Nurdanhaber – Yüksel UCA
“Başım ağrıyor” diyen birine; “Baş senin değil mi, niçin ağrısını dindiremiyorsun?” deseniz, “Ağrıyı dindirmek benim elimde değil ki” diye cevap verir.
Başımızın ağrımasına, saçımızın ağarmasına mani olamadığımıza göre, demek ki o baş bizim değil. Dişlerimiz çürüdüğüne göre, demek ki o dişler bizim değil. Eğer dişler bizim olsaydı çürümesine izin vermezdik. Saçlar bizim olsaydı, dökülmesine ve ağarmasına mani olurduk. Bel bizim olsaydı bükülmesine engel olurduk. Gençlik bizim olsaydı elden uçup gitmesine müsaade etmezdik.
Saçımızın dökülmesi, belimizin bükülmesi, hastalıklar ve musibetler bize acizliğimizi ve vücudumuzun bizim olmadığını ihtar etmektedir. Kimileri yatağa mahkûm bir şekilde yaşamakta, kimileri de çeşitli hastalıklarla ömür sürmektedirler. Mülkün gerçek sahibi olan Halık-ı Zülcelâl, mülkünde istediği gibi tasarruf etmektedir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyruluyor: “De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kadirsin.” (Ali İmran Suresi, 2/26)
İnsan; “Benim arabam”, “Benim evim”, “Benim tarlam” diyebilir, onlarda istediği gibi tasarruf edebilir. Ama “Benim elim”, “Benim gözüm”, “Benim ayaklarım” diyemez. Zira bedeni onun mülkü değildir. Onları bir yerden satın almamıştır. Ruhumuzun elbisesi olan bedenimiz bize emanettir, geçici bir süre bizde kalacak, sonra ölüm tezkeresi ile hakiki sahibine teslim edilecektir.
Nice sultanlar ve krallar tahtını bırakıp gitti, nice kimseler benim dediği tarlasından ve âşık olduğu makamından ayrıldılar. Yunus Emre’nin dediği gibi;
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.
Evet, dünya geçici bir misafirhanedir. Dedelerimiz de; “Benim tarlam” demişlerdi, lakin hepsi “benim” dedikleri her şeyi bırakıp bu fani âlemden göçüp gittiler. Tarlalar yerinde duruyor ama nöbetçiler sürekli değişiyor.
Bir askerin, “Benim tüfeğim”, “Benim palaskam” demesi, kendi malzemelerini diğer askerlerin malzemelerden ayırmak içindir. O eşyalar onun malı değildir, kendisine emanettir. Eğer o asker tüfeğini yanlış yerde kullanırsa, onu kırsa veya kaybetse emanete hıyanet ettiği için ceza alır. Tezkere alınca da üzerine zimmetli olan eşyalarını teslim etmek mecburiyetindedir.
Her Hayır Allah’tandır
Her kimde bir güzellik, kemal, meziyet, mal ve servet varsa hepsi Allah’ın lütfü ve ihsanıdır. Hiç kimse kendi meziyeti ve serveti ile gururlanamaz. Zira Yüce Allah insanı en mükemmel bir şekilde terbiye etmiş, mahlûkatın en şereflisi olarak yaratmış, akıl, şuur ve nutuk gibi en büyük nimetleri ona ihsan etmiştir.
Arıyı bal yapabilecek şekilde terbiye eden Yüce Allah, insanı da hayırlı işler yapabilecek bir fıtratta yaratmıştır. Arı balıyla, ağaç meyvesiyle, tavuk yumurtasıyla, sığır sütüyle iftihar edemeyeceği gibi, mükemmel bir istidatta ve hayırlı işler yapabilecek bir fıtratta yaratılan insan da meziyetleriyle iftihar edemez, iyilikleriyle gururlanamaz. Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi; “İnsanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.”
Bir ressam çizmiş olduğu resimlerle gururlanamaz. Eğer Yüce Allah onun elini kalem tutacak bir şekilde terbiye etmeseydi, resimleri çizebilir miydi?
Bir aynada tecelli eden ışık, güneşten geldiği gibi, insandaki her güzellik de Allah’tan gelmektedir. İnsana düşen meziyetleriyle gururlanmak değil, o nimetlerden dolayı Rabbine şükretmektir. İnsana yakışan şöhret değil, tevazudur, kendini methetmek değil, istiğfardır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Sana iyilikten ne isabet ederse, Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” (Nisa Suresi, 4/79)
Bir kaptan, gemiyi istediği yöne hareket ettirebilir. İsterse onu muhteşem bir adaya götürür, isterse vahşi hayvanların yaşadığı karaya. Sefineyi sahibinin istediği adaya götüren bir kaptan, vazifesini yerine getirmiş olur. Gemiyi sahibinin istemediği adaya götürdüğü takdirde ise vazifesine ihanet etmiş olduğundan dolayı cezalandırılır.
