2011’den günümüze kadar geçen süre, Somali’nin Türkiye’nin desteğini alarak yeniden istikrar kazanmaya başladığı ve izolasyondan kurtularak dünya ile yeniden bütünleştiği bir döneme işaret ediyor.
1331 yılında Ajuran Sultanlığı’nın başşehri Mogadişu’yu ziyaret eden ünlü seyyah İbn-i Battuta şehir hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarmakta: “Gerçekten büyük bir şehir. Halkın devesi çok. Her gün yüzlercesini kesiyorlar. Koyunlar da bol. Makdeşav ahalisi zengin tüccarlardan oluşuyor. Orada, şehrin adıyla anılan kumaşlar üretiliyor, Mısır ve diğer ülkelere sevk ediliyor.”
Günümüz Somalisi 14.yy’daki bu zengin ve güçlü görünümünden oldukça uzak bir halde maalesef. Hatta o kadar ki İngiltere ve İtalya sömürgeciliğine maruz kalan ülke, 90’ların başından beri açlık ve yoksulluk gibi olgularla anılmakta sık sık. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte devletin çöküşüne maruz kalan Somali’de açlık ve gıda krizleri, terör, korsanlık, bölünme gibi kronik sorunlar hiç eksik olmadı. Geçtiğimiz 26 yılda istikrar ve huzur arayışını sürdüren Somali’de, devlet otoritesinin tam olarak tesis edilememesi nedeniyle temel bir takım problemler halkın yaşamını son derece olumsuz etkiledi. Ülkenin sahip olduğu enerji ve kaynaklar çatışmalarda heba olup gitti.
Devletin elindeki imkanların yetersiz oluşu, çözüm üretici mekanizmaların eksikliği, el-Şebab örgütünün meydana getirdiği güvenlik sorunu, yaygın yolsuzluk, bölgesel ayrılıkçı hareketler ve yoksulluk, ülkedeki idareyi zorlayan kronik sorunların başında gelmekte. Elinde kıt imkânlar olan bir devletin 26 yıldır biriken bu devasa sorunları mucizevi bir şekilde kısa sürede çözmesi mümkün görünmemekte. Ancak Somali’de devletin ve halkın saydığımız tüm bu olumsuzluklara rağmen istikrar arayışını ısrarla sürdürmek dışında başka bir seçeneği de bulunmuyor. Bu nedenle Türkiye’nin Somali devletine ve Somali halkına verdiği maddi-manevi destek son derece önem kazanıyor.
26 yıllık arayış
80’li yılların ortalarından itibaren Somali’de başlayan iç karışıklıklar, büyük bir açlık krizine yol açarak yabancı güçlere âdeta davetiye çıkartmıştı. Amerika ve Birleşmiş Milletler’in (BM) Somali’ye askerî müdahalelerinin gerçekleştiği bu dönem, 1995’e kadar sürdü. 1995 sonrası başlayan ikinci dönem ise 2006 yılına kadar iç kargaşanın devam ettiği ama aynı zamanda da yerel arayış ve örgütlenmelerin de başladığı bir dönemdir. Bu döneme damgasını vuran en önemli hadise ise İslam Mahkemeleri Birliği’nin bir aktör olarak ortaya çıkışıdır. 11 Eylül sonrasında Somali’de silahlı dini grupların güç kazandığı bu dönem, ABD destekli Etiyopya müdahalesi ile sonlandırılmış ve ülke yeni bir sürece girmiştir.
2006’dan sonra başlayan üçüncü dönemde ise Batı güdümünde geçici hükümet kurma çalışmaları hızlanırken, aynı zamanda dış müdahaleyle İslam Mahkemeleri Birliği dağıtılmasının doğrudan bir sonucu el-Şebab örgütünün sahneye çıkması, en önemli gelişmedir. Ülke 2011’e hem büyük bir açlık krizi hem de el-Şebab örgütlenmesi eşliğinde girmiştir.
2011’den günümüze kadar geçen süre ise Somali’nin Türkiye’nin desteğini alarak yeniden istikrar kazanmaya başladığı ve izolasyondan kurtularak dünya ile yeniden bütünleştiği bir döneme işaret ediyor. Bu dönem için kullanılacak en kilit kavramlar; “devlet inşası” ve “kalkınma”.
