12 Mayıs 2005 tarihinde vefat eden (Vahşi) Şaban Akdağ ağabeyimizi rahmet dualarıyla anıyoruz… Bu vesile ile kendisinden önemli bir hatıra…
Isparta’da Üstad’la beraber kalıyoruz. Zübeyir ağabeyler Ankara’da hapishanede. Sene 1958…
Yine bir kuşluk vakti zil çaldı, vardım; ‘Ben Emirdağ’a gideceğim, tomofili hazırlayın’ dedi Üstad. ‘Peki Üstad’ım’ dedim. Üstad otomobile tomofil derdi. Gittim Mahmut’a: ‘Mahmut, tomofili hazırla. Üstad, Emirdağ’a gideceğim, diyor’ dedim. Gittik yıkadık, yağladık. O zamanlar koca Isparta’da üç-dört tane araba var. ‘Hazır, Üstad’ım tomofil’ dedim. Neyse donunu giydirdim, cübbesini giydirdim, taksiye oturttuk, uğurladık.
Biz bekçiyiz dersanede. Orada Ezener Ağabey vardı, ‘Ağabey, Üstad kaç günde gelir?’ dedim. Dedi: ‘Bugün gider, yarın orada kalır, yarından sonra gelir.’ ‘Ağabey, ben şöyle bir Bozanönü’ne gitsem olmaz mı?’ (Bozanönü, Şaban Ağabeyin köyü) ‘Gidin, ben burayı idare ederim’ dedi, ama o da gitmiş… Ben köyüme gittim, ertesi gün geri geldim. Bir baktım ki taksi var dışarıda! ‘Eyvah! Cinayet…’ Çıktım yukarıya: ‘Selâmün Aleykum!’ ‘Aleykümselâm! Ne ağabey, hasta mısın? Kabahatini biliyor musun?’ dedi Mahmut. ‘Yahu Mahmut, ne zaman geldiniz?’ ‘Biz o gün döndük’ dedi. ‘O kara yollarına vardık, Üstad dur, dedi bana, durdum. Orada namaz kıldı, evrat okumaya başladı. Bir sefer teklif ettim, ‘Üstad’ım, geç kalıyoruz.’ ‘Otur’ dedi. Biraz sonra: ‘Öğlen namazını burada kılacağız’ dedi. Öğlen namazına kaldık mı zaten gidemeyiz, diye düşündüm. O zaman yollar tırtıklı. Ya 20’yle gidiyor, ya da 30’la, şimdiki gibi asfalt yok. Neyse öğle namazını kıldık, Üstad ‘Geri dönüyoruz’ dedi ve döndük’ dedi Mahmut…
Mahmut: ‘Geldik, baktık kapı kilitli.’ (o hafriyatı alınmış yer vardı, orası ahşap evdi) O evden çıktım, adam: ‘Sen benim evime nasıl girersin!’ diye bağırı bağırıverdi. Açtım kapıları… O mahallenin de çoluk çocuğu, karısı kızı alışkın; açık bir yer bulsalar kırmadıkları yer kalmazdı. Taksinin her tarafını yıkıyor, yalıyorlardı. Çocuklar kadınlar taksinin etrafında… Üstad çok sıkıldı’ dedi. ‘Üstad beni kovar mı acaba?’, ‘Bilmiyorum gayrı’ dedi. ‘Eyvah!’ Neyse öğleden sonra gittim, artık yüzüne bile bakamıyorum Üstad’ın. Ha şimdi kovacak, ha birazdan kovacak diye… Neyse öğlen bir şey demedi. İkindide vardık, ikindide de bir şey demedi. Dedim: ‘Herhalde yarın kovacak!’
Akşam oldu, zil çaldı. ‘Mahmut, sen git’ dedim. ‘Ağabey, seni çağırıyor’ dedi. ‘Sen şimdi git öğren, nasıl olsa beni kovacak Üstad, sen git öğren’ dedim. Kapıyı açıyor, ‘Ne o?’ demiş Üstad. ‘Zil çaldı Üstad’ım.’ ‘Git Şaban’ı çağır’ demiş Üstad. Mahmut geldi, ‘Seni çağırıyor Üstad’ dedi. Eski vazifeye yine başladık. Fakat bazı lâtifeler yapıyordu, onlar biraz kesildi…
Üç-beş gün geçti, tam hatırlamıyorum, ders okuyorduk. Üstad ‘Durun’ dedi; ‘Kardeşlerim! Ben bu dershaneyi âlem-i İslâm dershanesi kabul etmişim. Buranın bir dakika boş kalması, bana dehşetli elem verir!’ dedi.
Neyse Üstad gittikten sonra Ezener’e: ‘Ağabey, Üstad ne demek istedi?’ dedim. ‘Anlamadın mı keçeli! Biz dershaneyi boş bırakınca hissedip dönmüş, gelmiş’ dedi. ‘Kovmayacak mı ağabey beni, sen ona bak!’ dedim. ‘Kovacak olsa şimdiye kadar kovardı!’ dedi. Meğerse Üstad, zerre kadar şahsî kusurlara bakmıyormuş, hizmetine bakıyormuş, biz bilmiyorduk bunu..
.
Bediüzzaman’ın 1953’den sonra Isparta’da kaldığı evin bahçe tarafından görünüşü.
Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-1