Kuzey Afrika’nın Atlantik sınırından başlayarak, doğuda Basra Körfezi’ne kadar uzanan, güneyde İran, kuzeyde Türkiye’de biten bölge olarak ifade edilen Arap Dünyasından tek bir dil ve dine sahip oldukları halde ulusal birlikten bahsedilemez. Çünkü gelenek ve yaşam biçimleriyle birbirlerinden çok uzaklar. Günümüz Arap coğrafyası incelendiğinde, farklı nüfus özelliklerini bünyesinde barındıran çok sayıda devletten oluşan bir yapı var. Dolayısıylada bir Arap milliyetçiliğinden ziyade bölgesel milliyetçilik var.
Söylendiği gibi Araplar İslam öncesi hiçbir devleti olmayan bir halk değiller. Yemende, Main Devleti (M.Ö. 2400-M.Ö. 700), Sebe Devleti (M.Ö. 700-M.Ö. 115) ve Himyerîler Devleti (M.Ö. 115-M.S.525). Kuzey Arabistan, Ürdün,de Nabatîler (M.Ö. 169-M.S. 106), Suriue,de, Palmiralılar (Tedmür Krallığı), Bahreyn,de Gassanîler,Irak,ta, Lahmîler (Hire Krallığı ), Necid,de, Kinde Krallığı, mevcuttu. İslamiyet,le birlikte muaazzam birliktelik sergilediler ve milyonlarca Kimlometre kare toprağa hükmettiler. Bu Arapları hem maddi hem kültürel ve medeniyet anlamında zenginleştirdi. Ancak Arap Aşiretçiliği hep vardı, fakat genel bir Arap milliyetçiliği yoktu.
Arap milliyetçiliği 1850’lerde Lübnan ve çevresinde yaşayan Hristiyan Arapların, ticaret ve eğitim vasıtasıyla Batı ile yakın ilişki kurmaları ve bu vesileyle de milliyetçilik akımlarıyla da tanışma fırsatı edinmişlerdi. Özellikle Nasif el-Yazıcı ve peşinden giden Butros el-Bustani,nin başlatığı kültürel milliyetçilik çıkardıkları gazetelerle etkili olmaya başladı. Bununla birlikte bu hareketlerin kitleselleşmesi, Araplar ve Osmanlılar arasındaki Müslümanlıkla oluşan bağ sebebiyle uzun sürmüştü. Aynı bağa sahip olmayan Lübnan,lı Hrıstiyan Araplar, görüşlerini dinden ziyade, siyaset ve kültür üzerine oturtmuşlardı. Bu durum, Arap milliyetçiliğinin doğuşunda laik bir temel olduğunun işaretidir.
Arap dünyasının çoğunluğu milliyetçiliği, İslam dünyasını bölmeye yönelik bir hareket olarak görmesi sebebiyle,Tarihçi Dawn Breaster, 1914’e kadar Arap milliyetçiliğini savunan kişi sayısını 126 olarak ifade etmiştir. Bu rakamın küçüklüğü, o döneme kadar Arap milliyetçiliğini savunan bireylerin çok azınlıkta kaldığını göstermektedir. Yine Tauber’e göre de Birinci Dünya Savaşından önce Osmanlı Devleti aleyhine faaliyet gösteren Arap cemiyetlerinin amacı, bütün Arapları kapsayan ve ayrılıkçı bir hareket olmaktan ziyade, Suriye, Irak gibi bölgesel çıkarları savunmaktı.
Jön Türkler’in, Türk milliyetçisi olmaları, Siyonizmi desteklemeleri gibi pek çok gerekçeyle eleştiren Arap milliyetçileri, kendilerine taraftar toplamaya çalıştılar. Genel olarak tam bağımsızlık isteyenler, sadece Hıristiyan Araplardı ve Laik bir devletin kurulmasıyla kendilerinin Müslümanlarla eşit seviyeye gelmelerini ümit ediyorlardı. Yine 1916’da Mekke Emiri Şerif Hüseyin zaaf göstererek İngilizlerle anlaşıp ilan ettiği Büyük Arap İsyanına kadar, Arap topraklarını merkezden ayırmaya yönelik bir girişim de olmamıştı.
