Nurdan Haber

Risale-i Nur’da Genelleme ve İzafiyet-8

Risale-i Nur’da Genelleme ve İzafiyet-8
03 Nisan 2018 - 7:00

Geçmişe bakıldığı zaman teslimiyetçiliği ve akıldan istifayı ön plana çıkaran ve sorgulamayı adeta din dışı gören anlayışlar olmuştur. Hatta cehalet ve taassubun dindarlıkla özdeşleştirildiği zamanlar da yaşanmıştır. Günümüzde bile mutaassıplık çok yerde dindarlık ölçüsü olarak görülmektedir. Ama İslamiyet taassup değildir ve cehaletle bağdaşmaz. Keza, müsbet bilim dünyasında da çok defa ‘bilim’ kılıfı altında taassup ve önyargı takdim edilmiştir. Ama bilim taassup değildir. Akıl ve sorgulayıcı bilimsel yaklaşım zemininde bu tür hatalar zamanla farkedilir ve düzeltilir.

Benzer şekilde, dinin zamanla parçası haline gelmiş birçok taassup ve önyargı kabuklarından arındırılarak özünün ortaya çıkarılmasının ve modern dünyada layık olduğu yüksek mevkiye gelmesinin yolu, akıl ve delili esas alarak sorgulama kapısını sonuna kadar açmaktan geçer. Nitekim Bediüzzaman şekilcilikten esefle yakınır: “İslâmiyetin mağz [öz, iç] ve lübbünü [öz] terkederek kışrına [kabuk] ve zahirine [dış görünüş] vakf-ı nazar ettik [dikkatimizi topladık] ve aldandık. Ve sû’-i fehm [yanlış anlayış] ve sû’-i edeb [edepsizlik] ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik [yerine getirmedik]. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın [hayaller] bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi [örtündü, gizlendi]. Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyatı [hurafelerle karışık bir kısım hikâyeler] usûlüne [esaslar, temel prensipler], ve hikâyatı [hikâyeler] akaidine [iman esasları], ve mecazatı [mecazlar] hakaikine [hakikatlarına] karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib [terbiye gayeli cezalandırma] için zillet ve sefalet içinde bıraktı” 53

Dinin kaynağı akıl değildir. Ancak doğru bir din, doğru akıl ve doğru bilim ile çelişmez. Çünkü her üçünün de kaynağı birdir ve birde tezat olmaz. Ve hiçbir dinî hüküm genel aklı mahkum edemez, ve hiçbir dinî kaynak aklı saf dışı bırakacak şekilde izah edilemez. Bediüzzaman’ın ifadesi ile, “Bir hadise, eğer imkân-ı aklî dairesinde [aklen mümkün olma, akla uygun] olmazsa reddedilir.” 54 Akıl erdirememek veya aklın aciz kalması ayrıdır, akla aykırı olmak veya kabulünde aklȋ engeller olması ayrıdır. Bir şeyin hikmetinin görülmemesi veya bilinmemesi başkadır, hikmete veya genel maslahata zıt olması başkadır. Zaten hikmeti gözeten akıl ile nakil çeliştiği zaman aklın esas alınıp naklin tevil edilmesi İslamda bir esastır. Din adına aklın mahkûm edilmesine ve muhakemenin devre dışı bırakılmasına razı olmak Allah’a teslimiyet veya dinde salabet değil, taassup ve safsatadır. İslam, taassup ve safsatayı reddeder.

Verilen bir hüküm, akıl ve mantık kurallarıyla dinin temel felsefesine uyumlu olmalı, mizanı bozan ve adaleti ihlal eden hükümler sorgulanmalıdır. Günümüzde de din büyüklerinin sözlerine atıfla benzer hatalar sıkça yapılmaktadır. Hürmet edilen bir büyüğün bir zaman bir konuyla alakalı söylediği bir söz, bazı kişilerce çok defa her zaman ve zeminde geçerliymiş gibi genellenip tartışılmaz bir delil olarak ileri sürülmektedir. Hatta bu kişiler, istişarenin ruhuna aykırı olarak din adına akıl ve muhakemeyi devre dışı bırakmayı bile savunabilmektedir.

