İnsanoğlu bu dünyaya nasıl geldiyse öyle ayrılacaktır. Şirk bulaşmamış bir imandan daha önemli götürebileceği hiçbir şey yoktur. Bu iman ise onu ebedi saadete kavuşturacak ve istediği her şeye sahip olabileceği cennetin kapısını açacak yegâne anahtardır. Bu nedenle bir insan tüm hayatını bu iman anahtarını elde etme ve onu ölene kadar koruma yolunda harcasa yeridir.
Evet, iman ettikten sonra iş bitmiş değildir. İmanda sebat ve kararlılık yani ölene dek onu korumak ve inkâra düşmemek gerekir. Bu yüzden şeytanın iman edenle işi daha yeni başlıyordur. Bin bir yolla “nasıl inkâr ettiririm” diye hiç ümidini yitirmeden onunla uğraşır. Kullandığı en genel yöntem ise; başta günaha sokmak ve ibadetleri erteletmek, sonra da günahta bağımlılık ve ibadetlerde isteksizlik derecesine getirip Allah’ın rahmetinden ümidini kestirmek ve böylece tövbe kapısına yönelmesini engelleyip inkâra sürüklemektir.
Peygamberimiz Mutaffifin suresindeki bir ayeti açıklarken bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: “Bir defasında peygamberimiz (sav) kalbin nasıl hastalandığını şöyle anlattı: Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde bir siyah nokta oluşur. Eğer günahı hemen bırakıp tövbe ve istiğfar ederse kalbi eski parlaklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse siyah noktalar gittikçe çoğalır ve kalbini büsbütün kaplar. Bu siyah noktalar Allah-u Teâlâ’nın: ‘Hayır hayır! Onların kazandıkları (günahlar) kalplerini paslandırıp kirletmiştir.’(83/14) diye belirttiği pastır.” (Tirmizi,3334)
Evet, günahlar manevi hastalıklardır. Nasıl bilerek ve ya ihmalkârlığımız yüzünden, mikropların vücudumuza girmesine sebep oluyorsak, haram bir davranışta bulunduğumuzda da kalbimize ve ruhumuza günah mikroplarının girmesi kaçınılmazdır. Öyleyse hastalandığımızda bedenimizin tedavisiyle ilgilenip biran önce sağlığımıza kavuşmaya gayret ediyorsak işlediğimiz günahların ruhumuzda ve kalbimizde açtığı yaraları da tövbe ve pişmanlık gözyaşları ile yıkamalı, tedavi etmeliyiz. Rahman ve Tevvab olan Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığınmalıyız. Yoksa tedavi edilmeyen hastalıklar büyüyerek insanı ölüme sürüklediği gibi tövbe edilmeyen günahlar da katlanarak kişiyi inkâra sürükleyebilir.
Her bir günah içinde inkâra gidecek bir yol vardır. O günah istiğfarla çabuk imha edilmezse manevi bir yılan gibi kalbe şüphe zehrini akıtmaya başlar. Bir insan günaha alışmış ve ibadetleri yapmak da kendisine zor gelmeye başlamışsa şeytan onu inkârı ettirmeye uygun bir kıvama getirmiş demektir. Başta; “bir kereden bir şey olmaz hem daha gençsin kılarsın bakalım namazını” diyerek aldatan şeytan, şimdi de; “bir ömrü isyanla geçirdin, Allah seni affedecek de şu tertemiz namazında niyazında komşunla aynı cennete mi koyacak” diyerek aldatır. O günahkâr bu vesveselere aldandığında içini cehennem korkusu sarar. Şeytan bu defa da; “boş ver, inkâr et kurtul bu sıkıntıdan”diyerek son hamlesini yapar. O biçare de inkâr etmek için zayıf da olsa bir delil arar ve gerek sosyal medyadan gerekse kötü arkadaşlarından edindiği şüphelere yapışarak inkâra başlar.
Hâlbuki Allah; “De ki; Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü o çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(39/53) buyurarak bu tehlikeye karşı bizi uyarmaktadır.
Öyleyse bir günaha düştüğümüzde onun haram bir davranış olduğunu kabul etmeli, yeryüzü bize dar gelircesine pişman olup Allah’tan başka sığınağımız olmadığını anlayarak içten bir tövbe ile onun merhametine yönelmeliyiz. Ve hemen arkasından salih (iyi) bir amel işlemeliyiz ki ne kalbimiz de ne de amel defterimizde o günahtan bir kir kalmasın, şeytanın da elinde, bizi aldatacağı bir malzeme bulunmasın.
Tövbemizi bozsak ve yine aynı davranışa tekrar tekrar yönelsek de hiçbir zaman Allah’tan ümidimizi kesmemeliyiz. Kuran-ı Kerim’de; “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” (12/87) buyrulmaktadır. Öyleyse günde yetmiş defa tövbe eden sevgili peygamberimizin rehberliğinde kalbimizi ve dilimizi istiğfardan ayırmayalım inşallah. Çünkü Allah; “Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe Allah onlara azap verecek değildir.” (8/33) buyurmaktadır.
Mehmet BİLEN