Nurdanhaber-haber merkezi
Her yıl, birkaç ay kaybolurum. Genellikle bahanem yazmaktır ama biraz da zihnimi temizlemektir amacım.
Bilgisayarların bant ile çalıştığı zamanlarda size program kasetleriyle birlikte bir de kafa ayarı dedikleri bir kaset verirlerdi. Çünkü bilgisayarın bilgi okuma tekniği teyplerdeki gibiydi. Okuma mili kirlenince, siz o kaseti takardınız, okuma milini temizlerdi. Ona kafa ayarı denirdi.
Zihnimi, Türk basınının insan beynini hezeyanlaştıran kirliliklerinden temizlemek için ben de her yıl bir iki ay bir kenara çekilip kafa ayarı yaparım. Ta ki şunun veya bunun etkisinde kalmadan hadiselere bakabileyim. Çünkü bazen hadiseler öyle cerbeze, öyle dessas usullerle ortaya çıkarlar ki şeytanı melek gösterir. Zira “Mesih Deccal”ler dönemindeyiz. Düşünebiliyor musunuz, bâtını deccal olacak ama sen onu Mesih sanacaksın! Aman ya Rabbi ne ağır imtihan! Resulullah boşuna mı taa 1400 yıl önceden başlayarak ümmetini öyle hallerden Allaha sığınmaya çalışmış. İşte bakın öyle bir örnek yaşıyoruz şu bir iki senedir! Ümmetin iki yakası çak olmuş da bir araya getiremiyoruz!
Evet, işte böyle hadiselerde, surete kapılmamak için sık sık kenara çekilip kafa ayarı yapıyorum ki hakikati çıplak görebileyim. Öyle zamanlarda asla gazete okumam, televizyon izlemem, zinhar haber dinlemem. Zira “medya” (M –D – Y- A), içinde yer alan harfler itibarıyla bir sihirbazlığı temsil eder. Nebi gibidir ama sahtedir, aldatıcıdır! Haber verir ama kendisi yalancıdır. Rehberlik eder ama nefse rehberlik eder! Sizi bir yere götürür ama dünyanın, şehvete kaynaklık eden yüzüne götürür. Şeytana hizmetkârlık eder. “Ed-dünya melunun ve melunîne ma fih” hadisinde manasını bulan dünyayı cenet diye yutturur!
Ne zaman kafa ayarı yapsam o zaman hadiseleri çok daha berrak görebiliyorum. Belki bu durum benim bir arızamdır amma öyle yapmasam, ben de kendimi, “şu şöyle dedi, yuh!”, “bu böyle dedi, bravo!” diyen ‘herze-gû’lar içinde buluyorum. Mamafih bu basından beslenenlere mukadderat, doğru ve bağımsız düşünme fırsatı tanımıyor. Ya uşak yapıyor ya muhalif! Yazık ki Türkiye’de yazan da okuyan da basının kirli emellerine alet olmaktan kurtulamıyor. Toplum bu kirli emellere maruz kala kala akıl ve beden sağlığını kaybetmiş. Zihinleri ağır bir tecavüz ve tahrip altında! Sağlıklı bakabilen, ruh hastası sanılıyor! Herkes kendi ‘cin atına’ binmiş, burnunun dikine gidiyor. Birkaç kelime ve kavram üzerinden her meseleye çözüm(!) getirebiliyorlar.
O yüzden, fikrimin rahmini şu tecavüzcü güruhun tasallutundan korumak, oraya düşmüş murdar tohumları istifrağ yoluyla atmak için kendimi Hz. Meryem gibi “Kasiyy” bir mekâna atıyorum. Hem korunmak hem de yeniden temiz manalara gebe kalmak için… (hatırlayın, Peygamber efendimize vahiy geldiğinde o da kendini bir dağın rahmine kapatmıştı…)
Ramazanın ikinci yarısından itibaren İstanbul’dan kaçtım. Bir yaylaya sığındım. Evde televizyonum vardı ama haber izlemedim. Haftada bir, bir tek bülteni dinleyerek Türkiye’nin ne halde olduğunu anlayabiliyorsunuz zaten! Öyle yaptım.
Çoklukla Hadis, Kuran ve kadim dini metinler etrafında okumalar yaptım. Ve şunu bir kere daha fark ettim ki İslam tarihi, sayısız, “muhabbete adavet” (Emeviyet) “adavete muhabbet” (Şia) pratikleriyle dolup taşmış… Bütün acılar, fitneler, yıkımlar öyle gelmiş.
Mamafih insanlık tarihi de böyle tekrarlardan ibaret. Kur’an “yazık ki iblis insan hakkındaki zannında haklı çıktı” diyor (Sebe, 20) ya işte bu yüzden!
