Bu başlık, 2005 yılında Isparta’da dört yaşındaki oğlumuz Taha Yusuf’un vefat etmesinden sonra yazmaya başladığım bir yazının başlığı idi. Fakat neşretmediğim o çalışma, Rabbim tevfik ihsan ederse bir gün su yüzüne çıkar.
Elhamdülillah Risale-i Nur gibi bir deryanın yanında bu yazılanlar, bir damla bile olamazlar.
Ne var ki, bu eserlerden ne kadar istifade ettiğimizi ifade etmek adına bir murakabedir.
Malum olduğu üzre Azrail Aleyhisselam Cenab-ı Allah’a (cc) ruhları kabz etmesi sırasında, kullarının kendisinden müşteki olacağını ifade edince, Allah(cc) ona, “sen merak etme ben kullarımla senin arana hastalıkları ve musibetleri koyacağım, dalayısı ile onların şikayetleri sana hiç gelmeyecek” buyuruyor.
Halbuki, hayatı ve canı kim verdiyse, ölümü de veren odur.
“Ve Hüve alâ külli şey’in Kadîr”
Ölüm her zaman, her yaşta, her yerde, kimsenin kaçamadığı, itiraz edemediği ve o davete mutlaka icabet ettiği “kesin davet” gerçeğidir.
Bugünlerde arkadaşlarımızın ve yakınlarının vefat haberleri ile karşılaşınca, özellikle de garantimiz varmış gibi, “genç yaşta”, yahutta “beklenmedik bir zamanda” Azrail (AS) ziyarete gelince, her şeyimiz altüst oluyor.
Son zamanlarda medyada dolaşan Halep’li bir bacımızın çocuğunun şehit olma vakasına verdiği tepki herkeste çok derin bir etki meydana getirmiştir.
Genç, henüz yirmi yaşlarında bir delikanlının vefat edeceğini anlayan annesi vaveyla ile ağlamıyarak, çocuğunun şehit olacağını görüp, Kelime-i Şahadet getirmesi için harcadığı gayreti, iman mertebesine ve vefat anında hakiki mü’minin davranışına unutulmaz bir numunedir.
Vefat vesilesiyle kardeşlerime yazmış olduğum taziye mektubunu da burada paylaşmak istiyorum.
Nur ve Gül şehri Isparta’da 33 yılım geçti. Dolayısıyla benim Isparta’ya, Ispartalı kardeşlerime muhabbetim bir başkadır. Çünkü Isparta benim şehrimdir ve memleketimdir.
Tabii ki Isparta’da Risale-i Nur hizmetiyle alakalı çok güzel günlerimiz, Merhum Bayram Ağabeyimizle 22 yıla tekabül eden feyizli ve sürurlu bir beraberliğimiz olması yanında, bizi üzüntüye gark eden olaylar da olmuştur.
Bunların içerisinde bende iz bırakanların başında elbetteki Merhum Bayram Ağabeyin Rabbime vuslatıdır. Giderken Üstadımızın Isparta’daki evinin karşısına “külliye” yapımını görüştüğümüz zaman, Almanya’ya seyahatleri öncesindeki mülakatımız bir veda mahiyetinde idi.
Diğer taraftan Merhum Rektör Hasan Gürbüz’ün vefatı da çok etkileyen bir başka olay olmuştu.
Ağabeyler Meşvereti sonunda Ankara’ya gitmemiz uygun görülmüştü. Gazi Üniversitesine doçent olarak atanmam gerçekleşmiş ve muvafakat beklerken, Isparta’da üniversite kurulmuş ve Merhum Rektör bana muvafakat veremeyeceğini söylemişti.
Rahmetli Bayram Ağabey buna çok sevinmişti. Bu üniversiteye çok önem veriyordu. Üstadımız Van’da Fen ilimleri ile Din ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurmak isterken (Medreset-üz Zehra), Isparta’da ayağına gelmişti.