Somali’deki devlet yapısı 2012’de, geçici federal hükümet formatından kalıcı forma dönüşerek sahadaki etkinliğini arttırmaya başladı. 2011 yılında Mogadişu’nun sadece bir bölümünde egemen olan devlet, el-Şebab örgütünün güçlü varlığına rağmen bugün geniş bir sahada egemenliğini gösteriyor. 2012 yılında Şeyh Şerif’ten başkanlık görevini devralan Hasan Şeyh Mahmud, bu görevi 2017 yılında Mıhammed Farmajo’ya barışçıl yolla devretti. İnsanı ruhi yönden yıpratan kriz atmosferine rağmen, Somali halkının gündelik uğraşlarıyla ülkeyi ayakta tutma adına sergilediği dirence ilaveten, siyasi düzlemdeki bu barışçıl hava da Somali için umut vaadediyor.
Farmajo yönetimi de daha önceki yönetimlerin yüzleştiği kronik sorunlarla karşı karşıya ve gelinen noktada yeni yönetime yönelik beklentiler ne kadar fazla olursa olsun ülkedeki sorunlar çok köklü. Ülkenin karşılaştığı güvenlik, yoksulluk, işsizlik, korsanlık gibi pek çok kronik sorunun temelinde devlet yapısının zayıflığı karşımıza çıkıyor. Bu sorunların çözümü için hükümetin yeni stratejiler geliştirmesi, ülkede yeni iş imkânları oluşturması ve ayrıca yeni gelir kaynakları bulunması gerekirken, devlet yapısının kısa sürede kurumsallaşması da büyük bir zorunluluk.
Türkiye etkisi
Somali’deki karamsar tablonun değişmesi ancak karşılaşılan kronik sorunların çözümü ile mümkün gözüküyor. 2011 yılında Somali’ye insani müdahalede bulunan Türkiye’nin yapıcı bir takım yaklaşımları yürürlüğe sokması, ülkede olumlu bir atmosfer doğururken, devletin yeniden inşası sürecini de yeni bir aşamaya getirdi. Bu sayede Somali’nin toparlanma süreci de hız kazandı.
2011 yılından bu yana Somali’de aktif bir ülke haline gelen Türkiye’nin, bu ülkeye yönelik vizyonu oldukça yapıcı bir karaktere sahip: Ülkede yaşanan insani dram sonlandırmaya çalışılırken, gıda krizlerinin tekrar yaşanmaması için de kalıcı çözüm arayışına girişildi. Bu minvalde, insani alanda sağlanan büyük desteğin yanında altyapı projelerine hız verildi. Sadece kendi çabasının yeterli olmayacağını bilen bir aktör olarak Türkiye, Somali meselesini dünya kamuoyuna da taşırken, özellikle diğer Müslüman devletlerden destek istedi. Ülkede devletin yeniden işler hale gelmesi için devletin inşa sürecine destek sağlarken, güvenlik alanında da Somali ordusunun bir an önce kurulması için asker ve polis eğitimlerini gerçekleştirdi. Türkiye, parçalanmış bir Somali yerine sürekli, bütünleşmiş bir Somali vizyonu ortaya koydu.
2011 yılından itibaren Somali’ye başta eğitim ve sağlık alanlarında olmak üzere verilen destek düzenli ordu tesis edilmesine kadar uzanmış durumda. Bu minavalde Somali’de ihtiyaç duyulan okullar, hastaneler, yetimhaneler açılırken, yolların asfaltlanması, ışıklandırılması, çöplerin toplanması gibi bir takım belediyecilik hizmetleri de yine bu dönemde devreye sokuldu. Somalili öğrencilerin burslu olarak Türkiye’ye getirilmeleri ve çeşitli seviyelerde eğitim almaları sağlandı. Türkiye’nin en büyük elçilik kompleksi, Mogadişu’da açılırken THY’de yıllardır Somali seferlerine devam ediyor. Havalimanı ve deniz limanı işletmeleri, Türk şirketleri tarafından revize edilirken bu işletmelerden Somali devletinin kasasına düzenli gelir aktarımı da sağlandı. Son olarak Somali ordusunun oluşturulması için askeri eğitim kompleksi hizmete sokularak askeri eğitimler de başladı. Kısa sürede yapılan pek çok proje, Türkiye-Somali ilişkilerinin çok boyutlu gelişimini sağlarken ülkenin de bir nebze istikrar kazanmasında rol oynamış durumda.
Batılı aktörler Somali’yi güvenlik ve terör çemberine hapsederken, Türkiye bu bakış açısından farklı olarak Somali’nin kalkınmasının istikrar getireceği düşüncesi içinde hareket ediyor. Burada Türkiye’nin meseleye bakışı kalkınma, istikrar ve güvenlik olgularını birbiriyle bağlantılı gören daha bütüncül bir yaklaşım ortaya koymakta. Türkiye buna rağmen sık sık Somali içinde veya dışında bazı kesimlerin eleştiri oklarına maruz kalmakta. Bu eleştirilerin bir kısmı yapıcı mahiyette iken bir kısmı ise sırf Türkiye’nin olumlu imajını sabote etmek adına yapılıyor. Türkiye’nin, Somali gibi bir kriz bölgesinde bu derece aktif olması, sadece Batılı aktörleri kriz bölgelerinde aktif olarak görmeye alışık bazı çevrelerce sakıncalı bir durum olarak değerlendirilmekte.
Kronik sorun alanları
Bugün Somali’de çözüm bekleyen temel sorun alanlarını şu 4 başlık altında değerlendirmek mümkün: Kabilecilik ve ulusal birlik, el-Şebab ve güvenlik, çökmüş devlet, yoksulluk ve insani krizler, yabancı askeri güçler ve milli ordunun yokluğu. Hemen hemen bütün bu sorun alanlarının ortak noktası ise ülkede güçlü bir devlet otoritesinin bulunmayışı.
1991 yılında tek taraflı bağımsızlık ilan eden Somaliland bölgesi, ülke içinde ayrı bir devlet olarak hareket etmeye devam ederken, Mogadişu’daki federal devlet yapısının zayıflığı, bu bölünmüşlüğü önlemekten çok uzakta. El-Şebab örgütüne yönelik askeri operasyonlarda ise AMİSOM (Afrika Birliği Somali Misyonu) söz sahibi iken düzenli bir ordudan yoksun olan Somali devleti burada da etkisiz kalıyor. Kuşkusuz devlet kurumlarının güçsüzlüğü, ülke halkını insani krizlere ve yoksulluk sorununa karşı daha savunmasız hale getiriyor. Bütün bu kronik sorun alanlarında dolayı Somali’de kalkınma ve devlet inşa sürecine verilen destekler, kritik derecede önemli.
Küresel aktörlerin dönüşü
Somali istikrar kazandıkça 1990’larda ülkeyi (kısmen) terk eden küresel güçler, 2013’ten itibaren tekrar sahaya dönmeye başladı. Trump’ın iş başına gelmesinden sonra ABD, AFRICOM’un Somali’deki askerî varlığını arttırma yoluna gitti. Bu doğrultuda bazı takviye Amerikan birlikleri Somali’ye gönderilirken, İngiltere’nin de eski sömürgesi Somali’yi yeniden kazanma çabası dikkat çekiyor. Bu çabalarının arkasında ise Somali’deki petrol ve doğalgaza duyulan ilginin bulunduğu çok aşikar. 2013 yılında Somali’de petrol ve doğalgaz aramaları için kurulan Soma Oil&Gas isimli İngiliz şirketi, Somali’deki petrol ve doğalgazın çıkarılmasında tek yetkili hale getirildi.
Ülkenin istikrar kazanması, küresel güçler yanında son yıllarda Körfez ülkelerinin de Somali’ye olan ilgisini arttırdı. Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, Yemen’de yürüttükleri askerî operasyon nedeniyle Somali’yi kendi saflarına çekmeye çalışıyor. Bu güçler Mogadişu’daki hükümet üzerinde de her türlü baskıyı oluşturarak ittifaklarına dâhil etmeye çalışıyor. Kuşkusuz Somali istikrar kazandıkça, 1990’dan sonra ülkeyi kendi kaderine terk eden küresel aktörler (Rusya ve Çin dâhil) yeniden burada güç kazanmaya çalışacaktır.
[İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam eden Serhat Orakçı, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) Afrika uzmanıdır]