Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve
İslâmî B/ilim’e Geçme Talebi
Bilimsel Bilim’in Masalları!
Bedî’üzzaman Said Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî B/ilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Elhasıl “Bilim”e göre, fiil failsiz; eser, müessirsiz olmaktadır! Bunun sonucu olarak; “bu tencere, ocak, bıçak, ateş, soğanın (yani madde, tabiat, tesadüf, zorunluluk, kanun, kuvvetlerin) bu yemeği yapması mantıklı ve mümkün ve gerçek mi?” sorusunu gündeme bile getirmeden; “evet mümkün ve vaki, zaten olan da bu” anlamına gelen tasvir ve nedensellemeleriyle; “aşçı kim?” sorusunu bile doğmadan öldürmekte, böyle bir merakın doğmasına izin bile vermemektedir Bilim! “Fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret olmadan kâinatın varlık ve devam ve çalışması ve bu eser / sonuçları üretebilmesi mümkün ve vakiymiş” gibi yaptığı evren tasvirleriyle; böylece “fail ve aşçı kim” sorusunu daha bizde doğmadan öldürmekte; peşinen verdiği hazır “yanlış soru – cevaplarla” bu soru ve merakın zihinde uyanmasına engel olmaktadır!
Başlangıçta “yok(muş)” tarafını tutan ateizm inancını önvarsayıp, bu varsayıma inandıkları için, bu paradigmalarının doğal sonucu olarak, örneğin: Ekmeği ölçülü kesen bıçaktaki eli (yani arkasındaki fail / özneyi) gör(e)medikleri ve zaten böyle bir faile ihtiyaç ve zaruret olmadığına inandıkları ve buna ihtimâl bile vermeyip, reddettikleri için ve “bıçağın uçup, ekmeği ölçülü kesebilmesi için; bıçağı tutup, çekim rüzgârını yönlendiren ilim – irade – kudret sahibi hayattar bir fail ve özneye ihtiyaç ve zorunluluk yok” iddiasına inandıkları için; ekmeğin kesilmesinin nedeni olarak madde bıçağının “hareket”i; maddî bıçağın hareket nedeni olarakta, gene “madde”den kaynaklandığına inandıkları bir takım “çekim, kuvvet ve süreçleri” görüyor ve gösteriyorlar!
Yani “taş, demir, toprak” gibi alet ve malzemelerin, hiç insan eli değmeden bir takım sihirlerle kendi kendine havalanıp, gelip, kesilip, karıştırılıp ve uygun yerlerde birleşip Sultanahmet Camii’ni inşa ettiğine inanmak gibi; evrendeki madde ve zerrelerin de, sanki sihirli bir âlemdeymişiz gibi; kendi kendilerine ve bir takım tesadüf ve zorunluluk, kuvvet ve kurallarla, kendilerinden çok daha kompleks ve bilgili ve hatta “hayat, şuur, bilgi” gibi kendilerinde bile olmayan üstün özelliklerde “canlılar” ve “uçan seyyareler, yağmur yağdıran bulutlar, içinde çiçek üretilen saksılar, çiçek çıkan tohumlar, (şapkadan tavşan çıkması gibi) içinden ağaç çıkan topraklar, kuş çıkan yumurtalar” inşa ettiklerine inandırmaya çalışıyor bizi Bilimsel Bilim!
Erzağı, yağmurlama, temizleme sistemleri, zararlı ışık ve göktaşlarına koruma kalkanları düşünülmüş; boşlukta dönerek uçan uzay gemileri; içinde sihirli bir “rüzgâr”la (siz isterseniz buna “fizik – çekim kuvvetleri, tabiât kuralları” deyin daha Bilimsel gözükür!) kendi kendine havalanan ve testere – bıçaklarla kesilen ağaçlar, doğranan kütükler ve havalanan çivilerle çakılan uçan tahtalar, böylece imâl edilen masa – sandalyeler; hasılı “çizgi animasyon” gibi bir sürü sihirli ve esrarengiz hâdise! Bir de “bilim, doğanın büyüsünü bozdu, sırrını çözdü” derler!