Isparta’da üniversiteli olarak bizden başka da fazla kimse yoktu. Rabbim bendenizi Isparta’nın akademik yapılanmasının her kademesinde elhamdulillah isdihdam etmişti. Onun için de yöreyi tanıyan ve Rahmetli Rektöre yakın ve samimi bir kardeşi olmuştum.
Bugün de Nusret Hocamın vefat haberini almış bulunuyorum. Dünyada iken ahiret hayatı yaşayan bir insandı. O her haliyle ebedi hayata yolculuğa hazır vaziyetteydi. Çünki “kesin davet”in mahiyetini biliyordu ve sırrını çözmüştü.
“Kesin Davet” olayını yaşayan en önemli zatlardan bir ikisini hatırlayalım ve ona göre de düşünce ve davranışlarımızı düzene koyalım.
Bir Zat düşünün ki üç oğlu, üç kızı (ve hatta dördüncü kızının da sağlığında vefatını haber veriyor) ve bir de Zevcesi kendileri hayatta iken vefat ediyorlar. Kasım, Abdullah, İbrahim, Zeynep, Rukiyye, Ümmügülsüm ve Hz. Fatima’nın babaları ve Hz. Hatice’nin Muazzez, Muhterem ve Mübarek Zevc’leri Resul-ü Zişan Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhissalat-u Vesselamdır…
Bir Zat düşünün ki; çocuk yaşta annesinden babasından ayrı düşürülmüş, çeşitli iftiralara uğramış, zindanlara atılmış, sonra Mısır’a Aziz olmuş, annesine babasına, kardeşlerine kavuşmuş ve tam bu sürürlu, huzurlu, mutlu, bahtiyar ve mesut anında Allah’tan (CC) ölümünü dilemiş ve vefat etmiş. O Zat da Hazreti Yusuf Aleyhisselamdır…
Neden?.. Çünkü vefat bir vuslattır. Vefat bir kavuşmadır.
Vefat dünya kazuratından bir temizlenmedir.
Hatta vefat doğumdan daha mükemmeldir, ondan önce gelmektedir. Rabbimin tasarrufu ile bir yaratılmadır.
Elbette dokuz ay anne rahminde gelişen bir insan 90 yıl dünya hayatına mazhar edilirse;
90 yıl dünya rahminde imanla bir hayat geçiren insan da tabii ki Ebedi Cennete mazhar edilecektir.
Hastalıklar ve musibetler günahlara kefaret ve hastalıktan ölüm manevi şehit hükmündedir.
Aslında dünya rahminde kalan bizler çok muzdarip ve mağdur durumdayız. Çünkü gerçek ve ebedi hayattan ayrı düşmüşüz.
Ama bizlere de müjde var!
Bizler de o yolun yolcusuyuz ve o yolcusu olduğumuz hayat, burada kazanılacaktır.
İnşallah bizi de bir mükâfatla Rabbim huzuruna alır, aldırır. İnşallah son nefeste Kelime-i Şahadeti de hatırlatır. Manevi Şehitliği de tattırır. Cenneti ile mükafatlandırır.
Bu yazıyı okuyanlar elbette yazılanlardan çok çok fazla malûmatlara sahiptirler. Haddizatında benim teselliye ihtiyacım var. Bu yüzden teselli vermek için değil, müteselli olmak için ve hissiyatımı paylaşmak için yazdım.
Çünki ehl-i imanın dünya ile bağı kalben değil; kesben, çalışma cihetiyledir. İnşallah bu kesbimiz bizi ahirete bağlayan ve kazandıran amellerle dolu olsun.
Evet sevdiğimiz birisinin ayrılığında bir hüzün olsa da, bu ayrılık geçicidir. Haddi zâtında bizlere düşen bu olaya sabırla metanetle ve inşallah tevekkülle bakmamızdır, Rabbimden diliyorum.
Vefat edenlere Allah rahmet eylesin, Cennetine kavuştursun.
“إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ”
Cahit Kurbanoğlu