Bütün bu olumlu gelişmeler PKK ’nın altındaki zemini çekiyordu onun için de “Çözüm! Çözüm!” diye bağırmaya başladılar. Türkiye’deki liberaller, solcular ve bilumum PKK seviciler hükumete baskı yapmaya başladılar. Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan bu meseleyi zaten silahsız çözmek arzusundaydı onun içinde her türlü riski göze alarak çözüm önerilerini kabul etti. PKK ve Öcalan’la görüşmeler başladı. Gerçi bunun sonuçsuz kalacağı başından belliydi çünkü PKK sanki silah bırakmakla bir lütufta bulunuyormuş gibi laubali ve buyurgan demeçler veriyordu.
PKK ile ilk görüşmeler 2009’da gerçekleşen Oslo görüşmeleridir. Oslo’da MİT-PKK görüşmeleri net olarak bilinmemekle birlikte 2009 yılı ortalarında gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim oldu. 34 PKK’lı terörist BDP tarafından adeta bir savaş kahramanı gibi karşılandı ve 4 savcı, 1 hâkim PKK ’lıları sınırda beklediler. Pankartlar açıldı, sloganlar atıldı, konserler yapıldı ve çözüm sürecinin ilk somut adımı da bu şekilde atılmış oldu.
28 Aralık 2011 tarihinde Türk Hava Kuvvetlerinin, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak topraklarında F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda 35 Kürd vatandaş hayatını kaybetti. Irak’tan Türkiye’ye mazot ve sigara getirmek için PKK ’nın kullandığı yol üzerinden geçen Kürd kökenli vatandaşların oluşturduğu bir kaçakçı kafilesinin içinde 8-10 PKK ’lı terörist de bulunuyordu. Örgüt, o bölgede heronların uçtuğundan haberdardı. Heronların harekete geçtiğini anladılar ve kafileyi terk ederek TSK’yı tuzağa düşürdüler. Ve süreç bir kez daha çıkmaza girdi. Bu süreçte FETÖ’de Başbakan Erdoğan’ı devirmek için failiyete geçti ve 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘ı PKK ‘ya yardım etmek suçlamasıyla göz altına almaya çalıştı. Delilleri de Oslo Görüşmelerinin PKK tarafından FETÖ ’ye servis edilen kayıtlarıydı. Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2012’de Oslo görüşmelerinin çözüme yönelik olarak yapıldığını, daha sonrasında samimiyetsizlik ve PKK tarafından bilgilerin servis edilmesi nedeniyle bu görüşmelere son verdiklerini söyledi.
2013 ‘de Diyarbakır’daki Nevruz kutlamasında Öcalan’ın 5 sayfalık mesajını BDP’li Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan Türkçe ve Kürtçe okudu. Önce Kürtçe okunan mesajında Öcalan, PKK ’ya” silahlar sussun, sınır dışına çıkın” çağrısı yaptı. 2013 yılının ilk günlerinde bir yandan devlet yetkilileriyle görüşen Öcalan’ın Barış ve Demokrasi Partisi heyetleriyle de görüşmesine izin verildi. Çözüm süreci kapsamında varılan anlaşma gereği Öcalan’ın örgüte “Silahlı mücadele bırakılacak, Türkiye topraklarından çekilin” çağrısı yapması için seçilen tarih ise Diyarbakır’da Nevruz’un kutlanacağı 21 Mart tarihi oldu. Kutlamadaki slogan “Öcalan’a özgürlük Kürt halkına statü” oldu bu slogana müteakip bir sonraki yılda çözüm sürecinin kontrolünün kaybedildiğini gösteren bir tablo vardı 2014 yılında da “Özgür Önderlik Özgür Kürdistan” olarak belirlendi. Bu ifadelerde gösteriyor ki çözüm süreci kontrolü zor bir süreç haline gelmişti ilk baştaki saf ve samimi söylemler yerini istismar ve PKK ‘nın iki yüzlülüğü almıştı.
7 Ekim 2014 te HDP ’nin IŞİD tarafından kuşatılan Suriye’de Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu Kobani için “Kobani’nin düşmesi durumunda çözüm süreceğinin biteceğini” belirtmesi ve böylece süreci hükumetin dış politikasına yön vermeye kadar götürmesinin ardından, 7-10 Ekim 2014 ’te yurt genelinde yapılan Kobani protestolarında pek çok vatandaşımız öldü. 10 Ekim’de Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Ürker, kent merkezinde olaylar nedeniyle tahrip edilen işyerlerinde inceleme yaparken silahlı saldırıya uğradı. Saldırıda Emniyet Müdürü Ürker yaralanırken, beraberindeki Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin ve Koruma polislerinden Komiser Hüseyin Hatipoğlu şehit oldu. Kobani protestoları ve sonrasında yaşanan siyasi gerilim, sürecin en büyük kırılma noktalarından biri oldu.
