İnsan nedir? Görevleri nelerdir?
İnsanın yaratılışının gereği vazifesi kulluktur. Bu konuda insan ve diğer hayvanlardaki farklılıklar bize ışık tutar. Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavunun, mesela, tatlılığına dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Bunun gibi, insanın da kabiliyetine bakılırsa, yaratılıştan gelen görevinin kulluk olduğu anlaşılır. Ruhani yüceliğine ve ebediyete, sonsuzluğa olan çok kuvvetli arzu ve isteğinin derecesine de dikkat edilirse ne anlaşılır? En evvel insan bu alemden daha latif, güzel bir alemde ruhen yaratılmış da donanım almak üzere geçici olarak bu dünyaya gönderilmiş olduğu anlaşılır.
İnsan zayıftır, belaları çoktur.
Fakirdir, ihtiyacı pek ziyadedir.
Acizdir, hayat yükü pek ağırdır.
Eğer Kadir-i Zülcelâl ola Allah’a dayanıp tevekkül etmezse ve itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır.
Sonuçsuz zorluklar, üzüntüler, kederlenmeler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.
İnsandaki manevi duygular hayvanlara göre yüz derece üstündür.
loading
İnsandaki manevi duygular ve insandaki latifeler-duygular her birisi hayvana nispeten yüz derece genişlemiştir.
Meselâ, güzelliğin bütün mertebelerini fark eden insan gözüdür.
Ve yiyeceklerin bütün çeşit çeşit kendine has özel zevklerini ayırt eden insanın dilinin tat alma duyusudur.
Ve hakikatlerin bütün inceliklerine içine alan insanın aklıdır.
Ve üstün özelliklerin, kemallerin bütün çeşitlerine iştiyaklı-istekli insanın kalbidir.
Bunlar gibi insanın diğer cihazları, âletleri nerede; hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede?
Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan kendine has bir işte-o hayvana has olarak o hayvanda bir özel duyu veya organ daha çok gelişir. Fakat o gelişme özeldir. Örnek vermek gerekirse köpeklerin konu alma duyusu insanlardan daha üstündür. Bir kartalın gözleri bizden iyi görür. Bir sincap düz duvara tırmanabilir.
Kur’ân’ı dinleyen insana, Kur’ân’daki hakikat ilmi ve hakikat nuru ile dünyanın mahiyetini-iç yüzünü bildirir. Dünyaya aşk ve alâka pek manasız olduğunu anlatmaktadır. Yani, insana der ve ispat eder ki:
“Dünya bir Allah’ın kitabıdır. Harfleri ve kelimeleri nefislerine değil, belki başkasının Zât ve sıfât ve isimlerine işaret ediyorlar. Öyle ise manasını bil, al; nakışlarını bırak, git.
“Hem hadiste bildirildiği gibi bir tarladır. Ek ve mahsulünü-ürününü al, muhafaza et; atıklarını at, ehemmiyet verme.
“Hem birbiri arkasında daim gelen, geçen aynalar koleksiyonudur. Öyle ise onlarda tecelli edeni bil, nurlarını gör ve onlarda görünen isimlerin yansımalarını anla ve İsimlendirileni sev ve sona ermeye ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
“Hem gezici bir ticaret yeridir. (Dünya gezegen olup, döndüğü için bu şekilde adlandırılmış.) Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından boşuna koşma, yorulma.
“Hem geçici bir gezinti yeridir. Öyle ise nazar-ı ibretle bak ve zahirî, çirkin yüzüne değil, belki Cemîl-i Bâkî olan Allah’a bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faydalı bir gezinti yap, dön ve o güzel manzaraları gösteren ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla, akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
“Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan çok cömert misafir sahibi olan Allah’ın izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık, git. Saçmalayarak, lüzumsuz bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma gibi görünen hakikatlerle, dünyanın iç yüzündeki sırları gösterip dünyadan ayrılığı gayet hafifleştirir, belki uyanık olanlara sevdirir ve Allah’ın rahmetinin her şeyde ve her durumda bir izi bulunduğunu gösterir.
Bu manaları ne kadar anlayıp hayatımıza tatbik edebilirsen şu fani dünyada o kadar bahtiyar oluruz. Hayatımız saadetli geçer.