On Dördüncü Şuâ (40. Bölüm)
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Kardeşlerim!
Bütün bütün kanunsuz olarak bizim temyiz evrak ve lâyihalarımız daha temyize gönderilmemiş. Bizim üç muktedir avukatlarımız, mümkün olduğu kadar pek çabuk evrakımızın Mahkeme-i Temyize gönderilmesine herhalde bir çare bulsunlar. Yoksa on bir ay bahanelerle tevkifimizi uzatmak ve beni mahkemede konuşturmamak ve on bir ay tecrid-i mutlakta soğuk sıkıntılarla tazip etmekle hakikat-i adaletin kabul etmediği bir garazı ihsas ettiğinden, bizim mahkememizi başka bir vilayetin mahkemesine nakletmek için hem avukatlarımız hem sizler bütün kuvvetinizle çalışmak lâzım ve elzemdir.
Said Nursî
***
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık, hâlis, sebatkâr, fedakâr kardeşlerim!
Evvela: Sırr-ı İnna A’tayna hiç yanımda bulunmadığının sebebi, eski zamanda iki hiss-i kable’l-vukuumda bir iltibas olmuş.
Birincisi: Bir hiss-i kable’l-vuku ile yalnız vatanımızda dehşetli bir hâdiseyi ve zalimlerin musibetini hissettim. Halbuki büyük dairede, zemin yüzünde, haber verdiğimiz gibi on iki sene sonra aynen o sırr-ı azîm görüldü. Benim istihracımı gerçi zahiren bir parça tağyir etti. Fakat hakikat cihetinde pek doğru ve ayn-ı hakikat meydana çıktı. Bunun için o risaleyi yanımda bulundurmuyorum ve başkalarına vermiyorum.
İkincisi: Kırk sene evvel tekrarla derdim: “Bir nur göreceğiz.” Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirdlerinin dairesini umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.
***
Müdür Bey!
Size teşekkür ederim ki kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Harekât-ı milliyede İstanbul’da, İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab ve neşrile belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki Mustafa Kemal şifre ile iki defa beni Ankara’ya taltif için istedi. Hattâ demişti: “Bu kahraman hoca bize lâzımdır.” Demek, benim bu bayramda bu bayrağı takmak hakkımdır.
Said Nursî
***
1948 senesinde açılan Afyon Mahkemesinde, birinci defa hüküm verilip nihayet umum Nur Risalelerinin iadesiyle neticelenen ve başlangıçta idam planlarıyla propagandalar yapılan bir mahkemede Risale-i Nur talebelerinin müdafaatıdır.
Nur şakirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına dünyevî ve siyasî cemiyet namını verip onları mes’ul etmeye çalışanların ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı, üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber, deriz ki:
Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan millet-i İslâmiyenin üssü’l-esası; akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadarane irtibat ve İslâmiyet milliyeti ile mü’min kardeşlerine karşı manevî muavenetkârane bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakârane bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’an hakikatlerine ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur şakirdlerine medar-ı mes’uliyet cemiyet namını verebilir.
Onun için Nur şakirdleri çekinmeyerek Kur’an hakikatlerine karşı alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebi ile gelen her bir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerini ve hakikat-i hali olduğu gibi mahkeme-i âdilenize itiraf ediyorlar. Hile ile dalkavukluk ile yalanlarla kendilerini müdafaa etmeye tenezzül etmiyorlar.
Mevkuf
Said Nursî
***
Kaynak: Hizmet Vakfı