Şu iki ay boyunca Türkiye’de yaşananlara herhangi bir tarafın tesirinde kalmadan baktım ve gördüm ki, yaşananlar yeni bir Emevilik ve Hüseynîlik kavgası!
Ya ‘muhabbete’ adavet (düşmanlık) etmişiz ki, Emevilerin Ehli Beyte olan düşmanlığı böyle bir örnektir! Ya ‘adavete’ muhabbet etmişiz (düşmanlık etmeyi sevmişiz!) ki Alevilik ve Şiilik, böyle bir haldir.
“Emevilik” (yani iktidarlar), iktidarı elde tutmak için ‘ehli beyti’ ve onları severleri kendine “kırmızı kuvvet” yapmış! Her şer, kendi düşmanını var eder ki varlığının devamına vicdanında yer bulsun! Bu hep böyle olmuş. Ve yazık ki “adavete muhabbet”edenler (düşmanlık yapmayı sevenler) de bilerek bu oyunda rol almışlar
“Muhabbete” adavet (düşmanlık), ne kadar batıl ve İNSAFSIZLIK ise “Adavete” muhabbet (Düşmanlık yapmayı sevmek) de o kadar batıldır, şeytanidir ve büyük ZULÜMdür. Ama yazık ki İslam dünyası, dün olduğu gibi bugün de bu alışkanlığını sürdürüyor, terk etmiyor!
Ya düşmanlık etmeyi seviyoruz muhalif olarak, ya muhabbet etmeyi terk etmişiz iktidar olarak!
Şu da bir realite; ‘Muhabbete Adavet edenlere’ (iktidarlara) karşı, ‘adavete muhabbet ederek” -(bugünkü örneği ile Anti-Erdoğanızm) bir yere varılmıyor. İslam tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Yol o değil yani!
Şu islam tarihini mahvetmiş ‘adavet ve muhabbet kavgası’nın, günümüze yansıyan örneği Cemaat ile AK Parti kapışmasıdır. Cemaat, Tayyip Beye muhalefet edeceğim diye zındıklarla, bölücülerle, hainlerle, binlerce hukuk-ı ibâdı mahvetmiş mülhitlerle işbirliği yapmakta sakınca görmüyor. Bu hali gören iktidar da, “şu insanlar da Müslümandır, mümindir, içinde masum vardır, insaf edeyim!” demiyor,bulduğu yerde başına çöküyor!
Kaybeden de İslam oluyor, ümmet oluyor!
Birisi düşmanlığı dost edinerek, güya iktidara düşmanlık edeceğim diye milletin geleceğini dinamitliyor. Öbürü de ben bunların başını ezmeliyim diyerek, facir-masum ayırımı yapmaya ihtiyaç duymuyor. “Bunların hepsi birdir, hepsi hıyanet içindedir”diyor.
Haaa şunu da söyleyeyim. Bu üç taş oyunu başlamışsa, bunun önünü alamazsınız. Ya ikisi de helak olacak ya da bir taraf yok olacak. Bu da ufukta görünmüyor!
Peki, ümmet ne yapmalı, millet ne yapmalı!
Ben fakir diyorum ki “Hüseynîlik” (Hüseynî duruş) ile (Hz. Hüseyni (ra) tenzih ederek söylüyorum) Emeviyete karşı gelinmiyor, gelinememiş, gelinemeyecek. Bin dört yüz yıl da baş edememiş. Çünkü o yol doğru bir yol değil. Üstelik artık o tür usullerin vakti geçti. İktidar kılıçla düzeltilmez. Hz. Ömer (ra)’e “seni kılıçlarımızla düzeltiriz”, diyen sahabe, başka bir sulh yolu bilseydi eminim onu tercih ederdi. Çünkü o Ömer’e değil, yanlış harekete düşmanlık edileceğini biliyordu! Bunlar ise zata düşmanlık ediyor! Düşmanlıkları Aliye olan muhabbetten beslenmiyor, Ömer’e duydukları öfkeden kaynaklanıyor… o yüzden de muvaffak olması mümkün değildir!
Dolayısıyla Emeviyete (haksızlıkla itham ettiğiniz iktidara) karşı düşmanlıkla hareket ederseniz, sonunda haksız hale düşersiniz. Nitekim de düşmüşsünüz, tarihte de olduğu gibi.
