışı da bu hükmü doğrulamaktadır. Gerçekten, insanın bu dünyada en fazla muhtaç olduğu şey, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır. İnsanlar böyle bir kalbi elde etmeli ki karşılıklı olarak sevgilerini, şevklerini ve kederlerini mübadele edebilsinler; lezzet ve sevinçlerde ortak olsunlar; gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine yardım etsinler. İşte bu mukabil kalp, kalplerin en letâfetlisi ve en şefkatlisi olan kadın kalbidir. Bu manayı sezinleyen J.J. Rouseau “kadınlar dünyanın en güzel nısfıdır (yarısıdır)?” demiştir.

Gerçekten insanın sığınağı, bir çeşit cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Herkesin hanesi küçük bir dünyasıdır. Aile hayatının mutluluğu ve hayatı ise, karı kocanın birbirine karşılıklı olarak, samimi, ciddi ve fedakârâne hürmet ve merhamet etmesi ile olabilir.

Bu böyle olmakla beraber, insan oğlunun en fazla dengesiz hareket ettiği, ifrat ve tefritlere saptığı konuların başında kadın konusu gelmektedir. İnsanlık tarihinde kadın, bazen köle, bazen pazardaki mal, bazen tapılması gereken bir tanrıça, bazan da yerli yerinde değeri olan cemiyetin bir parçası olarak görüldüğünü müşahede etmekteyiz.

Bu araştırmamızda “tarih boyunca kadının durumuna” bir kaç cümle ile de olsa kısaca işaret edeceğiz. Özellikle Türk toplumuna bin senedir etkili olan İslâm Dininin kadına verdiği önem ve tanıdığı haklar üzerinde duracağız.

II- DEĞİŞİK TOPLUMLARDA KADININ FİİLÎ VE HUKUKÎ DURUMU

Bir şeyi olduğundan fazla göstermek de, olduğundan az göstermek de hatalıdır, yanlıştır. Eskilerden kalma bir vecizemiz vardır. “Mübalağa zemm-i zımnîdir” yani bir şeyi övmede bile aşırılığa gitmek, aslında zımnî bir yermedir. Kadın konusunda da böyledir, önemli olan dengeyi bulmaktır. Kadını göklere çıkarmak da hatalıdır.

M.S. 586 yıllarında Fransa’da yapıldığı gibi “Kadın insandan sayılır mı? yoksa sayılmaz mı?” diye âdi bir münâkaşa da yapmak hatalıdır . Şimdi tarihin bazı yanlış ve doğru yargılarını kısaca gözden geçirelim. Yalnız konuyu ikiye ayırarak incelememize devam edelim.

1) Eski Toplumlarda Kadının Durumu
A) Hintliler, Hititler, Sümerler, Amazonlar

Eski Hint hukuku, kadına hiç bir hak tanımamaktaydı. Kadın evlenme, miras ve benzeri haklara sahip değildi. Budizmin Kutsal kitabı Vada’larda kadın kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir yaratık olarak nitelendirilmektedir . Hatta Budizmin Kurucusu Buda, önceleri kadını dinine kabul etmiyordu. Bir defasında yakın dostu ve amcazâdesi olan Anendaiya şöyle demişti: “Kadını bu dine kabul etmeseydik Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi. Fakat artık, aramıza kadın girdikten sonra, bu dinin uzun yaşayacağını sanmıyorum” .
Hititler ve Sümerler’de de, evde mutlak hâkim sadece baba olduğu kesindir. Ancak Hindliler de olduğu gibi kadına karşı hunharca ve barbarca bir tutum içinde olmadıkları da bir gerçektir. Hititlerde koca öldüğünde kadın, aile içinde akrabalara devr ediliyordu. Çalışma hayatında da kadın erkeğin yarısı kadar ücret alabiliyordu. Bunlara ait kanunun 190. maddesi ise aynen şöyleydi: “Ölen babanın ardından üvey anayla evlenmek suç, değildir” .
Zikredilen bu kadın hakkındaki yanlış görüşlerin yanında, kadını tapılacak bir varlık görecek kadar ileri giden bir toplumu da görüyoruz. Amazonlar. Kimi tarihçilere göre efsânevi; kimine göre gerçek olan Amazonlar, tamamen kadınlar tarafından idare edilen bir toplumdur. Bunlar Maadlı bir savaş tanrıçasının bir çeşit silahlanmış râhibeleri olduğu sanılmaktadır .

B) Yunanlılar

Eski Yunan’da kadın hor ve hakir görülüyordu. Hukuki açıdan çarşıda satılan ve satın alınan bir mal parçasından ibaret sayılmaktaydı. Her çeşit hürriyetten mahrumdu. Miras hakkı yoktu. Erkeği, istediğini ona koca olarak kabul ettirirdi. Kadının tasarruf hakkı yoktu. Boşanmada erkek mutlak yetkiye sahipti. İstisnâî hallerde kadına boşanma hakkı verilmişti. Yunan Mitolojisinde hayâli bir kadından bahsedilmektedir: Pandora. Bu hayali kadın, güya insanın başına gelen her tür felâket ve musibetlerin müsebbibidir .