Mutlak hikmet sahibi Allah’ın açık emir ve yasaklarının illeti emr-i İlahȋdir. Emrin arka planındaki açık ve gizli hikmetlere insanlar tamamıyla muttali olmayabilir. Ancak illet hikmeti iptal etmez, aksine teyid eder; çünkü O, her işi hikmetle yapar ve hikmetsizlikten uzaktır. Hüküm ise çoğunluğa baktığı için Allah’ın emir ve yasakları bu çerçevede değerlendirilmelidir:

Me’murat ve menhiyat-ı şer’iyede [dinin emrettiği ve yasakladığı şeylerde] illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir [İlahi emir ve yasaktır]. Maslahatlar [faydalar] ve hikmetler ise, müreccihtirler [tercih ettirici sebep]; emir ve nehyin taallûklarına [ilgi ve alakadarlık] ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.

Meselâ, sefer eden, namazını kasreder [kısaltır]. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir [zorluk]. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hanesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle [tümüyle] bazen seferde bulunması, kasr-ı namaza [namazın kısaltılması] hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.

İşte, bu kaide-i şer’iyeye [dinî kurala] binaen, ahkâm-ı şer’iye [dinin hükümleri] hikmetlere göre tagayyür etmiyor [değişmiyor], hakikî illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın [domuzun] etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, ‘Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır’ kaidesiyle ve o hayvan, sair hayvanat-ı ehliye [ehil hayvanlar] gibi zararsız yapılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar iras etmekle [vermekle] beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan Frengistan’dan [Avrupa’dan] başka tıbben muzır [zararlı] olduğu gibi manen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş [görülmüş].

İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna [İlahî yasaklara dahil edilmesine] da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. o hikmetin tebeddülü [değişmesi] ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez.” 55

Genel akıl ve hikmete aykırı görünen naklin tevil edilmesi esastır. ‘illet ayrı, hikmet ayrı’ yaklaşımıyla, hikmetleri zamanının anlayışıyla sınırlı ulemanın sözleri, her zamana teşmil edilecek şekilde genellenmemelidir. Mesela, Bediüzzaman Medreset-üz Zehra’yı tarif ederken kullandığı “Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc; ve Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak56 ibaresini bugün söylüyor olsaydı, acaba artık bir yabancı dil olmaktan çıkıp bilim dünyası dahil tüm dünyanın ortak dili haline gelen Lisan-ı İngiliz’i dışarıda bırakır mıydı?

Mesela Ramazan bittiğinde bayram yapılması akıl ve hikmetin gereği değildir, ama akıl ve hikmete zıt da değildir. O yüzden bayram konusunda hiçbir ihtilaf sözkonusu değildir. Ancak Ramazan ayının veya bayram gününün belirlenmesi hala bir ihtilaf konusudur. Oruç tutmaya farklı günlerde başlanması veya bayramın farklı günlerde yapılması birlik ruhunu ve bayram sevincini zedelemektedir. Hadisin ifadesiyle, hilalin görülmesiyle Ramazan ayı başlar ve yine hilalin görülmesiyle Ramazan ayı biter ve bayram yapılır. Vahye dayalı bu ifadede Ramazan ayının sona erdiğinin delile dayalı olarak belirlenmesi öz, bunun mekânizması da zamana bağlı olarak değişebilecek kabuktur. Bu mekânizma ilk zamanlarda daha iyisi olmadığı için direk gözleme dayalı olarak çıplak göz ile görmekti. Şimdi ise astronominin tam gelişmesiyle ilim ışığında akıl gözü ile görmektir. Ayın ne zaman nerede ne şekilde görüleceği çok önceden belirlenebilir. Hikmet de önceden planlama, yola çıkacaklar için bilet alma ve bilhassa yurt dışında büyük salon ayarlama gibi sebeplerle Bayram gününün önceden belirlenmesini gerektirir. Bütün bunları gözardı edip akıl, ilim ve hikmete sırtını dönerek eski mekânizmada ısrar etmek özü bırakıp kabuğa sarılmaktır. Yeni ayın belirlenmesinde astronomiyi reddedenlerin, namaz vakitlerinin belirlenmesinde güneşi gözlemlemek yerine astronomiye tam itibar ederek takvim yapraklarına yönelmeleri, izahı zor bir tezat oluşturmaktadır.

