Bedirxan Bey’in 1843 Nasturi Harekâtı Bâbıâli tarafından yersiz ve zamansız bir harekât olarak değerlendirilmiş. 1843 hadisesi, Batılı devletlerin meseleye müdahil olmalarına yol açarak Babıâli üzerinde İstanbul’daki elçileri vasıtasıyla baskı oluşturmalarına sebep olmuş. Konu ile ilgili olarak Bâbıâli Erzurum, Diyarbakır, Musul ve Şam Eyaletlerine gönderilen emirlerde, Bedirxan Bey’e emniyet ve güvenlik hissi verilerek devletin yanına çekilmesi, bu suretle itaatinin sağlanması üzerinde durulmuştur. Ayrıca, meselenin Batılı devletler (İngiltere-Fransa) nezdinde şikâyet konusu olmasından dolayı, bundan böyle Bedirxan Bey’in Nasturiler’den el çektirilmesi, bir daha böyle bir olayın meydana gelmemesi, esirlerin memleketlerine geri gönderilmesi ve Nasturi taifesinin himaye edilmesi gibi hususlara yer verilmiştir.
Bedirxan Bey ile Nasturiler arasındaki gerginlik, Nasturi’lerin 1845 yılında Pervari-i Bâlâ aşiretinden 8-10 kişiyi öldürmesiyle yeniden tırmanmıştır. Tuhuba aşireti bu defa Hakkâri sınırları içerisindeki Müslüman ahaliyi hedef seçerek buradaki Müslüman halka da saldırılar düzenlemiştir. Bunun üzerine hem Nurullah Bey, hem de Bedirxan Bey tarafından bu tür saldırılardan vazgeçmeleri ve Müslüman halktan zorla gasp edilen malların geri verilmesi için mektup yazılmışsa da cevap alınamamıştır.
Bedirxan Bey, 1846 Eylülünde 10 binden fazla silahlı adamıyla bir daha harekete geçti. Patrik Marşemun, Urumiye’ye kaçarak güçlükle kurtulabildi. Bedirxan Bey geri çekildikten sonra, Tuhuba halkından sağ kalan köylüler, yerleşim yerlerine geri döndüler. Bedirxan Bey’in Nasturilere karşı gerçekleştirdiği harekâtın sonrasında Tuhuba, Çal, Sıvancı ve Çopi kazaları birer savaş meydanı hâline geldi. Sonuçları bakımından 1846 harekâtının kayıpları, 1843 yılındakileri geçmiştir. Nasturi toplam kaybı 20.000’dir.
Bedirxan Bey’in ikinci Nasturi harekâtı, Avrupa’da da sert tepkilerle karşılanmıştır. Batılılar Nasturi toplumuna yönelik insanî duygular ve dindaşlıklarından ziyade, bölgeye yönelik politik ve ekonomik çıkarlarıyla ilgiliydi. Aynı zamanda bölgede güçlü bir idareci olan Bedirxan Bey’den kurtulmak için de uğraşıyorlardı. Çünkü aynı tarihlerde (1846) Bedirxan ile misyonerler arasında Doğu Anadolu’da bir güç mücadelesi başlamıştı. Nasturilerce bir azize değeri taşıyan Kraliçe Victoria devreye girerek İstanbul’daki İngiliz elçisi vasıtasıyla, Padişah Abdülmecit’ten Bedirxan Bey’in cezalandırılması için harekete geçmesini istedi. Fransız elçisi dönemin Hariciye Nazırı Ali Paşa’ya gönderdiği 3 Kasım 1846 tarihli mektupta, Bâbıâli’den, Bedirxan Bey’in vücudunun ortadan kaldırılmasını talep etmiştir. Fransız elçisinin gönderdiği mektup, siyasî nezaket ve adabın dışında çok serttir ve bir emir niteliği taşımaktadır.
Hükümet Bedirxan ve diğer beylerin tasfiye edilmesine karar verdi. Bu amaçla 1847 yılında hem askeri harekat için hazırlıklara başladı diğer tarafdanda teslim olması için birçok girişimde bulundu. Bedirxan bey ilk başta teslim olmaya yanaşmadı çünkü bu muameleyi hak etmediğine inanıyordu. İlkin birkaç çatışma meydana geldi neticede Bedirxan Bey, kuvvetlerinin Anadolu Ordusu karşısında şansı olmadığını biliyordu 30 Haziran 1847 de Anadolu Ordusu’na gelerek teslim oldu. Onun teslim olması üzerine müttefiki Han Mahmut da 4 Temmuz 1847 tarihinde Tatvan’a gelerek Ferik Ahmet Paşa’ya teslim oldu. Nurullah bey de Şemdinanlı Seyyid Taha vasıtasıyla Van’a bağlı Hoşap kalesine gelir ve Ali Rıza paşaya teslim olur. Doğu harekâtı sonrası teslim olan Bedirxan Bey, Nurullah Bey ve Han Mahmud aileleri ile birlikte bölgeden uzaklaştırılarak önce İstanbul’a getirilmiş burada kısa bir süre kalıktan sonra Bedirxan ve Nurullah Bey’ler Girit Adası’na Han Mahmud Silistre’ye sürgüne gönderilmişler.
Bedirxan Bey Şam’da hastalanarak, 1870 yılında vefat eder. Türbesi Şam’da Salihiye mezarlığındadır. Ölünce geride 4 eşi, 6 cariyesi, 21 oğlu, 21 kızı, 10 torununu teşkil eden 63 kişilik bir ailesi kalmıştır.
Böylece Kürdistan eyaletinde Emirlik veya Beylik devri kapanmış. Ancak bu, yeni sorunları beraberinde getirmiş çünkü bölgede özellikle dağlık kesimlerde asayiş sağlanamamış. Bu başıboşluğu Tarikat şeyhleri ve aşiret ağaları doldurmaya başlamış ve Yüzlerce Ağa türemiş. Ancak Şeyhlerin ve Ağaların devlet idaresini bilmemeleri ve ağaların ekserisinin eğitimsiz olması ciddi sıkıntılara sebep olmuş. Devlet 1865 yılında Şeyhlerin kafalarına göre hareket etmemeleri için Şeyhu’l-İslam bünyesinde Meclis-i Meşayih (Şeyhler Meclisi) ‘ni kurdu. Amacı Tarikatları kullanıp kendilerine siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek isteyen art niyetli şeyhleri frenlemekti. Kırım savaşı ve 93 harbinde Aşiret ağaları ve Şeyhler Osmanlı ordusuna gönüllü katılmışlar, Özellikle Şeyh Ubedullah-ı Nehri Fiilen katılmış. Bilahare Şeyh Ubeydullah Osmanlının desteğiyle İran Kürdistan bölgesini ele geçirmek üzere hareket başlattı. Rusya ve İngilterenin İrana’a destek vermeleriyle başarılı olamadı. Şeyh İstanbula davet edildi ve ardından Mekkeye gönderildi. Bütün bu olanlar Osmanlının doğu sınırlarının Ruslara ve İrana karşı ne kadar güvensiz olduğunu göstermiş. Bir de Hınçak ve Taşnaksutyun örgütlerinin kurulması ile Kürdistanda asayişi sağlamak ve sürekli bir hazır kuvvet bulundurmak amacıyla 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa haricindeki Paşaların muhalefetine Rağmen Sultan Abdulhamid, Hamidiye Alay’larını Zeki Paşaya kurdurdu. Balkan ve 1. Dünya harbinde çok isabetli bir karar verdiği ortaya çıktı.
Gelecek makalemiz Osmanlının son döneminde başlayan Kürtçülük hakkında olacak inşaallah.
Selametle kalın.