Isparta’da durumun aynı olduğu söylenemez. Ancak Aristo, Isparta ahalisini kadınlara verdikleri bazı hak ve hürriyetlerden dolayı ayıplıyordu. Yunan medeniyeti zirveye çıktıkça, fuhuş da yayılıyordu. Kadınlar bir zevk aracı ve şehvetleri tatmin âleti haline gelmişti. Eflatun’a göre “Kadın elden ele orta malı olarak gezmeli”ydi .

Bazı zamanlarda ise, kadına değer verildiğinden değil, zevk âleti olmasından dolayı onun tapılacak bir tanrı mesabesinde görüldüğünü tarihden öğrenmekteyiz. Örneğin Yunan tanrıçası Aphrodite bir tanrının karısıydı .
Özetle belirtmek gerekirse eski kavimlerin en medenisi ve en irfanlısı olan Atinalılar arasında kadınlar çarşılarda satılır, başkalarına ihâle olunur zevke tabi bir âletti. Kadın ev işleri için, çocuk doğurmak için lazım, buna rağmen fena bir vasıta idi. Bir Atina’lı istediği kadar kadın alabilirdi. Dö Mosten, Yunanlıların üç sınıf kadına sahip olduklarını söyler. Bunlar meşru karılar, yarı meşru karılar ve fâhişeler .

C) Romalılar

Romalılarda da mutlak hâkim baba idi. Çocukları üzerinde istediği gibi tasarruf ederdi. Kız çocukların mülkiyet hakkı yoktu. Mal kazanırsa aile reisinin malına ilâve edilirdi.
Ancak Justinianus (M.S. 527-565) zamanında çıkarılan kanunlarla, kadınlara bazı haklar verilmiştir. Justinianus kendisiyle, kadınların koruyucusu olmakla övünürdü. Gerçekten kadınlara miras hakkı tanınmıştı. Kadın, kısmen de olsa kocasının ve babasının tasallutundan kurtularak serbest bir hayata kavuşmuştur. Evlenme kanuni bir sözleşme (civil contract) haline gelmiştir. Boşanmada kolaylık sağlanmıştır. Ancak bu o kadar ileri gitmiştir ki Romalı büyük düşünür Sineki’ya şu sözü söylettirmiştir:

“Zamanımız Roma’sında boşanma hadiseleri artık ayıp sayılmamaktadır. Kadınlar bir ömür boyu, yaşları sayısınca belki daha fazla erkeklerle evlenebiliyorlar” .

Bütün bu hükümlere rağmen, devletin kadınları, istenilen kadınla gece hayatı yaşamaya engel değildi. Birden fazla kadınla evliliğin medeni kanunla yasak edilmesi, halk üzerinde bir etki icra etmemişti. Bilakis bu yasak, birinci kadınların dışındakilerin çok feci hayat şartları içinde hayatlarını idâmeye sebep olmuştur .

Zaten bu yasak, Cumhuriyetin ilk devirlerinde yoktu. Bazı yasaklara rağmen imparatorluk tebaası istediği kadar kadınla birleşebiliyordu .

D) Eski Araplar (Cahiliye Devri)

Câhiliye devri dediğimiz İslâm’ın gelişinden önceki dönemlerde Arap yarımadasında genel olarak orta ve aşağı tabakalarda kadının hiçbir önemi ve değeri yoktu. Bu durum zaten doğuştan başlıyordu. Bir adamın erkek çocuğu doğarsa sevinir, şenlik yapar, kız çocuğu doğarsa utanırdı, sanki bir suç işlemiş durumuna düşerdi. Kur’ân bu adetlerini “Bak verdikleri bu hüküm ne kötüdür” diye ayıplıyor ve kız¬erkek ayrımını şiddetle eleştiriyordu.

Cahiliye devri Arapları, üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı: At, kadın ve ev .
Cahiliye devrinde Araplar “mızraklarıyla çarpışmayan ve yurdunu müdafaa etmeyen mirasçı olamaz” derler ve kadınları mirasçı kabul etmezlerdi. Halbuki Kur’ân bu yersiz âdeti “Erkeklerin de ana baba ve yakın hısımlarının terekesinde payları, kadınların da ana baba ve yakın hısımlarının bıraktıkları terekede payları vardır. Azından da vardır, çoğundan da. Bu paylar Allah tarafından takdir edilmiştir” . buyurarak lağvediyordu.

Aile hayatı da bu devirde perişandı. Fuhuş serbest ve bir çeşit adetti. Bazı cariye sahipleri, onları fuhuşa sevk eder, günümüz hayat kadınlarının patronları gibi bu yolla kazandıkları paraları da ellerinden alırlardı. Kur’ân bunu da şiddetle yasaklamıştı .
Erkekler hiçbir sınır tanımaksızın istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi. Bazı kadınlar ise herkesin karısıydı. Hatta böylesi kadınlar evlerine bayrak asarak erkekleri davet ederlerdi. Bir. kimse, bazen kuvvetli çocuklar kazanması için, başka erkeklere karısını peş-keş çekerdi. Baba, kızını istediği erkeğe verebilirdi. Ayrıca oğul üvey anaları ile de evlenebilirdi.
Bütün bunlarla birlikte asil ve zengin kimselerin kızları ve karıları, bir şahsiyete sahip olup itibarlı sayılırlardı .

