KÂİNATIN BİR YAŞI OLDUĞU NE ANLAMA GELİR?
Ortaçağda yer merkezli tasvir edilen kâinat zamanda sınırsız, mekanda (uzayda) sınırlı olarak tahayyül ediliyordu. Ay, Güneş, gezegenler ve yıldızları taşıyan içiçe aynı merkezli birbiri etrafında dönen küreler ile varlık alemi tasvir ediliyordu. Kâinatın dış sınırında yıldızlar küresi, en dış küre; Güneş Sisteminin hemen dışındaydı. Kâinatın zamanda sonsuz, yani ezeli ve ebedi olması kürelerin peryodik hareketleri (sabit hızla devamlı dönmeleri) ile algılanıyor; ama ezeli ve ebedi olması Aristo Fiziği çerçevesinde bir ilahın varlığını gerektiriyordu. Çünkü Aristo fiziğine göre hareket için hareket ettirici şarttır1 ve hareket ettirici ile hareket eden temas etmek zorundadır. Atın bir arabayı hareket ettirmesi gibi. At ile arabanın teması kesilirse, araba durur. Aristo’nun tasvir ettiği statik evrende doğal hareket (taşın düşmesi, gravity; ateşin yükselmesi, levity) sınırlıdır; son bulur. Sebep sonuç ilişkisi veya teselsül ile yeryüzünde gözlenen sonlu hareketler ve kürelerin sonu gelmeyen periyodik hareketleri “prime mover”, (ilk hareket ettirici) adı ile bilinen bir ilaha bırakılmıştır.
Onbeşinci yüzyıldan sonra Kopernik, Galileo, Kepler, Newton’un gayretleriyle ortaya çıkan Modern Bilim Yer, yani Dünya, merkezli sistemi kabul etmedi, Güneş merkezli sistemde karar kıldı. Öncesinde uzayda sınırlı, zamanda sonsuz olarak tahayyül edilen kâinat, uzayda da sonsuz oldu. Üstüne çakılı yıldızlarıyla birlikte dönen, dönmesiyle uzayı sınırlayan bir yıldızlar küresine gerek kalmadı. Newton yıldızların üç boyutlu sonsuz bir uzay içinde dağıldığını düşündü. Aksi takdirde kâinat evrensel çekim kuvveti gravitasyon yüzünden dengede kalamaz büzülmek zorunda kalırdı. Sonsuz bir uzayda merkez tayin edilemediği için, büzülme merkezi yoktur ve böylece kâinat dengede kalabilirdi.
Dünya merkezli sistemde içiçe küreleri hareket ettiren bir hareket ettiriciye gereksinim vardı ve bu işlem “Prime Mover” adı verilen bir ilaha bırakılmıştı. Modern bilimin başlamasıyla birlikte Fizik değişti, Newton’un açıkladığı yeni hareket yasalarına göre, özellikle birinci yasaya2 göre kâinat daim işler bir makina gibi algılanmaya başladı. Daim işleyen bir makine için ilk hareket ettiriciye gerek yoktur. Yıldızların sonsuz bir uzaya dağıtılmasıyla kâinat hem uzayda hem zamanda ezeli ve ebedi olarak algılanmaya başladı. Newton, İncil’e inanan sadık bir hıristiyan olmasına ve Allah’ın kâinatı yaratırken ilk hareket koşullarını ve hareket yasalarını belirlediğine inanmasına rağmen, dile getirdiği yasaların (Newton kanunları olarak bilinir) sonsuz harekete imkan tanıması, mevcut madde ve hareketlerin sınırsız olarak algılanması ateist bilim adamlarının türemesine sebep oldu. Pierre Simon Laplace ile birlikte bilim tarihinde Allah’ı inkar devri başladı. Laplace Güneş Sistemi’nin ve Dünya’nın nasıl oluştuğunu anlatan mekanik bir teori ortaya sürdü. Bu teoriyi dinleyen Napoleon Bonapart’ın “bu teoride Tanrı’nın rolu nedir?” diye sorduğu soruya Laplace hiç tereddüt etmeden “Böyle bir varsayıma gerek duymadım” diye cevap verdi.
Yaratıcısı olmayan, hareket ve değişmeyi fizik yasalarla kontrol eden, yani bir bakıma gravitasyon, elektromanyetik kuvvet gibi temel kuvvetleri ve fizik yasaları ilah gibi telakki eden bir bilim anlayışı modern bilim içinde çıktı. Ancak çok geçmeden, kâinatın daim işler bir makine olamasının mümkün olmadığı anlaşıldı. Çünkü termodinamiğin ikinci yasası keşfedildi. Termodinamiğin ikinci yasasına göre hiç bir makine sonsuza kadar işlemez. Çünkü entropi denen bir parametresi vardır. Entropi devamlı artar ama sonsuza kadar artmaz. Hesabı mümkün sonlu bir sayı ile ifade edilen entropinin her sisteme özel bir maximum değeri vardır. O sistemin entropisi ancak o maksimum değere kadar artabilir. Kısaca, kâinat bir ısı ölümüne doğru gitmektedir. Güneş ve yıldızlar enerji kaybetmektedirler. Gün gelip enerjileri bitecektir. Bir ısı makinasının çalışması sıcak bir kaynaktan soğuk bir cisme enerji akışına bağlıdır. Makinenin ve kaynağın sıcaklıkları eşitlenince, enerji akışı durur ve makine çalışmaz hale gelir. Güneş’ten dünyaya gelen enerji bitice Dünya’daki hayat da bitecektir. Tüm kâinat bir denge sıcaklığına gelince kâinat içinde hareket ve değişme duracaktır. Bu da kâinatın ölümü demektir.
Ancak Ezeli olan Ebedi olabilir. Başlangıcı veya sonu olan bir şey ezeli olamaz. Sonu olan bir şeyin başı da var demektir. Sonlu şey ezelde son bulmamış da neden şimdi veya daha sonra son bulacaktır? Demekki sonu olan şeyin başı da vardır. Aksi takdirde ezeldeki sonsuzluk içinde şimdiye kadar sona ermiş olması gerekirdi! …..
gibi söylemlerle kâinatın ezeli olmadığı veya olmasının imkansız olduğu düşüncesi modern bilim adamları arasında yayılmaya başladı.
Kainatın ebedi olmadığını ima eden termodinamik prensibe destek veren, sonu varsa başı da vardır beklentisini boşa çıkarmayan, her canlı ve her şey gibi kâinatın da bir yaşı vardır bilgisi Büyük Patlama (Big Bang) teorisi ile birlikte ortaya çıkmış bir bilimsel bilgidir.
Genişleme hızına bağlı olarak kâinat için bir yaş hesabının yapılabilir olması, modern bilim anlayışını savunan ateist bilim adamlarını rahatsız eden bir bulgudur. Çünkü, kâinata bir yaş tayin etmek, onun belli süre önce yaratıldığını söylemekle aynı anlamdadır. Bu yüzden modern bilimin ateist bilim adamları Büyük Patlama (Big Bang) teorisini ya kabul etmediler veya yaratılış anının olmadığını savunan fikirler üretme yoluna girdiler.
Örneğin 1948 yılında Sir Hermann Bondi, Thomas Gold, ve Fred Hoyle tarafından Büyük Patlama teorisine alternatif olsun diye kâinatın genişlemesinden yola çıkarak ortaya atılan Steady-State (duragan-durum) teorisi bu anlamda değerlendirilebilir. Ancak bu teori Büyük Patlama teorisini öne çıkaran, kâinatın ortalama 2.7 Kelvin (Yaklaşık -270 ˚C) sıcaklığında olduğunu ima eden, büyük patlamadan kalma bir fosil olarak algılanan Kozmik Mikrodalga Zemin (KMZ) ışınımının 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wison tarafından keşfedilmesinden sonra terkedildi. Buna rağmen, ateist bilim adamlarının Büyük Patlama teorisine süpheli yaklaşanları bitmedi.
Ege üniversitesi astronomi topluluğu tarafından 1992 – 2001 yılları arasında çıkarılan “Astronomi Magazin” dergisinin Yardımcı Yayınlar Dizisi No: 4 olarak Prof. Dr. Rennan PEKÜNLÜ tarafından hazırlanan ve 22 Temmuz 1994 de basılan “BÜYÜK PATLAMA?” adlı kitabın (179 sayfa, ISBN numarası yok) ön yüzü:
Ve arka yüzü:
görülmektedir. Kitabın arka yüzünde 1960 yılında Oxford Üniversitesi matbaası tarafından basılmış, “Rival Theories of Cosmology” adlı kitaptan bir alıntı vardır: Bu alıntıda W.B.Bonnor diyor ki: “Bazı bilim adamları evrenin genişlemesini tanımlayan, onda ortaya çıkan tekilliği Tanrı sandılar ve Tanrı’nın evreni o noktada yarattığını düşündüler. Bilimsel sorularımıza çözüm ararken işin içine Tanrı’yı sokmamızı hiç uygun bulmuyorum. Bilimde bu tür mucizevi müdahalelere yer olmadığı gibi, varlığı, Tanrı’ya inananlar için çekince yaratır: differansiyel eşitsizliklerimizdeki matematiksel tekillikleri daha iyi bir modelle ortadan kaldırdığımızda Tanrınız da tekillikle birlikte ortadan kalkar.”
Prof.Dr. Rennan PEKÜNLÜ’nün hazırladığı bu kitap bir ilahı hatırlatması yüzünden Büyük Patlama teorisine isyan eden fikir ve yazıların toplandığı kitaptır.
