Müslümanlar İslâm’ın ilk yıllarından beri Kur’an ve Sünnet’in emirlerine uyarak yardımlaşmaya başlamışlardır. Allah ve Peygamberin emir ve tavsiyeleriyle başlayan ve yeşeren bu duygu, asırlar boyunca devam edecek bir hayır müessesesinin yâni vakfın doğmasına sebep olmuştur. İslâm dünyasında insanlara faydalı olan her hizmetin ibadet telâkki edilmesinin neticesi olarak vakıflar, cemiyetin yararına olan her alanda sağlam birer teminat ve sigorta vazifesi görmüşIerdir. Vakfın ifa ettiği fonksiyon sadece ferdî hayırseverlik duygusundan neş’et eden yardımlaşma değildir. Ayrıca günümüzde devletin ifa etmekle yükümlü olduğu birçok kamu hizmetleri de, özellikle Osmanlı döneminde, vakıf yoluyla ifa edilmiştir.
Cemiyet için, en önemli hizmet olan eğitim ve öğretim hizmetleri tarihimizde vakfın elindedir. Tanzimata kadar Osmanlı Devleti başta olmak üzere bütün İslam devletlerinde ilk öğretim müesseseleri olan “sıbyan” mektepleri, orta ve yüksek öğretim müesseseleri olan medreseler, tamamen vakıf yoluyla kurulmuş ve hizmet vermişlerdir. Nüfusu 500 bini bulan Gaziantep’e şu anda mevcut ilk okuI sayısının, eski dönemde nüfusu 50 bin bile yokken mevcut olan sıbyan mektebi kadar olduğunu belirtirsek, mesele sanırım daha iyi anlaşılır ve bu sözümüze delil arayanlar salnâmelere ve vakfiyelere müracaat edebilirler.
Sağlık hizmetleri, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetleri de vakıf eliyle yürütülmektedir. Belediyelere ait birçok hizmetler, esnaf teşkilâtları ve ordu yardımlaşma kurumlarının ifa ettikleri hizmetler de vakfın görevleri arasındadır . Kısaca âmme maslahatı bulunan her hizmetin ihmale uğramadan ve devamlı olarak ifası için vakıf müessesesine başvurulmuştur.
Özellikle Osmanlı Devleti zamanında büyük gelişme gösteren “vakıflar sayesinde, bir adam, vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idarelerinden ücret alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü ”. Böylesine hizmetleri bulunan vakfın ortadan kaldırılması yahut vakıf malların satılması mümkün müdür?
1- Vakıf Mallar Satılabilir mi?
Vakıf malların satılması hukuken mümkün değildir. Eski tâbirle istibdâli yâni bazı şartlar gerçekleştiği zaman satılarak yerine aynı gayeyi gerçekleştirecek bir başkasının alınması mümkündür. Vakıf malların değiştirilmesi için, vakfeden bu yetkiyi mütevelliye tanımış olabilir. Bu durumda vakfiyedeki şartlar doğrultusunda vakfın gayesine ters düşmeyen değişiklikler, mahkeme kararı ve devlet reisinin izniyle yapılabilir. Aynı şartlarla vakıf malların tamamen intifa edilemez, yâni yararlanılamaz hale gelmesi durumunda da satılıp uygun bir malla değiştirilebileceği kabul edilmiştir. Eskiden kervansaray olan ve şimdi ise hem harap ve hem de yararlanılması mümkün olmayacak durumda bulunan bir yerin, gayesinin ve eğer binası kalmamışsa arsasının günümüzdeki anlayışla benzeri gayelerde kullanılması gibi. Vakıf maldan yararlanmak mümkün iken daha yararlı hale getirmek üzere yine yukarıdaki şartlarla, istibdâI yoluna gitmeyi ise, çoğu İslam hukukçuları caiz görmemişlerdir .
