İsraf; gereksiz ve ölçüsüz harcama yapmaktır.
Gerek ferdi gerekse toplum olarak birçok maddi sıkıntımızın en önemli sebeplerinden biri de israftır.
Hayatımızın her alanında büyük bir israf söz konusu. Günde altı milyon ekmeğin israf edildiği söyleniyor. Hâlbuki Habib-i Ekrem Efendimiz (sav.) “Ekmeğe saygılı olun” buyurarak ona hürmet etmemizi ve israftan kaçınmamızı emir buyurmuştur.
Büyüklerimiz ve dedelerimiz nasıl bir yokluk içinde yaşadıklarını gözyaşları ile anlatırlardı. İnsanların ekserisi karın tokluğuna hizmekârlık yapıyorlarmış. Dedelerimiz bir urup (tenekenin yarısı) buğdaya, ninelerimiz ve annelerimiz üç beş tezeğe ırgat gidiyorlarmış.Onlar, katıksız bir ekmeği iki gün yer, ona da şükrederlermiş. Çoğu zaman buğday ekmeğini bulamazlarmış, genelde arpa ekmeği yerlermiş.
Geçmişini bilmeyen, haline şükretmez. Yetmişli yılların sonuna kadar devletimiz güçsüz, insanlarımız fakir imiş. Köyün ağası dediğimiz insanlar bugünün en fakir insanı kadar bile varlıklı değillermiş. Sofrasında peyniri, ambarında unu olan ağa sayılırmış. Halimize şükretmemiz için, dedelerimizin ve babalarımızın neler yaşadıklarını, yoksullukla nasıl mücadele ettiklerini çok iyi bilmemiz lazım.
Şimdi en sıradan bir insanın sofrasında bile en az iki çeşit yemek var. Şahsen ben on yaşından sonra zeytini gördüm. Soframızda peynir bile her zaman olmazdı. Şimdiki gençler yokluk nedir bilmiyorlar.
Allah’a sonsuz şükürler olsun şimdi her nimet bol. Devletimiz güçlü, milletimizin maddi durumu iyi. Lakin çoğu kimsede şükür, kanaat, rıza, memnuniyet ve iktisat yok. Toplumun genelinde şükürsüzlük, doyumsuzluk, başkasına özenti, hakkına razı olmama ve korkunç bir israf söz konusu. Resul-i Ekrem Efendimizin (sav.) buyurduğu gibi; “Kanaat bitmez, tükenmez bir hazinedir.” Elindekine kanaat etmeyen kişi, dünyanın en zengini de olsa yine de fakirdir. Zira hırs, israf, şükürsüzlük ve hakkına razı olmama insanın gözünü kör eder ve doyumsuz kılar.
İnsan, nimetin kadrini bilmez, nankörlük eder ve şükretmezse nimet elden çıkar. Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi; “Nimet şükrü görmezse gider.” İktisat ve kanaat; refah ve huzurun, israf ise, iflasın anasıdır. Ferdi ve içtimai hayatın en büyük düşmanı sefahat ve israftır.
“Evet, hangi müsrif ile görüşsen şekvalar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da, yine dili şekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen; şükür işiteceksin.” (Lem’alar, 19. Lem’a)
Üzülerek ifade edelim ki, çoğu kimseler kazancına göre harcama yapmamakta ve bunun neticesi olarak da büyük bir sıkıntıya düşmektedirler. Borcunu ödeyemediği için icraya verilenler, maaşına haciz konulanlar pek de az değildir. Herkes kendi kazancına ve maddi durumuna göre harcama yapmalıdır. Desinler belası, moda safsatası ve başkalarına özenti yüzünden âdeta tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. “Yiyin, için; fakat israf etmeyin.” (Araf Suresi 7/31) ayeti israftan kaçınmamızı emretmektedir.
Zamanını, servetini ve azalarını israf edenler, sefalete düşer, maddî ve manevî saadeti kaybederler. Zaruri olmayan ihtiyaçlar, zaruri ihtiyaç haline gelmiştir. Bediüzzaman Hazretleri Lemaat adlı eserinde şöyle buyurur: “Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.”
Teknolojinin getirdiği güzelliklerin yanında, menfi tesirleri de az değildir. Bugün hemen her evde elektronik eşyalar mevcut, nerede ise kişi başına bir telefon düşmektedir. Bütün bunlar giderleri artırmakta ve israfa yol açmaktadır.
Düğünlerde Yapılan Gereksiz Harcamalar
Düğünlerde yapılan gereksiz harcamalar ve alınan pahalı eşyalar aileleri sıkıntıya sokmaktadır. Maddi durumu müsait olmayan bazı kimseler de masrafları karşılamak için kredi çekmekte ya da düğünde takılan altın ve paralar gelin hanımdan almakta, bunun neticesi olarak da huzursuzluklar yaşanmaktadır. Gelenek, görenek ve desinler hastalığı maalesef birçok insanın hayatını perişan etmekte, hatta bunalıma girmesine sebep olmaktadır.
Hz. Fatma validemizin çeyizi üç adet minder, bir adet seccade, bir adet içi hurma lifiyle doldurulmuş yastık, iki adet el değirmeni, bir adet su tulumu, bir adet su testisi, bir adet meşin su bardağı, bir adet elek, bir adet havlu, bir adet koç postu, bir adet alaca kilim, bir adet sedir, iki adet Yemen işi alaca elbise, bir adet kadife yorgan.