Bu önemli bir hareket olarak Arap milliyetçiliğinin oluşmasında yer alsa da isyanın temelinde, Jön Türkleri kâfir olarak nitelendirilerek, dinin savunulması adına Türklerle savaşmayı öğütlemek vardı. Bununla birlikte isyana katılım sınırlı oldu ve Araplar isyana karşı genel bir kayıtsızlık içindeydiler, ayrıca Osmanlı ordusunda yüzbinlerce Arap genci cephelerde savaşıyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin Batılı güçlerce işgaliyle birlikte, Arap Milliyetçiliği gelişmeye başlamıştır. Bu ideolojinin öncüsü bir Osmanlı muallimi, kaymakamı ve mütefekkiri olan İTC mensubu Satı el-Husri idi. El Husri milliyet temelinden hareket etmekteydi ve bu milliyet, ortak dil ve geçmişten doğmaktaydı. Daha sonra görüşleri müridi, Suriyeli Rum Ortodoks, Michel Eflak tarafından geliştirildi. Nihayetinde Arapça “Rönesans veya Diriliş” anlamına gelen Baas Partisi 1943’de Suriye’de kuruldu. Baas’ı, farklı dinden üç yakın arkadaş kurdu: 1910’da doğan Mişel Eflâk, 1912 doğumlu Salâh Bitar ve 1908’li Zeki Arsuzi… Mişel Rum Ortodoks’tu, Salâh Bitar Sünni Müslüman, Zeki Arsuzi ise Nusayri… Mişel Eflâk 1989’da Paris’te ölmüş, cenazesi Irak’a götürülmüş, Irak’ın o zamanki lideri Saddam Hüseyin tarafından yapılan bir açıklama ile “Eflâk’ın seneler önce Müslüman olup Ahmed adını aldığı” duyurulmuş ve âyetlerle süslü bir kubbenin altına Müslüman âdetlerine göre defnedilmiştir!Zeki Arsuzi ise Hafız Esat tarafından General yapıldı ve Suriye ordusunda Baas İdelojisini yaymakla görevlendirildi.
Filistin meselesi bu fikrin yayılmasında etkili olmuştur. Zira o dönemde Filistin’in durumu giderek belirsizleşiyordu. 1948’de İsrail’in kuruluşundan hemen sonra birleşen Arap ülkelerinin İsrail’e saldırısı Arap milliyetçiliği için önemliydi. Fakat arka planda yöneticilerin kişisel çıkarları ön plandaydı. Nitekim Arap ordularının savaşta birbirlerine karşı güvensiz tutumları bunun göstergesidir. Sonuçta İsrail’in zaferi ile birlikte Arap milliyetçiliğinin de ağır bir darbe aldığı kesindi. Bununla birlikte giderek daha radikal bir eğilim gösteren Arap milliyetçiliği dalgası, hızla Arap coğrafyasında etkisini artırmaya başladı. Bu dalganın bir yansıması olarak Arap ülkelerinde askeri darbeler gerçekleşmeye başladı. Mısır’da Nasır (1952), Suriye’de Baas Partisi (1963), Irak’ta Abdülkerim el-Kasım (1958), Albay Kaddafi Libyada (1969) iktidarı ele geçirdi. Böylece Arap milliyetçiliği bir siyasal ideoloji olarak bölgede yerleşmeye başladı. Bu ideolojide diğer milliyetçi ideolojiler gibi Laik ve dinle kavgalıydı. Aynı zamanda sözde anti Empeyasittiler, ama gerçekte dışa bağımlı ve halkını sopa zoruyla yöneten diktatörlerden başka bir şey değildiler.
Nitekim Nasır’ın Arap Birliği oluşturma düşünceleri de 1967 Savaşındaki yenilgiyle birlikte başarısız olmuş ve Pan-Arabizm de böylece sonuçsuz kalmıştı.
Vesselam ırkçılık hiçbir millete fayda sağlamadı. Koca İslam aleminin parçalanmasına ve küçük lokmalar haline gelmesine sebep oldu. İşin kötüsü Arap ırkçıları Osmanlı bizi 400 sene sömürdü, Bizdeki Jön Türkçülerde Araplar bizi arkadan vurdu yalanını ders kitaplarına kadar işlediler ve Müslüman kavimleri birbirlerine düşman etmeye çalıştılar. Bugün Arap aleminin 22 devleti,nin bir çoğunda iç savaş ve kaos hüküm sürmekte. Hepsi dışa bağımlı, halkları huzursuz ve bir çoğunda yoksulluk diz boyu.
Gelecek makalemiz İslam dünyasının önemli bir sorunu olan Kürtler ve Kürtçülük olacak inşallah. Selametle kalın.