28 Şubat 2015 günü, Hükumet’ten 4, HDP ’den 3 temsilci, Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelmiş, yarım saatlik bir ön görüşmeden sonra televizyon kamerası karşısında görüşmenin içeriğini açıklamışlardı. Kısaca adına Dolmabahçe Deklarasyonu denilen 10 maddelik bir evrak, Sırrı Süreyya Önder tarafın okundu. 10 maddede tam 11 kere “demokratik” kelimesi geçiyordu. PKK nın demokrasi anlayışını liderlerinden Mustafa Karasu, 2016 yılında yazdığı makalede şöyle izah ediyordu; “Bir daha vurgulayalım, artık devletsiz, patronsuz, ağasız, ‘karısız’, ‘kocasız’ bir dünyayı düşünmenin zamanıdır. Devletsiz yönetim, patronsuz, ağasız bir ekonomik yaşam, ‘karısız’, ‘kocasız’ özgür eş yaşam gerçekleştirilebilir. Artık egemenlerin bu konuda yarattıkları ideolojik egemenlikleri yıkmak, özgür düşünmek, bu temelde neolitik toplumdan bugüne var olan demokratik uygarlığı demokratik topluma dayandırarak yeniden güncelleştirmenin zamanıdır.” Yani namus kavramı ve hukuk sisteminin olmadığı bir dünyadan bahsediyor ki hayvanlar bile bunu kabul etmez.
Okunan belgenin her cümlesinin muğlaklığı PKK jargonunu bilenler için gayet açıktı. Kürt halkına biz elimizden geleni yaptık, kendilerini idare eden üst akla biz sizinleyiz mesajını içeriyordu. Bu süreç onların 7 Haziran 2015 te yapılan seçimlerden zaferle çıkmasına yaradı. Ancak Selahattin Demirtaş’ın seçim akşamı yaptığı şımarık konuşmayla bir anda halkın bütün umudunu söndürdü. 1 Kasım 2015 seçimlerini önceki seçimler gibi silah zoruyla kazandılar. Bütün bunlar aynı zamanda Öcalan’ın PKK üzerinde kontrolünün olmadığının ispatıydı.
Bu süreç zarfında doğu illerini adeta silah ve patlayıcı depolarına çevirdiler. Bazı il ve ilçelerde hendekler kazarak, barikatlar kurarak buralarda içeriği belli olmayan öz yönetimler ilan ettiler. Tabii Devlet refleksi devreye girdi ve operasyonlar başladı. Elbetteki PKK yöneticileri bunun neticesiz olacağını biliyordu ama iki amaç hedeflenmişti: birisi Türkiye’yi dünya kamuoyu karşısında katliam yapan bir devlet durumuna düşürmek, diğer amaçta Türkiye’nin, Suriye’ede yapmayı planladığı operasyonlara engel olmaktı. Bu dönem PKK ve FETÖ nün işbirliğinin zirve yaptığı dönemdir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Ordu ve Poliste yapılan temizlik sonucu devlet adeta yeniden yapılandı ve mücadeleye daha kararlı ve tutarlı bir şekilde sıfırdan başlandı.
Sonuç olarak, eğitimde Kemalist, örgütlenme yönteminde Maoist, yönetim modelinde Stalinist olan PKK denilen bu lanetli yapının, mutlaka yok edilmesi lazım. Yok edilmesi gereken ona kananlar veya mecburiyetten itiaat edenler değil, bununla zaten bir yere varılamadı. Yapılması gereken önce gücünü kırmak, sonrada yapıyı yok etmektir. Bunlardan bağımsız olarak Kürd’lerin meşru talepleri yerine getirilmelidir.
Kürd’lerin de şunu anlaması gerekir ki tarihlerinde sahip olmadıkları bir sermayeye sahipler. O sermaye okumuş genç nüfüs ve güçlü bir esnaf kitlesidir. PKK nın gençlerini ölüme götürmesine ve esnafını yok etmesine izin vermemelidirler.