Birinci durumda: “Ben olmasaydım gemi bu adaya gelemezdi” diyemez. Çünkü gemi onun değil, denizi yaratan ise Allah’tır.
İkinci durumda da; “Benim ne suçum var ki, gemi buraya geldi” diyemez. Çünkü dümenin başında olan kendisi idi, irade onun elindeydi.
İşte insan da bir gemi gibidir, ona verilen cüzi irade ise dümen vazifesi görmektedir. İmtihanın gereği olarak Yüce Allah iradesini istediği şekilde yönde kullanma salahiyetini kullarına bırakmıştır. Kul isterse idaresini hayırda kullanır, isterse şerde. İsterse ibadet eder, isterse etmez. Her iki durumda da müsaade eden Allah’tır, lakin O’nun şerre rızası yoktur.
Kötülükler Nefsimizdendir
Bahçesine suyu akıtmayan kişi ağaçların kurumasına veya bostanının yanmasına sebep olur. Bahçesini suladığı zaman Allah’ın inayetiyle ağaçlar yeşerip meyve verir, bostan mahsulünü döker. Ancak o kişi, “Bu meyveler benimdir” diyemez. Çünkü suyu yaratan, toprağı terbiye eden, güneşi ve havayı musahhar kılan Allah’tır.
İnsanın yaptığı çirkin işler, işlemiş olduğu günahlar ve kusurlar kendi nefsindendir. İnsana nutuk beyanı veren Allah’tır. Konuşma fiildir, konuşmayı yaratan Allah’tır. Devenin dili daha büyük ama konuşamıyor. İnsan Allah’ın bu harika nimetini zikir, tespih ve tebliğ gibi ulvi hakikatlerde kullanırsa, hem Rabbinin rızasına mazhar olmuş olur, hem de onun şükrünü eda etmiş olur.
Eğer kişi yalan söyler, gıybet eder, birine iftira atar ve çirkin sözler söylerse, o fiilleri yaratan yine Allah’tır ama istimal eden kuldur ve mesuliyet onundur. Zira irade kulun elindedir, Allah’ın şerre rızası yoktur.
Aynı şekilde ayağımızı yürüyecek biçimde terbiye eden ve yürümeyi yaratan Allah’tır. Kul isterse camiye doğru yürür, isterse şer bir yere. Birincisinde sevap alır, ikincisinde ise günaha girer. “Benim suçum ne? Kaderim de olmasaydı, ben de buraya gelmezdim” diyemez, dese de bir mana ifade etmez. Diğer bütün fiillerimizi bu şekilde düşünebiliriz. İsteyen kul, yaratan Allah’tır.
Başarılarını kendi kabiliyetinin ve gayretinin neticesi bilip; “Ben yaptım, ben kazandım, ben başardım” diyen insanın, çirkin fiilleri ve şer işleri kadere vermesi, kendisini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Hayırda Hiçbir Hakkımız Yok
Her hayır ve her güzellik Allah’tandır. İmandan sonra en büyük bir ikram olan namaz, en mukaddes bir ibadettir ve şükrün en mükemmel bir ifadesidir. Bu ulvi davete icabet eden bir mümin, Rabbini tazim, tespih ve zikretmiş olur. Ancak kişi bundan kendisine bir pay çıkaramaz. Çünkü dünyayı döndürüp namaz vaktini getiren Allah’tır. Abdest aldığımız suyu yaratan Allah’tır. Vücudumuzu namaz kılacak şekilde tanzim eden Allah’tır. Namaz kıldığımız mekânı yaratan Allah’tır. Okuduğumuz sureleri inzal eden yine Allah’tır. Kul sadece iradesini kılmakta ya da kılmamakta kullanır. Namaz kılmayan kişi Cenab-ı Hakk’ın bu kudsi davetine icabet etmediğinden o âli ibadetten mahrum kalmış olur.
Kâinatın en mükemmel meyvesi, yeryüzünün halifesi ve mahlûkatın en şereflisi olan insanın yaratılış gayesi ve en mühim vazifesi başta namaz olmak üzere ibadettir. Yüce Allah, en mükemmel bir mahiyette yarattığı insana, bütün kâinatı hizmetkâr yapmış; en büyük hayat mertebesini ona bahşetmiştir. Bu kadar sonsuz ve harika nimetler binlerce şükür gerektirir. Şükrün en mükemmel yolu ise namazdır.