Yaratılış anının olmadığını kanıtlamak üzere çaba gösterenlerden biri de Stephen Hawking’dir. Stephen Hawking gerçek zaman ile birlikte gerçek zamana dik uzanan sanal zaman önermiştir. Üç boyutlu uzayda iki boyut bir yüzey tayin etmektedir. Aynı şekilde gerçek ve sanal zamanlar bir zaman yüzeyi oluşturabilir. Kâinat için önerilen bu zaman yüzeyi, Dünya’nın veya bir kürenin yüzeyi gibi sonlu ama sınırsız olabilir düşüncesi ile Stephan Hawking “Tanrı kainatın nasıl yaratıldığını bilebilir, ama biz öyle veya böyle diye tartışamayız. Gravitasyonun kuantum teorisi yeni ihtimaller çıkarmıştır. Bu ihtimalleri gerçekleştirmemiz durumunda uzay-zamanın sınırı olmayacak ve böylece sınırda ne oluyor tartışması da olmayacaktır. Fizik yasaların çalışmadığı tekillik de olmayacak ve sınırları yüzünden Tanrı’dan yardım istemek zorunda kalınmayacak. …. kainat kendi dışındaki hiç bir şeyden etkilenmeyen, kendi kendini var eden olacaktır. O ne yaratılan, ne de yok edilen olmayacaktır. O sadece odur.”3 demektedir.
Modern bilim anlayışına göre üretilen İlahsiz yaratılışın yap-boz tablosu üstünde çalışmalar devam ediyor. Bu tablonun detaylarına indikçe (inşallah gelecek yazılarımızda) inkarcı modern bilim anlayışının tutarsızlığını daha net göreceğiz. Kâinatın bir başlangıcı ve sonunun olması gibi bir bilginin ateist bilim adamlarını nasıl da rahatsız ettiğinin, önyargılarının nasıl da ortaya çıktığının sadece iki küçük örneğidir bunlar. Hem yeni yetişen bilim adamlarına ön yargılardan uzak durmalarını tavsiye ederler; “bilim adamı önyargısız olur, veya önyargılardan etkilenmez” derler, sonra evren yaratılmıştır gibi bir sonuçla karşılaştıklarında, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, şuur, adalet, hikmet, sevgi ve merhamet sahibi yaratıcının yaratmasını kabul etmezler. Bu çelişki değil de nedir?
Yaptığı gözlem veya deney sonucunda istemediği bir sonuçla karşılaşan bir bilim adamının bu sonucu görmezden gelmesi, veya gerçek olmayan sanal kavramlarla değiştirip farklı anlatması modern bilim etiği çerçevesinde sizce kabul edilebilir mi? Edilebilir ise, modern bilime nasıl güveneceğiz? Yok edilemez ise, “kainatın da bir başlangıcı vardır” bilimsel sonucunu farklı algılamamıza çabalayan Bonnor ve Hawking’i nasıl değerlendireceğiz?
Kainatın bir yaşı varsa ezeli değildir. Ezeli değilse, bir başlangıcı var demektir. Bir başlangıcı varsa, bu da Kadir-i Külli-Şey tarafından yaratılışının başlatıldığı andır. İçindeki yaratıklar gibi kâinat da yaratılmıştır; diğer mahlûklar gibi, kâinat dahi bir mahlûktur.
“Evet, nasıl ki insân küçük bir âlemdir; yıkılmaktan kurtulamaz; Âlem dahi büyük bir insandır, o da ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır.”4
“(O gün) sûra üflenecek, ardından -Allah’ın diledikleri dışında- göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölecek; sonra sûra yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar.”5(Zümer, 68).
Bir sonraki yazımızda, “KÂİNATIN İLK YARATILIŞI ve YARATILAN İLK MADDE HEYÛL” başlığı altında Büyük Patlama teorisine göre ilk yaratılış, yani bu günkü kainatın ilk hamuru, ilkel maddesi “Heyula” nın yaratılmasının detayları anlatılacaktır.
Prof.Dr. Zeki EKER
Akdeniz Üniv. Fen Fakültesi.
Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü
Antalya
1 Newton moden Fiziğin kurucusudur. Newton’dan önce ortaçağ boyunca Aristo fiziği geçerli kabul edilyordu.
2 Hareketli bir cisme bir kuvvet etki etmez ise (veya etki eden kuvvetlerin toplamı sıfır ise) bu cisim sabit hızlı düzgün doğrusal hareketini sonsuza kadar sürdürür.
3 Stephan Hawking, A Brief History of Time, Bantham Press, 1988, sayfa 136, ISBN 0-593-01518-5
4 Said Nursi, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 600, 2. Baskı, Mart 2016, Ankara, sayfa 659.