E) Eski Türkler

Eski Türk hukukunda aile baba hâkimiyetine dayanmakla beraber, kadının hukuki durumu iyidir. Eski Türkler hakkında fazla bilgimiz olmamakla beraber, Hun ve Göktürk devletlerine gönderilen Çin ve Bizans elçilerinin anlattıklarına göre, Han’ın karısı da yabancı elçiler için tertiplenen resmi kabullere ve şenliklere Han’la birlikte katılmakta ve büyük saygı görmektedir. Kadınlara hitap için kullanılan tabirler ve kadınlara karşı işlenen suçların şiddetle cezalandırılması da kadına verilen değer hakkında bir fikir vermektedir. Kadın babanın veya kocanın velâyeti altında olmasına rağmen, askerlik ve devlet memuriyeti hariç, ictimai ve dini hayatta önemli bir rol oynamaktadır. Sürekli savaşlar yüzünden erkeklerin cephede bulunması, kadınlara ev işlerinin idaresinde, ticaret hayatında geniş bir serbesti sağlamıştır .

2- Mukaddes Dinlerde Kadının Fiili ve Hukuki Durumu

A) Yahudi (Talmut) Hukukunda

Önce şunu belirtelim ki, Yahudilik, Hz. Musa’dan sonra birçok tahrifata uğramıştır. Onun için, yahudilerin kadın konusundaki yanlış ve insafsız inanç ve tatbikatları Hz. Musa’nın asıl şeriatından değildir. Kur’ân’dan anladığımıza göre anaya ve diğer hısımlara iyi muamele etmekle emredilmişlerse de bunu tahrif etmişlerdir.

Bazı Yahudi toplumları, kız çocuğunu hizmetçi mertebesinde tutarlardı. Babası onu satabilirdi. Erkek evlat olmadığı takdirde mirasçı olabilirdi. Boşama hakkı, keyfi bir şekilde sadece kocaya tanınmıştı. Sözün kısası Yahudilerin kadına bakış açısı Tevrat’ta (bozulmuş ve değiştirilmiş olan Tevrat’ta) şöyle ifade edilmekteydi: “Kadın ölümden acıdır. Allah nezdinde iyi kimse kadından kurtulandır. Kadınlar arasında tek bir iyisini bulamadım” .

B) Hristiyanlıkta ve Avrupa’da Durum

İlk Hristiyan din adamları, Roma toplumunda gördükleri fuhuş ve rezâletin sorumluluğunu kadına yüklemişlerdir. Onlara göre buna sebep kadındı: Zira kadın, topluluklara karışıyor, istediği şekilde eğlencelerden istifade ediyor, erkeklerle istediği şekilde serbestçe münâsebet kurabiliyordu. Hatta Papaz Sostam şöyle der: “Kadının şer olduğu muhakkaktır. Kadın ilgi duyulan bir âfettir. Aile ve ev üzerinde tehlikelidir. Gaddar bir sevgi, müzmin bir musibettir” .

Avrupa’da da bir zaman, hatta 19. asrın sonuna kadar bu fikrin müessir olduğu söylenebilir. Örneğin Fransa’da kadın hakkında yapılan bir toplantıda “Kadın insandan sayılır mı? Yoksa sayılmaz mı?” şeklindeki soruya cevap olarak şu neticeye varılmıştır: “Kadın insandır. Fakat sadece erkeğe hizmet etmek için yaratılmıştır” .

Fransız ihtilâli 18. asrın sonuna doğru insanın kölelikten, zilletten ve sefâletten kurtulduğunu ilan ederken maalesef kadına şefkatini teşmil edememiştir. Fransız Medeni Kanunundaki şu hüküm o devir için yüzkarasıdır: “çocuk, akıl hastası ve kadın mahcurdur” .

Evli bir kadına kendi el emeği üzerinde tasarruf hakkı, ancak 13 Temmuz 1907’de neşredilen bir kanunla kabul edilmiştir. Fakat bu kanunun temin ettiği hak, ev masrafına iştirâk v.s. gibi erkeğin lehine bir takım kayıtlarla sınırlanmıştı. Nihayet 1938 den sonra, kadın lehine yeni hükümler kabul edilmiştir .

İngiltere’de de durum pek farklı değildi. Kadın murdar bir yaratık sayıldığından İncil’e el süremezdi. Bu durum Kral VI Henri (1509-1547) zamanına kadar devam etti. 1805 tarihine kadar bir İngiliz erkeği karısını 6 pens = yarım şilin karşılığında satardı. Bu zamana kadar İngiliz Kanununda kadınlar vatandaştan sayılmazdı. Mülkiyet hakları yoktu .

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz.

 

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )