Bu mevzua dair bir hatıra arzedeceğim:
Muhterem bir hocamız vardı; Allah gani rahmet eylesin. 1962’de Süleymaniye’de Kader Risalesi ile ilgili hatıratını şöyle ifade ettiler. Bu zat medrese tahsilini hakkını vererek yapmıştır. Sonra Ahmed-i Hizani Hazretlerinin irşadına dahil olmuş, onun da hakkını vermiştir. Sonra Asa-yı Musa kitabını okuyarak Hazret-i Bediüzzaman’ın irşad-ı Kur’ani dairesine intisab etmiştir. Diyor: “Ben medresede okurken, kader meselesine dair bir müşkil zihnime takıldı. Ben de biliyorum ki itikadi mes’elede müşkili olan bir kimse; onu halletmeye çalışırsa, o esnada vefat etse mafuv olur. Eğer halline çalışmazsa mes’ul olur. Bu mevzuda medresede tahsil ettiğim kitaplar kadar kitap okudum, mes’elem hallolmadı. Bana bu Yirmialtıncı Söz/Kader Risalesi’ni gösterdiler. O Risale’de bulunan “ehl-i ilme mahsus gayet ince bir tetkik-i ilmidir” buyrulan iki sahife,benim bütün müşkilimi halletti. Sonra o zat bize şöyle bir rüyasını anlattı:
“Ben Ahmed-i Hizani Hazretlerinin vefatından sonra oğlunun irşad dairesine intisab etmiştim. Bir gün rüyamda Ahmed-i Hizani Hazretlerini gördüm. Yüksek bir binada idi. Üzerindeki elbise dünya elbiselerine benzemiyordu. Aşağıya indi. Oğlu ile beraber bize arkamdan gelin buyurdu. Binanın önündeki meyve bahçesine bizi götürdü. “Bu meyvelerden yiyin.” dedi. Yedik; çok tatlı idi. Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said Nursi (R.A) buyuruyor: “Tasavvuf meyvedir. Hakaik-ı İslamiye gıdadır….”
Sonra tekrar yattığımda bu sefer Hazret-i Üstad’ı gördüm. Elinde uzun bir mazbata, ferman vardı. Bana uzattı: “İmzala burayı!”dedi. Ben imzaladım. Üstadımız gülümsedi,”tamam”dedi. Ve kıbleye dönüp iki rekat namaz kıldı. Kalktığı zaman, bir kumandan olarak ayağa kalktı. Biz de nereden peyda olduysa bir cemaatle arkasından koşmaya başladık. Koşa koşa büyük bir han kapısı gibi bir kapının önüne geldik. Kapı biraz aralıktı. İçerde bir kalabalık vardı. Kalabalığın ortasında bir adam oturuyordu. Kafası öküz kafası gibiydi. Gözleri öküz gözü gibiydi. Hazret-i Üstad’ı görünce dik dik baktı. Hazret-i Üstad birden hücum edip ayaklarından tutup çocuk gibi yere çaldı. O adam kalktı. Hazret-i Üstad yeniden ayaklarından tutup yere çaldı. Üçüncüsünde hem yere çarptı,hem göğüsüne oturup boğazını sıkmaya başladı. Biz dışardaki cemaat Allahu Ekber Allahu Ekber diye yüksek sesle tekbir getirmeye başladık. Bu zat rüyayı Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey’e anlattığı zaman Zübeyir Ağabey:”Öldü mü kardeşim!”demiş. Sabri Hoca:”öldüğünü görmedim ağabey deyince,Merhum Zübeyir Ağabey:”Keşke ölseydi.”demiş. İki ehl-i hakikat arasında geçen bir mükaleme. Demek nefs-ül emirdeki vakıayı temsil eden hakikatlı bir rüyaydı.
İŞTE ŞİMDİ YENİ TÜRKİYE TEKBİR GETİRİYOR.
HAMD ALLAH’A.