Hz. Ebu Bekir (ra.) bu eşyaları getirince Habib-i Edip Efendimizin (sav.) gözleri doldu ve şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Senin sevmediğin israftan çekinen kimselere bu eşyayı hayırlı kıl.”
Elbette ki o zamanın şartları ile günümüzün şartları bir değildir. O zaman ihtiyaç olmayan ya da henüz icat edilmeyen birçok eşya bugün zaruri ihtiyaç olmuştur. Nimetlerden imkânlar dâhilinde faydalanmak, israfa ve aşırıya kaçmamak lazım.
Devlet dairelerinde de israf had safhada. Bazı daire müdürlerinin makam odası saray gibi. Oysaki devlet malı en büyük emanetlerden biridir. Afrika insanlar açlıktan ölürken gerek kamudaki yemekhanelerde, gerekse evlerimizde çöpe atılan ekmeğin ve dökülen yemeğin haddi hesabı yoktur.
Ne yazık ki çok yemekten, sağlıksız beslenmeden ve hareketsizlikten dolayı yakımızı hastalıklardan kurtaramıyoruz. Çok yemek, çok uyumak ve çok konuşmak kalbe sıkıntı verir. Bu üç şeye hâkim olabilsek dünyamız cennet olacak.
Habib-i Edip Efendimiz (sav.) şöyle buyurur:
“Çok yiyip içmek hastalıkların başıdır.”
“Az yiyenin içi nurla dolar.”
“Az yemekle kalbinizi ihya edin!”
Hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı olan Ebu Ali İbni Sina; “Yiyin, için ama israf etmeyiniz” (Araf Suresi, 7/31) ayetini tıp noktasında şöyle tefsir etmiştir: Tıp ilmini iki satırda topluyorum:
1-Az konuş. Sözün güzelliği kısalığındadır.
2- Az ye. Yemek yedikten sonra dört beş saat kadar yeme.
Şifa hazımdadır. Kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal üst üste yemektir.
Zaman İsrafı
Şunu da unutmayalım ki, en büyük israf, zamanı boşa harcamaktır. Saatlerce oyunun başından kalkmayan insanlar var. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü insanoğlu, ömrünü nasıl geçirdiğinden, yaptığı işleri ne niyet ile yaptığından, malını nereden nasıl kazanıp ve nerede harcadığından, sıhhatini nerede ve nasıl değerlendirdiğinden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz.”
Başka bir hadislerinde ise şöyle buyururlar: “İki nimet vardır ki, insanlar onlarda yanılmıştır: sıhhat ve boş vakit”
“Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözü güzel bir darb-ı meseldir. Acaba bir kahvenin kırk yıl hatırı olursa, iki gözün, iki kulağın ve konuşmaya ve tat almaya vesile olan dilin, hak ve batılı, hayır ve şerri birbirinden tefrik edip insanı doğru yola sevk eden aklın, hafızanın ve hayalin hatırı nasıl olur acaba? Bu kadar kıymettar nimetler nihayetsiz şükür gerektirmez mi? Yüce Allah, cennetten kıymetli olan aklı, oyun ve eğlencede kullanmak için mi ihsan etti? Elleri ve diğer azaları oyun oynamak için mi bahşetti. O ayakları gayr-i meşru arzuların peşine gitmek için mi lütfetti?
Yüce Rabbimiz “Asr” suresinde; “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır” buyurarak, zamana yemin etmekte, onun kıymetini ifade etmekte, insanların çoğunun bundan gafil olduklarını hatırlatmakta, onu boşuna harcamamaları hususunda uyarmaktadır.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu eski zamanlarda yazın sıcağında buz satan adam çok iyi bilir. Zira eğer o, buzunu kısa zamanda satamazsa sermayesi eriyip yok olacak.
Bizim de ebedi hayatı kazanmak için en büyük sermayemiz olan zamanımız buz gibi eriyor,ömrümüz su gibi akıyor, şimşek gibi çakıyor ve rüzgâr gibi geçiyor. Geçen her saniye ya cennet yemişleri bitirecek ya da zakkum ağacı yetiştirecek. “Dünya ahretin tarlası” olduğuna göre, burada ne ekersek orada onu biçeceğiz. “Öyle ise, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Baki şeylere sarfet ki, baki kalsın.” (Mesnevi-i Nuriye)
Kaçış Olmadığına Göre…
Azrail (as) her gün binlerce insanı dünyadan koparıyor. Biz de her an bu fani âlemden göçebiliriz. Dikkat edelim de ölüm meleği bizi isyan üzere yakalamasın.
Bediüzzaman Hazretlerinin Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde buyurduğu gibi; “İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler.”
Öyle ise zamanımızı ulvi şeylere sarf edelim ki bakileşsin, ebedi meyveler versin. Ezeli, Ebedi, Sermedi ve daimî olan Halık-ı Zülcelâlin zikrine devam edip, Ondan nur alalım ki, adem deryasına düşmeyelim. Bedenimizin zarfı, Yüce Allah’ın en kıymetli cevheri olan ruhumuzu zikirle, marifetle ve ibadetle kıymetlendirelim. Gönlümüz iman ve ibadetle güçlü olsun ki, elbisemizden tamamen soyunacağımız o son günde sıkıntımız az olsun. Kalbimizi ne kadar az şeye bağlarsak, dünyadan kopmamız da o kadar kolay olur.
Fırsat elimizde iken ömrümüzü ibadetlerle güzelleştirelim ve ulvi hakikatlerle süsleyelim. Öyle bir hayat geçirelim ki, kabrimizi küçük bir cennet olarak bulalım ve ebedi bir hayata mazhar olalım inşallah.