Düşünün! İbret alın ki o gün “zalimlikle” suçladığınız Emevilikten “ehli sünnet” anlayışı doğmuştu. Buna karşılık Hak ve adalet sandığınız “Ali Taraftarığı”ndan (Hz. Ali (ra)’yi tenzih ederim) da Şia çıkmış, gulat (sapık) mezhepler çıkmış, Haricilik çıkmış, iktidara muhalefet adı altında İslamiyet’e düşmanlık çıkmış… O düşmanlık İslam’ın belini kırdı. Bu din, -Hasan Sabbah belasından sonra- İran’dan çektiğini, hiçbir düşmandan çekmedi… Çünkü Hasan Sabbah ile birlikte İran, yüreğinde sakladığı “muhabbete düşmanlık” anlayışını (yani ehlisünnete sürekli muhalefeti/düşmanlığı) meslek haline getirmiştir!
Şimdi cemaat de onu yapıyor. Eğer şu cemaat hakikaten Risale-i Nurdan beslenmiş olsaydı şu yollara asla tevessül etmezlerdi. Zira Risale-i Nur’un getirdiği meslek,Hüseynî (kavga ve cidal) duruş değil Hasanî Meslek’tir. Bugüne kadar hiçbir ehlisünnet âlimi; hakiki ilim ve hikmet sahipleri iktidar ile böyle bir kavga yoluna gitmemişlerdir. Esasında bu gelenek Ehli Sünnet çizgisinde yok. Bu yol Şia âlimlerinin yoludur. Ayetullah, makamına çıkmış olanlar aynı zamanda “masum” da sayıldıkları için hem siyasete müdahale ediyorlar hem ahirete.
Bu doğru bir yol değildir. Müslümanların gerek iktidarlara karşı takip etmeleri gereken yol ve yöntem, gerekse iktidara gelmeleri için ortaya koymaları gereken hareket ve üslup da bu değildir. Onların yol ve yöntemi Hasani Meslek olabilir!.
Onun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek isteyenler, Risale-i Nur’daki, siyasi düsturlara ve ilkelere baksınlar. Sadece Münazarat’ı tetkik etseler bile onun umdelerini bulacaklar.
Zira medenilere galebe ikna iledir. Kavga ve itham ile değil. Dâhilde cihad olmaz, harice karşı olan cihat ise Kuran ahlakı ve ilkeleri ile yapılır.
Bu gidişat ve çekişmelere bir son verilmezse ve cemaatin “Adavete muhabbet” (İktidara düşmanlık yapmayı sevmek!) şeklindeki mücadelesi devam ederse bu millet rahat yüzü görmeyecek!
Ümmetin bir şekilde müdahil olması lazım! Bu konuda merkez nurculara da ciddi iş düşüyor. Acilen Hasanî Mesleğin ne olduğuna dair bir usul ve erkân ortaya koymalılar. Mesela neden bu iktidarı desteklediklerini umdeleri ile ortaya koymalılar. Onlar da aynı hataya düşmemeliler! “Cemaate adavetinden dolayı” iktidara yakın duruyorlarmış hissini vererek Risale mesleği temsil edilmez! Risalelerdeki gerçek siyaset mesleğini ortaya koymalılar ki iktidarın yanında durmanın, bir nanu nimet meselesi olmadığı anlaşılsın! Yani neden buna yakın, şuna uzak durduklarını, prensipler çerçevesinde ortaya koymalılar. Şu mesleğin izzeti, bunu hak ediyor!
Üstad “Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir.” diyor. Şu mesleğin ne olduğu acilen ortaya konmalı ve hükümetlere, siyasi ekiplere sunulacak bir program haline getirilmeli. O zaman iktidara verdiğiniz destek de meşru sayılır.
Aksi takdirde, İslam ümmeti, ”Adavete muhabbet edenler” (cemaat ve benzeri) ile“muhabbete adavet edenler” (Ak Parti ve benzeri) yüzünden daha çoook acılar çekecek!
Şu kavgaların reçetesi Risalelerde! Onu tatbik edilebilir ve sürdürülebilir bir siyaset belgesi veya tatbik edilebilir bir program haline getirmek Nur Talebesi olan hukukçuların ve siyaset bilimcilerin görevi!
Servet Kabaklı’nın vefatı
Böyle haberlerden, gazetelerden uzak kalmanın bir takım acı ihmalkârlıkları ve sürprizleri de olabiliyor işte. Sevgili kardeşim Servet Kabaklı Hakka yürümüş de haberimiz olmamış. Rabbim gani gani rahmet eylesin. Allah geride kalanlarına sabır versin. Yiğit bir yürekti. Herkes gibi bir kuldu. Zaafları da vardı ama yüreği Allaha, dine ve ülkeye sadakatle bağlı idi. Rabbim taksiratını affetsin, mekanını cennet etsin! Âmin!
(MAB)