Nurdanhaber-Haber Merkezi
Suriye’de rejimin ablukasından dolayı açlıktan ölümlerin başladığı ve “kedi eti yenebilir” fetvasının verildiği zamanda Yermuk kampında bulunan Rukiye Abdullah (30) yaşadıklarını ve kamptaki dramı AA ekibe anlattı.
Suriye’de 5 yılı aşkın süreden beri devam eden iç savaşta insanların sadece silahlarla öldürülmediğini, ülkede, rejim ve milis güçlerinin ablukası altında bulunan birçok bölgede aylarca gıda ve temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakıldığını belirten Abdullah, insanların ölüme terk edildiğini belirtti.
Abdullah, Şam’da 2013 yılı ortalarında rejimin ablukasına giren açlık ve hastalıktan ölümlerin yaşandığı Yermuk kampı, filmlere, romanlara konu olacak hikayelerin yaşandığı bölgelerden biri olduğunu ifade etti.
Ablukanın yaşandığı kamptan biri engelli 3 çocuğuyla birlikte, 5 ay önce, bir yolunu bularak kaçmayı başaran ve Türkiye’ye gelen Abdullah “cehennem” olarak yorumladığı kampta yaşadıklarını unutamadığını dile getirdi.
Açlığın, yokluğun, korkunun ve ölümün 2013 ramazanında başladığını ifade eden Abdullah, kamptan kaçabilen şanslı kişilerden biri olduğunu belirtti.
Diğer insanlar gibi, çok zor şartlar altında yaşadığını aktaran genç kadın, “Hayatın en temel ihtiyacı olan ekmek ve şeker gibi ihtiyaç malzemelerinden mahrumduk. Bunlara ulaşmak bir hayaldi. Sadece ben değil, oradaki herkes benim gibiydi. Birçok çocuk açlıktan hayatını kaybetti. Engelli kızım çok zorluklar çekti. Durumu daha da kötüleşmişti.” dedi.
Zor günlerin kendisi için bittiğini ama o kabus dolu günleri asla unutamayacağını vurgulayan Abdullah, ablukanın haricinde çok yoğun bombardımana da maruz kaldıklarını kaydetti.
Abdullah şöyle devam etti:
“Bir ekmek kırıntısından dahi mahrumduk. Özellikle kampta son 4 ayı ‘su çorbasıyla’ geçirdik. Karnımızı doyurabilmek için suya baharat ekliyorduk. Siz insanların kedi eti yediğini duydunuz belki, ama ben gözlerimle gördüm. Sokakta çocukların karton parçalarını yediklerini gördüm. Çöplerden yenebilecek bir şey aradıklarını gördüm. Etrafta hiç bir şey yoktu. Paran olsa bile alacak bir şey bulamazdın. Rejim bizi öyle bir ablukaya aldı ki, kampa hiçbir şey giremez durumdaydı. 1 yıl sonra Yelda bölgesinden bir koridor açıldı ve insani yardım malzemesi girdi. Tabi bu malzemeler, Yelda’daki insanlara ancak yetti. Yine bizlere bir şey kalmadı. Yermuk kampı, Madaya ve Guta gibi en zor ablukayı yaşayan yerlerdir. Yermuk kampında olanların yüzde biri televizyon ve medyaya yansımadı. Çocuğun senden bir parça ekmek istiyor. Sen bunu 9 ay boyunca karşılayamıyorsun.”
“Küflü ekmek yiyorduk”
Ablukanın ilk günlerinde terk edilmiş evlerde, kuru ekmek kırıntıları bulduklarını anlatan Abdullah, ekmek parçalarının üzerindeki küfleri odun ateşiyle temizleyip, üzerine “zahter” serperek çocuklarına yedirdiğini söyledi.
Sonraki günlerde bu küflenmiş kuru ekmeklere bile mahrum kaldıklarını belirten Abdullah şunları kaydetti:
“Bu abluka özellikle çocukları çok etkiledi. Bir çocuğun en basit hayali karnının doyması ve oyun oynamasıdır. Bir defasında, etrafta bir şey olmadığını bile bile kendimle alay edercesine bombalar altında yemek aramaya çıkmıştım. Ot toplamaya başladım. Orada tek kalan ve bir bitki türü olan ‘kuş ayağı’ adındaki bu ottan çok sayıda insan yemek zorunda kaldı ve hayatını kaybetti. Yürürken hıçkırıkla ağlayan bir çocuk gördüm. Elinde bir kağıt parçasını bölerek yiyordu. Çocuk 10 yaşlarındaydı. Yiyecek bir şey bulamadığını ve açlığını bastırmaya çalıştığını söyledi. Bir defasında da bir grup insan gördüm. Kedinin derisini yüzüyorlardı. Ne kadar konuşsak anlatamam. Rejim bu ablukayı yaptığında, öyle bir muameleye maruz kaldık ki, bir kafire ve bir hayvana bile bu muamele yapılmaz. İnsanlar bombardımandan ziyade açlıktan öldü. Yolda yürürken insanların bir kısmının birden bire düştüğünü, açlıktan hayatını kaybettiğini, bir kemik ve deriden ibaret kaldığını gördüm. Allah bilir, kaç gündür yemek yemediklerini düşünmüştüm. Öyle bir hale geldik ki artık bombardımanı önemsemiyorduk. Tek isteğimiz yiyecek bir şey bulup çocuklarımızın karnını doyurmaktı. Orada insanlar sırasıyla ölüyordu. 9 ay boyunca hiç ekmek görmedik. Su çorbası, ot ve karton yedik. Bir gün oradan kaçabileceğim aklımdan bile geçmemişti. Allah’a şükür olsun bir yol buldum ve korkunç yerden çıkabildim.”
“Şeker oranı düşüklüğünden çocuklar öldü”
Kampa gelen insani yardımların yetersiz olduğunu ifade eden Abdullah, gönderilen yardımların birçoğunun yolda rejim güçleri tarafından çalındığını ve çok azının kampa ulaştığını vurguladı.
Ayrıca kendilerine gelen yardım kolilerinin bile parayla satıldığını belirten Abdullah, şöyle konuştu:
“İçinde malzeme olan bir koli önce 50 bin sonra 100 bin Suriye lirasına satıldı. Ben kızıma bir kutu sütü 7 bin Suriye lirasına (yaklaşık 36 lira) satın alabildim. Medya organlarında 100 çocuğun hayatını kaybettiği söylendi. Gerçekte bu sayı çok daha fazla. Sadece açlıktan değil, birçok çocuk şeker yetersizliğinden hayatını kaybetti. Hastanelerde yeni doğanlarla birlikte 3-4 yaşına gelmiş ve bu nedenle ölen çok sayıda çocuk gördüm. Bir defasında kaldığımız binaya bomba isabet etti. Evde bulunan 6 aylık hamile kadın erken doğum yaptı. Beni çağırdılar ama ne yapacağımı bilmiyordum. Sonra kadını uzaktaki bir sahra hastanesine götürdük. Oradaki doktor, çocuğun tüpe alınması gerektiğini söyledi. Bu imkan olmadığı için çocuk 12 saat sonra hayatını kaybetti.”