On Beşinci Şuâ (17. Bölüm)
Fatiha-i Şerife’nin Bir Muhtasar Hülâsası
وَ بِهٖ نَسْتَعٖينُ
Üçüncü Medrese-i Yusufiyenin tek bir dersinin
ÜÇÜNCÜ KISMI
İKİNCİ İŞARET: Benim virdimde her vakit tefekkürle baktığım yirmiden ziyade şehadetlere işaret eden
On Dördüncü Şehadet: Kâinatın kuvvetli şehadetine işaret eden bu Arabî fıkra:
وَ بِشَهَادَةِ الْكَائِنَاتِ بِغَايَاتِهَا وَ بِالْمَقَاصِدِ الْاِلٰهِيَّةِ فٖيهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ الْجَامِعَةِ بِسَبَبِ تَوَقُّفِ حُصُولِ غَايَاتِ الْكَائِنَاتِ وَ الْمَقَاصِدِ الْاِلٰهِيَّةِ مِنْهَا وَ تَقَرُّرِ قِيْمَتِهَا وَ وَظَائِفِهَا وَ تَبَارُزِ حُسْنِهَا وَ كَمَالِهَا وَ تَحَقُّقِ حِكَمِ حَقَائِقِهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْاِنْسَانِيَّةِ لَاسِيَّمَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ اِذْ هِىَ الْمُظْهِرَةُ وَ الْمَدَارُ الْاَتَمُّ لَهَا وَ لَوْلَاهَا لَصَارَتْ هٰذِهِ الْكَائِنَاتُ الْمُكَمَّلَةُ وَ الْكِتَابُ الْكَبٖيرُ ذُو الْمَعَانِى السَّرْمَدِيَّةِ هَبَاءً مَنْثُورًا مُتَطَايِرَةَ الْمَعَانٖى مُتَسَاقِطَةَ الْكَمَالَاتِ وَ هُوَ مُحَالٌ مِنْ وُجُوهٍ وَ جِهَاتٍ
Âyetü’l-Kübra, bu Arabî fıkranın mealine dair demiş: Bu kâinat, nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitap gibi; bir sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâni’ine ve kâtibine ve nakkaşına delâlet eder. Öyle de kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülatındaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilan edecek ve “Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” diye dehşetli suallere cevap verecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın hakkaniyetine ve bu kâinat hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ der.
Evet, Muhammed’in (asm) getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk eder. Ve kâinat baştan başa gayet manidar mektubat-ı İlahiye ve mücessem bir Kur’an-ı Rabbanî ve muhteşem bir meşher-i âsâr-ı Sübhaniye olur. Yoksa adem ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan, karmakarışık, vahşetli bir virane ve dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikate binaen, kâinatın kemalâtı ve hikmetli tahavvülatı ve sermedî manaları, kuvvetli bir tarzda نَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ der.
On Beşinci Şehadet: Pek çok kudsî şehadetleri ihtiva eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülat ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un icraat-ı rububiyeti ve ef’al-i rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (asm) mukaddes şehadetine işaret eden, bu gelen Arabî fıkradır:
وَ بِشَهَادَةِ صَاحِبِ الْكَائِنَاتِ وَ خَلَّاقِهَا وَ مُتَصَرِّفِهَا عَلَى الرِّسَالَةِ الْمُحَمَّدِيَّةِ بِاَفْعَالِ رَحْمَانِيَّتِهٖ وَ بِاِجْرَااٰتِ رُبُوبِيَّتِهٖ كَفِعْلِ الرَّحْمَانِيَّةِ بِاِنْزَالِ الْقُرْاٰنِ الْمُعْجِزِ الْبَيَانِ عَلَيْهِ وَ بِاِظْهَارِ اَنْوَاعِ الْمُعْجِزَاتِ عَلٰى يَدَيْهِ وَ بِتَوْفٖيقِهٖ وَ حِمَايَتِهٖ فٖى كُلِّ حَالَاتِهٖ وَ بِاِدَامَةِ دٖينِهٖ بِكُلِّ حَقَائِقِهٖ وَ بِاِعْلَاءِ مَقَامِ حُرْمَتِهٖ وَ شَرَفِهٖ وَ اِكْرَامِهٖ عَلٰى جَمٖيعِ الْمَخْلُوقَاتِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ وَ كَفِعْلِ رُبُوبِيَّتِهٖ بِجَعْلِ رِسَالَتِهٖ شَمْسًا مَعْنَوِيَّةً لِكَائِنَاتِهٖ وَ بِجَعْلِ دٖينِهٖ فِهْرِسْتَةَ كَمَالَاتِ عِبَادِهٖ وَ بِجَعْلِ حَقٖيقَتِهٖ مِرْاٰةً جَامِعَةً لِتَجَلِّيَاتِ اُلُوهِيَّتِهٖ وَ بِتَوْظٖيفِهٖ بِوَظَائِفَ ضَرُورِيَّةٍ لَازِمَةٍ لِوُجُودِ الْمَخْلُوقَاتِ فٖى هٰذِهِ الْكَائِنَاتِ كَلُزُومِ الرَّحْمَةِ وَ الْحِكْمَةِ وَ الْعَدَالَةِ وَ كَضَرُورَةِ لُزُومِ الْغِذَاءِ وَ الْمَاءِ وَ الْهَوَاءِ وَ الضِّيَاءِ
Bu pek kat’î ve çok geniş ve kudsî şehadetin tafsilatını Risale-i Nur’a havale edip gayet kısacık bir işaretle meal-i icmalîsine bakacağız:
Evet bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmet ile ve rahmet ve inayet ve himayet ile her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetinin bir âdeti olmasından, ef’al-i rahmaniyet muktezasıyla bir Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı, Muhammed’in (asm) eline vermesi ve bine yakın mu’cizelerin pek çok envaını ona vermesi ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde şefkatkârane himaye ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi ve dinini bütün hakikatleriyle idamesi ve İslâmiyet’ini zeminin ve nev-i beşerin başına geçirmesi ve bütün mahlukat üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düşmanının ittifakıyla en yüksek hasletleri taşıyan bir şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi gayet kat’î bir tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi ef’al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki bu âlemin mutasarrıfı ve müdebbiri, Muhammed’in (asm) risaletini bu kâinata bir manevî güneş yapıp –Nur Risalelerinde ispat edildiği gibi– onun ile bütün karanlıkları izale ve nurani hakikatlerini gösterip ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalâtı ve harekât-ı ubudiyette sağlam bir program yapması gibi Muhammed’in (asm) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikatini, Kur’an’ın ve Cevşen’in delâletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması ve sâbıkan işaret ettiğimiz hakikatlerin ve on dört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve maneviye ve beşeriyedeki âsârının delâletiyle, nev-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları onun dinine, şeriatına, İslâmiyet’teki hakikatlerine muhtaç (Hâşiye[2]) yapması ile on iki küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (asm) kudsî şehadet ettiği halde, acaba hiç mümkün müdür ki sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bu kâinat sahibinin bu derece küllî ve geniş şehadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (asm), kâinatın manevî bir güneşi olmasın?
İşte bu on beş küllî şehadetler, her biri pek çok şehadetleri, hattâ “Üçüncü Şehadet” mu’cizat lisanıyla bin şehadeti ihtiva edip öyle bir kat’iyetle ve kuvvetle اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ olan davayı ispat ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilan etmiş ki her gün beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlar ile teşehhüdde o davayı kâinata ilan ettiği gibi; o davanın esası olan hakikat-i Muhammediye (asm), kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddütsüz tasdik ederek kabul etmişler.
Ve bu kâinatın sahibi (Celle Celaluhu) o şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (asm) saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâlı ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı ve lütf u rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve büyüğü bir resul eylemiş.
Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasaret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiği kıyas edilsin!..
İşte namazdaki Fatiha, nasıl İkinci Kısım’da işaratıyla, teşehhüdde اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ taki hakikat-i tevhid davasına kat’î hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar. Bu Üçüncü Kısım’da dahi yine teşehhüdde وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ ta hakikat-i risalet davasına kuvvetli şahitleri getirip nihayetsiz tasdik imzalarını bastırır.
Yâ Erhame’r-râhimîn! Bu Resul-i Ekrem’in (asm) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ü ashabına komşu eyle, âmin âmin âmin!
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ الْمَقْرُوئَةِ وَ الْمَكْتُوبَةِ اٰمٖينَ
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ
***
Kaynak: Risale-i Nur