Vakıf mallar hukuki statü açısından iki kısma ayrılır:
Birincisi, doğrudan doğruya aynı ile istifade olunan vakıflardır ki, bunlara vakıf hukukunda “mües-sesât-ı hayriye” denir. Bunlar, ma’bedler, mektepler, dar-ül fünunIar, medreseler, hamamlar, kütüphaneler, imaretler, hastahaneler, yetimhaneler, dulhaneler, köprüler, yollar ve benzeri kamu yararına tahsis olunmuş müesseselerdir. Bunlarda zamanaşımı söz konusu olmaz; satılmaz, değiştirilemez, gayesi bitti, denilemez; ancak gayesine uygun olarak genişletilir, imar ve ıslah edilir. Biraz önce zikrettiğimiz istibdâl hükümleri, burada uygulanamaz. Zira bu müesseseler, ihtiyaç olmaktan çıkmaz.
İkincisi, birinci gruptakilere gelir temin eden vakıf arâzi dükkân ve benzeri mallardır. Vakfın yararına olmak ve yerine daha iyisi alınmak şartıyla bu çeşit vakıf mallar şartları bulunduğu zaman satılabilir, değiştirilebilir .
2- Vakıf Hukukuna Aykırı Çarçur
Bu kısa bilgilerden sonra şimdi de vakıf hukukunun çiğnendiğine ve hâlâ da çiğnenmeye devam edildiğine müşahhas bir misaI verelim: İstanbul vakıfları. Anadolu’da yapılanlar da İstanbul’dakinden farklı değildir. Biz misaI olsun diye İstanbul’u zikrediyoruz. % 80’i gerçek manada Allah rızası için, geriye kalanı ise bazı sebeplerle Anadolu’nun ve özelIikle de İstanbul’un % 90’ı vakıf haline getirilmiştir. Tanzimattan sonra tanzim olunan bir mazbatada bu hakikat şöyle dile getirilmektedir:
“Ba’zısı sahila niyet-i hayrıya ve ba’zısı dahi evlâd ve ensâbına irad yapmak gibi menfaat-i zâtiye üzerine rast geldiği yeri, dahi umuma terk edilmiş olan sokak ve meydanları belki âherinin cami avlularını bile vakf edüp bu hal ile ekser yerde ve alel-husus Dersaâdet’de mülk-ı sırf olan yer hiç kalmadığı… ”
Bunu biraz daha açık hale getirirsek;
İstanbul’da yüzbinlerce vakıf vardır. Bu vakıflardan Osmanlı sultan ve vezirlerine ait olanların sayıları on binleri bulur. Bunlar içinde sadece Fatih Sultan Mehmed’inkine nazar edelim:
Fatih’in vakıfları içinde en önemli üç tanesi Fatih Camii, Fatih İmareti ve Ayasofya Cami evkafıdır. Bunların içinde Ayasofya evkafına ait olmak üzere, İstanbul merkez, Üsküdar ve Galata’da 2300 kadar dükkân, 1300 ev, 2 kervansaray, 30 kadar bozahane, 23 başhane ve 2 hamam bulunmaktadır. Diğerlerini de buna kıyaslayabilirsiniz, 1672 tarihinde merkez İstanbul’da 126 medrese, 100 dâr’ül hadis, 152 büyük câmi, 750 mescit, 100’den fazla zâviye ve tekye ve 72 tane çarşı ve hamam mevcut olduğunu belirtirsek mesele daha da iyi anlaşılır .
Netice itibariyle % 90’ı vakıf olan İstanbul’da bu-günkü vakıfların hali nedir? Bu sorunun cevabını vic-dan-ı âmmeye havale ediyoruz. Ancak neler yapıldığı-na dair bazı pencere¬ler açmak istiyoruz.
3- CHP İdaresi Her şeyi Satıyor
Cumhuriyet devrinin acı bir vasfı, geçmişe ait her şeye güzeI de olsa karşı çıkmak ve düşman olmak olmuştur. Bu kâide vakıflar hakkında da geçerlidir. Batı’dan gelen her şeyin iyi, İslâm âlemine ve müslüman ecdadımıza ait her şeyin kötü olduğu peşin fikrine sahip Batı mukallitleri, 19. asırda vakıfların düştüğü bunalımlı dönemi de nazara vererek bu müesseselere sünger çekme gayretine girişmişlerdir. Önce; ilmî bir kılıf buluruz, diye vakıflar hakkında tasfiye kanunu hazırlamak üzere İsviçre’li hukukçu Hans Leemann getirilmiştir. Bu büyük hukukçu, tam bir objektiflikle, şimdiye kadar cemiyete yapmış olduğu ve bundan böyle yapacağı hizmetleri izah ederek, eski vakıfların muhafazasını tavsiye etmiştir. Bundan alınan ve hukukçuyu geri gönderen gerçek vakıf uzmanları (!), hemen 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nu çıkarmışlar ve başta İstanbuI olmak üzere, onbinlerce vakıf malını, tâviz bedeli denen, komik bir bedeI karşılığında gayr¬i müslimlere yağmalatmışlardır. Gayr-i müslimler, diyoruz. Zira müslümanlar Allah’tan korkarak vakıf mallarını satın alamamışlar ve sadece İslamî hayatı olmayanlar bu işe karışmıştır. Sadece İstanbul’da taviz bedeli denen komik bir bedelle satılan gayrimenkullerin sayısı 230.000 kadardır. O zaman 35.000 TL olan yerler 200 TL’ye, 25.000 TL’lik yerler ise 125.- TL’ye satılmıştır. Satılan yerler sadece binalar, dükkânlar de-ğildir. İçinde satılması mümkün olmayan câmiler, hamamlar, külliyeler, çeşmeler ve medreseler de vardır. Kılıç Ali Paşa’nın hamamı bir Ermeniye, Süleymaniye Camii’nin çevresi çoğunluğu gayrimüslim olan şahıslara, Sultanahmed’in imam ve müezzin evleri Rumlara ve benzerlerine satılmıştır. Bu, hukuk adına işlenen en büyük faciadır.
4 – Devletimizden İstirhamımız
Şu anda bizim yetkililerden istirhamımız şudur. BâtıI bir akit yıllar geçse de zaman aşımı ile sahih hâle gelmez. Müessesât-ı Hayriye denilen câmi, hamam ve benzeri vakıf mallarda zaman aşımı işlemez. Bu sebeple özellikle Süleymaniye gibi câmi ve müesseselerin çevresindeki vakıf gayrimenkullerin satımı, hem dinimiz ve hem de günümüz hukuku açısından geçersizdir. Yâni buralar gasbedilmiştir. Gasb, gasbdır; yapanın şahsiyeti gasbın hukukî mahiyetini değiştirmez. Bu sebeple hemen bir tesbit komisyonu kurulmalı; müessesat-ı hayriye gurubuna giren vakıf mallar tesbit olunmalı; şu anda tasarruf hakkı sahibi gibi görünenlerin de mağdur olmamaları için bu gayrimenkuller istimlâk yolu ile vakıflara iade edilmelidir. Vakıflar, şuurlu bir şekilde buraları ihya ederse, istimlâk bedelini kısa zamanda telâfi edeceği de unutulmamalıdır. Süleymaniye Camii’nin avlu altları ne zamana kadar tamirhâne olmaya devam edecektir? Biz bu hale devam edersek, bizim gibi davranan Bulgarlara hangi yüzle karşı çıkacağız.
Vakıflar sahip bekliyor; sahibi yok mu? Vakıf Gureba’nın yarı arazisi Çapa Tıp Fakültesine verilirken ses çıkarmayıp, aynı hastahane gayesine uygun olarak islâh ve tevsi edilirken bas bas bağıranlar acaba bu dediklerimizi duyacaklar mı?
İstanbul’daki Vakıfların Miktarını Gösteren Belge 1
Camilerin Bile Nasıl Satıldığını Gösteren Bir Belge 2