Bilim’in zihin ve hayâl dünyamıza çizdiği bu sahte ve masalımsı kâinat kurgu ve ilüzyonuna göre; etrafta çeşitli enerji ve kanunlarla sihirli bir biçimde uçuşan “soğan, bıçak, ocaklar; dönen tencere, tavalar; esrarengiz bir biçimde biraraya gelen sandalye, masa, kaşıklar” var! Atomlar ve elementler birleşip ağaç oluyor, meyve oluyor, hayvan oluyor, demir oluyor, su oluyor! Buradan dağılıp, başka başka şeylerin inşâsında kullanılıyor! Üstelilk kendilerinde bile olmayan özellik ve sıfatlar, parçası oldukları bütünlerde veya “sebep”i sayıldıkları “sonuç” ve “eserleri”nde, sihirli bir biçimde ortaya çıkıyor! Yani cüz’leri oldukları bütün’ün parçalarına indirgenemez ve mantıkî olarak nedensellenip – açıklanamaz ve rasyonalize edilemez şekilde! Çünkü parçalar’ın birleşimiyle, bütünü’nde ortaya çıkan özellik ve sıfatlar; yani sebep ve sonucu sayılan şeydeki nitelik ve özellikler; olay sihrin sonucuymuş gibi “yok(luk)tan” yaratılıyor!
Çocuğunuza masal okuduğunuz zaman, bilimsel bir kitap alın, oradan okuyun! Burada baraj yapmayı bilen zeki ve şuurlu hayvanlar; plânlama yapan ve güneş ışığından besin – enerji elde etmesini bilip – uygulayan (veya bilmeden uygulayan!) bitkiler; karanlık denizlerde yol alıp, bugünkü teknolojiyi bile aşan ışıklı denizaltıları; gizli ve sihirli içgüdü ve yönlendiriciler; tesadüf tanrıları; uçan peri atomları ve harikulade inşa ettikleri büyük saraylar; full otomatik makina ve bilgisayarlar, organik robotlar; Büyük Patlamalarla ortaya çıkan muhteşem topaçlar ve uzay gemileri göreceksiniz! Bunlar ve daha fazlası büyüklere bu masallarda! Gerçi bu masallar, büyüklerin inanabileceği şekilde tasarlanmış! Ama olsun şimdiden gelecek nesilleri formatlayıp, programlamaya başlamış olursunuz!…
Bütün bu failsiz fiil, fiilsiz eser, ustasız eser ve yazarsız yazı, nakkaşsız nakışların olması ve madde ve mahiyet ve özellikleri su’dan farklı ve zıt olan hidrojen oksijenin birleşiminden “su”yun icad ve ibdası gibi; atomlarda olmayan nitelik ve vasıfların, birleştiklerinde, “madde”nin özellik ve niteliklerinde ortaya çıkabilmesi Bilim’e göre gayet mümkün ve rasyonel ve mantıklı! Çünkü ona göre mümkün ki oluyor! Halbuki olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyor ve inanıyoruz!
Bu batıl veya yanlış inanca bizdeki alışkanlık ve “ülfet” sebep olmakla birlikte; mevcut Bilim de buna “bilimsel” hâle getiriyor! Halbuki “mümkün” tanım kümemize, yani “nelerin mümkün olabileceği ve olduğu”na gene mevcud olanlardan delil getirmek; yani “bak mümkün ki oluyor; oluyor ki mümkün; mümkün olmasa olmazdı” demek açıkça bir totoloji ve kısır döngüdür! “Mümkün”ün tanım ve ta’rifine delili olarak; “Bak mümkün olmasa bu iş / eserler olmazdı. Failsiz olması mümkün olmasa, bu varlık olmazdı” diyerek; “failsiz mümkün olduğuna” gene olanların olmasını gösterme totoloji ve kısır döngüsüne giriyoruz! Halbuki o iş ve eserleri Rabbimiz yaptığı ve yarattığı için, bütün bunlar “mümkün” ve “vâki” ve “vacib” olarak meydana geliyor! Fail ve müessir ve yok(luk)tan var eden Rabbimiz olmasa; eşyanın varlığının değil mümkün ve ihtimâl dahilinde olması; yokluğu zarurî ve vacip olacaktı!