KAPANIŞ

Bediüzzaman, çağımızda tedavüle girip hükmünü icra eden değerler ile birlikte miadını doldurup tedavülden kalkan değerleri çok iyi okumuş ve dini ve ictimai meselelerde ezberci ve toptancı bir yaklaşım yerine sorgulayıcı ve muhakeme edici bir yaklaşımı ihdas etmiştir. Bu yaklaşım, aklȋ melekelerin geliştiği ve önplana çıktığı, eleştirel ve analitik düşüncenin norm haline geldiği, önyargıların kırılıp zorlamanın yerini iknanın aldığı ve kişisel hak ve hürriyetlerin tüm insanlık için ortak bir zemin oluşturduğu bu modern çağda zaten olması gereken bir yaklaşımdır ve aksi yaklaşımlar neticesiz kalmaya mahkumdur. Müdakkikliğin yaygınlaştığı böyle bir dünyada ezberlere, basit düşünceye ve genellemelere yer yoktur. Hızla değişen bu dinamik ortamda hakikatlerin tüm renkleri ve yönleri ortaya konulmakta ve eskiden gonca gibi örtüler altında kalmış hikmetler ve güzellikler açığa çıkmaktadır. Bu da akıl gözünü hayret ve hayranlıkla kamaştırmaktadır. Ve adeta kavramlarda adalet tecelli edip herşey yerli yerine oturmaktadır.

Tek boyutlu klasik düşünce, en güzelin ve en doğrunun her zaman yüceltilmesini ve tercih edilmesini dikte eder. Ancak Bediüzzaman’ın ihdas ettiği çok boyutlu eleştirel düşünce, kişiyi bu genellemeden alıp çıkarır, ve bazı gizli hazinelerin tam zıt durumlarda saklandığını gösterir: “Hakta ittifak, ehakta [en hak, en doğru] ihtilâf olduğundan, bazan hak, ehaktan ehaktır [daha doğru, en doğru]; hasen [güzel], ahsenden ahsendir [daha güzel, en güzel].”57Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil.” 58 “Evet, her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek… Yoksa yalana hiç fetvâ yok. Her söylediğin hak olmalı; fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok. Çünkü hâlis olmazsa sû-i tesir eder, hak, haksızlıkta sarf olur.”59Keza, herkesin şikayetçi olduğu unutkanlık marazının bazan gözden kaçan büyük bir nimet olduğunu nazara verir: “Nisyan [unutma] dahi bir nimettir. Yalnız hergünün âlâmını [elemlerini] çektirir, müterâkimi [birikmişi] unutturur.60

Bediüzzaman, ezber bozucu veciz ifadelerle bazı örtülü bağlantıları ve zıtlarında saklı hakikatleri de açığa çıkarır: “Temasül [birbirine benzemek] tezadın [zıt olma] sebebidir. Tenasüb [uyumluluk] tesanüdün [dayanışma] esasıdır. Sıgar-ı nefs [küçüklük, aşağılık] tekebbürün [büyüklenmenin] menbaıdır. Zaaf gururun madenidir. Acz muhalefetin menşeidir [kaynağıdır]. Merak ilmin hocasıdır.” 61

53 Nursi, B. S., Muhakemat, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 9.

54 Nursi, B. S., Lem’alar, 12. Lem’a, 1. Nükte, 2. Nokta, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 64.

55 Nursi, B. S. (2010). Lem’alar, 9. Lem’a, 4. Sual, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, s. 150.

56 Nursi, B. S., Münazarat, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 85.

57 Nursi, B. S., Mektubat, Hakikat Çekirdekleri No. 77, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 476.

58 Nursi, B. S., Mektubat, Hakikat Çekirdekleri No. 91, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 476.

59 Nursi, B. S., Hutbe-i Şamiye, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 45.

60 Nursi, B. S., Mektubat, Hakikat Çekirdekleri No. 91, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 476.

61 Nursi, B. S., Hutbe-i Şamiye, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 45.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )