On Beşinci Şuâ (10. Bölüm)
Fatiha-i Şerife’nin Bir Muhtasar Hülâsası
Üçüncü Medrese-i Yusufiyede, muvakkat pek az bir zamanda, tecritten temasa naklimde verilen yalnız bir tek dersin İKİNCİ KISMI
ALTINCI KELİME: اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Evet, nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir noktadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası ise en doğrusudur ve müstakimidir. Aynen öyle de maneviyatta ve manevî yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu en müstakimi ise en kısa ve en kolayıdır.
Mesela, Risale-i Nur’da bütün muvazeneleri ve küfür ve iman yollarının mukayeseleri kat’î gösteriyorlar ki iman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkülatlı ve tehlikelidir.
Demek, bu istikametli ve hikmetli ve her şeyde en kısa ve kolay yolda sevk edilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatleri olamaz ve iman ve tevhidin hakikatleri, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir.
Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat en faydalı en kısa en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir.
Mesela kuvve-i akliye, hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay, faydalı istikameti kaybetse ifrat veya tefritle muzır bir cerbezeye ve belalı bir belâhete düşer, uzun yollarında tehlikeleri çeker.
Ve kuvve-i gazabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takip etmezse ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer. İstikameti kaybetmesinin hatasının cezası olarak daimî, vicdanî bir azabı çeker.
Ve insandaki kuvve-i şeheviye, selâmetli istikameti ve iffeti zayi etse; ifratla musibetli, rezaletli fücura, fuhşa ve tefritle humuda, yani nimetlerdeki zevk ve lezzetten mahrum düşer ve o manevî hastalığın azabını çeker.
İşte bunlara kıyasen, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin bütün yollarında, istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakim kaybedilse o yollar pek belalı ve uzun ve zararlı olur.
Demek اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ pek çok câmi’ ve geniş bir dua, bir ubudiyet olduğu gibi bir hüccet-i tevhide ve bir ders-i hikmete ve bir talim-i ahlâka işaret eder.
YEDİNCİ KELİME: صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:
Evvela: عَلَيْهِمْ kimlerdir diye مِنَ النَّبِيّٖنَ وَالصِّدّٖيقٖينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِحٖينَ âyeti beyan ederek, nev-i beşerde istikamet nimetine mazhar dört taifeyi beyan içinde, o taifelerin reislerine اَلنَّبِيّٖنَ ile Muhammed aleyhissalâtü vesselâma, وَالصِّدّٖيقٖينَ ile Ebubekir-i Sıddık radıyallahu anh’a, وَالشُّهَدَٓاءِ ile Ömer ve Osman ve Ali radıyallahu anhüme işaret edip Peygamber’den (asm) sonra Sıddık (ra) sonra Ömer (ra) Osman (ra) Ali (ra) üçü hem şehit hem halife olacaklar diye gaybî ihbarla bir lem’a-i i’caz gösterir.
Sâniyen: Nev-i beşerin en yüksek en müstakim en sadık bu dört taifesi; Âdem (as) zamanından beri hadsiz hüccetler, mu’cizeler, kerametler, deliller, keşfiyatlar ile bütün kuvvetleriyle dava edip ve beşerin ekseri onları tasdik ettikleri hakikat-i tevhid, elbette güneş gibi kat’îdir. Bu hadsiz meşahir-i insaniye, yüz binler mu’cizelerle ve hadsiz hüccetlerle doğruluklarını ve hakkaniyetlerini gösterip tevhid ve vücub-u vücud ve vahdet-i Hâlık gibi müsbet meselelerde ittifakları ve icmaları öyle bir hüccettir ki hiçbir şüpheyi bırakmaz.
Acaba kâinatın ehemmiyetli netice-i hilkati ve zeminin halifesi ve zîhayatların istidatça en cem’iyetli ve yükseği olan nev-i beşerin en müstakimleri, en sadık ve musaddak mürşidleri ve kemalâtta reisleri olan mezkûr o dört taifenin icma ve ittifakla iman edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakikati tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinayet ve nihayetsiz bir azaba müstahak olmaz mı?
Kaynak: Risale-i Nur