On Beşinci Şuâ (7. Bölüm)
Fatiha-i Şerife’nin Bir Muhtasar Hülâsası
Üçüncü Medrese-i Yusufiyede, muvakkat pek az bir zamanda, tecritten temasa naklimde verilen yalnız bir tek dersin İKİNCİ KISMI
Hapiste Nur şakirdlerine kısacık bir ders numunesidir. O da şudur:
Fatiha-i Şerife denizinden bir katre ve güneşindeki elvan-ı seb’a yani ziyasındaki yedi renginden bir tek lem’a beyan etmeyi, namazdaki Fatiha kalbe emretti. Gerçi Yirmi Dokuzuncu Mektup’un bir kısmında, hususan نَعْبُدُ “nun”undaki seyahat-i hayaliye ve Rumuz-u Semaniye’de ve İşaratü’l-İ’caz Tefsiri’nde ve sair Nur eczalarında bu kudsî hazinenin çok tatlı ve güzel nüktelerini yazmışız. Fakat o pek şirin hülâsa-i Kur’aniyeden yalnız imanın rükünlerine ve hüccetlerine işaratını, gayet kısa bir muhtasar hülâsasını birinci kısımdaki ifade gibi kendim namazdaki tefekkürümü yazmasına bir cihette mecbur oldum. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ kelimesini Nur’un iki üç risalelerine havale edip اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ den başlıyorum.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ۞ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ … الخ
BİRİNCİ KELİME: اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ dir. Bundaki hüccet-i imaniyeye gayet kısa bir işaret:
Evet, kâinatta medar-ı hamd ve şükür olan kasdî in’amlar ve nimetler, hususan kan ve fışkı içinden safi, temiz, gıdalı sütü âciz yavrulara göndermek ve ihtiyarî ihsanlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar ve ziyafetler zemin yüzünü, belki kâinatı doldurmuş. Onların fiyatı dahi başta Bismillah, âhirde Elhamdülillah, ortada nimette in’amı hissetmek ve Rabb’ini onun ile tanımaktır.
Sen kendi nefsine, midene, duygularına bak! Ne kadar şeylere, nimetlere muhtaçtırlar. Ve ne derece hamd ve şükür fiyatıyla rızıkları, lezzetleri isterler, gör; her zîhayatı kendine kıyas eyle.
İşte bu umumî in’amlar mukabilinde hal ve kāl dilleriyle edilen hadsiz hamdler, pek kat’î bir surette bir Mabud-u Mahmud, bir Mün’im-i Rahîm’in mevcudiyetini ve umumî rububiyetini güneş gibi gösterir.
İKİNCİ KELİME: رَبِّ الْعَالَمٖينَ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet, biz gözümüzle görüyoruz ki: Bu kâinatta binler değil belki milyonlar âlemler, küçük kâinatlar, ekseri birbiri içinde, her birinin idaresi ve tedbirinin şeraiti ayrı ayrı olduğu halde, öyle bir mükemmel terbiye, tedbir, idare ediliyor ki bütün kâinat bir sahife gibi her an nazarında ve bütün âlemler birer satır gibi kalem-i kudret ve kaderiyle yazılır, tazelenir, değişir. Bir nihayetsiz rububiyet içinde nihayetsiz bir ilim ve hikmet ve ihatalı hadsiz bir rahmet ve dikkat ile bu milyonlar âlemleri ve seyyal kâinatları idare eden bir Rabbü’l-âlemîn’in vücub-u vücuduna ve vahdetine küllî ve cüz’î şehadetler, zerreler ve zerrelerden terekküp eden mevcudlar adedince hadsiz, nihayetsiz şehadetler her ân ve zaman geliyorlar.
Zerrat tarlasından tâ manzume-i şemsiyeye, tâ Samanyolu denilen Kehkeşan dairesine ve bir hüceyre-i bedenden tâ zemin mahzenine, tâ kâinat heyet-i mecmuasına kadar aynı kanun, aynı rububiyet, aynı hikmet ile beraber idare ve terbiye eden bir rububiyeti tasdik ve hissetmeyen, bilmeyen, görmeyen bir insan elbette hadsiz bir azaba kendini müstahak eder ve merhamete liyakatini selbeder.
Kaynak: Risale-i Nur