Elhasıl Bilim, gerçekten zihninin dışında böyle “sihirli” bir evren olup, işlediğine inanıyor! Bu evren ve içindeki maddenin, fail ve müessire ihtiyaç olmadan çalışabileceğine ihtimâl verip, bunu mümkün ve vâki görüyor! Zorunlu olan aksine “ihtimâl” bile vermediğinden, Rabbimiz’i teori ve hipotez ve model bazında bile denklemlerine dahil etmiyor! Kendi ateist ve materyalist önvarsayımına duyduğu inanç ve güvenle; eserin fiilsiz ve fiilin failsiz ve ürünün ustasız olduğu ve çalıştığı bir kâinat tevehhüm ve tahayyül, tasavvur ve tasvir ediyor!
Bu zanlarla, mevcudatın gözlem – ölçümlerinden elde edilen “ham bilgi (data – information – knowledge)”, Bilim’in Bilimsel Filtre ve katkı maddelerinden geçip, hurafelerine boyandıktan sonra, “bilim (science)”a dönüşüyor! Bunun sonucu olarak Kâinat Kitabı; Bilim’in gözünde müthiş bir Fizik, Kimya, Matematik, Mühendislik, Elektrik – Elektronik veya Biyoloji Kitabı olabilmekte; fakat her nedense ve nasılsa Âlemlerin Rabbi’nin Yazdığı Kitap bir türlü olamamakta!
“Bilim’in tanımı ve Bilimsel Yöntem olarak ‘kim’ sorusunu sormayacağım; çünkü amaç ve niyetim olayların failsiz ve öznesiz olarak; yani doğal ve fizikî sebeplerle olabileceğini; yani bunların İlâhî değil tabiî ve mu’cizevî değil doğal hâdiseler olduğunu göstermek ve bunların Allah’ın iş – icraat ve eserleri değil; madde ve süreçlerin işleyişinin doğal sonucu olduğunu anlatmak; yani görünenin dışına çıkmadan (ve “kim” sorusuna gerek kalmadan) bütün bunların neden – nasıl – niçininin çözüp – açıklanabileceğini ispat etmek!” diyerek kendi yöntem ve tanım, niyet ve taraf, amaç ve sınırlarını belirleyen Bilim; bu niyet ve kendine çizdiği sınırlarının doğal sonucu olarak neyi ararsa onu buluyor; sormadığı sorunun cevabını göremiyor; görse de farketmiyor, farketse de bozuyor!
Olaylar Bilim’in prizmasında kırılıp, renklenip – filtrelenerek; Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek soru ve cevaplar, başka sahte fail ve sebeplerle; hiçbir sebep ve özne bulunamazsa; oluşan açık, görünmez ve herşeye muktedir, hem her yerde hem hiçbir yerde olan, soyut ve manevî “tabiât, tesadüf, uzun zaman (evrim), kanun, içgüdü” gibi operatör sebepler, operasyonel kavramlar ve soyut süreçlerle kapatılıp, köreltiliyor!
Buradan Bilimsel Makale ve ifadelerde; Sevk-i İlâhî, sevk-i tabiîye; yaratma, oluşmaya; Allah’ın mu’cizesi, doğanın mu’cizesine; Kanun-u İlâhî / Sünnetullah (yani İrade-i İlâhî), Fizik – Tabiat Kanunlarına dönüşüyor. Olay; mevcut kanun, teori veya modellerle açıklanamadığı için öngörülemeyen, hesaplarda çıkmayan istisnaî bir durumsa, “tesadüf” veya “Bilim ileride çözecek, nice bilinmeyenleri çözdü” inancına sığınılıyor!
Elhasıl “şu adaptasyonla, bu mutasyonla, şu çekimle, bu basınçla, şu suyun buharlaşmasıyla, bu fotosentezle, bu bileşkeyle” gibi isimlendirme, isim takma ve tasvirlerle; işleyişin nasılını nedenselledikleri algısı uyandırıyorlar! Varlık ve işleyiş ve sonuçlarını nedenselleyip, açıkladıkları; nasıl’a cevap verip, çözdükleri ilüzyonu uyandırıyor Bilimsellik Felsefesi’nin ürünü ve sonucu olan Bilim, Bilimsel Bilim!
Bilimsellik Felsefesi’nin ürün ve sonucu olan “Bilim”in eksik ve yanlış ve zararlarına haftaya devam edeceğiz inşâallah.