Bilim’in kurgulayıp, bizi de inandırdığı Deterministik Evrende Rabbimiz’e iş kalmıyor!
Bedî’üzzaman Said Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî B/ilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Eğer Bilim’in türlü sebep – mekanizma, tesadüf ve zorunluluklarla kendi kendine işleyen bu kâinat tasavvurunu kabul edersek; o zaman, yani illiyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!? Eğer Bilimsellik Felsefesi’ne bağımlı, Bilimsel Kriter ve Yöntemlerine bağlı kalarak, herşeyi sebeplerle determine edip, açıklayıp, çözdüğümüze inanıyorsak; yani varlık ve çalışma ve devamında hiçbir cihette Rabbimiz’e ihtiyaç duymayan bu kurgusal evrende, Rabbimiz neyin nedeni ve faili olmaktadır!? Rabbimiz bu işleyişin neresindedir!?
Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Bilim’in kalınlaştırdığı madde’yi nasıl şeffaflaştırıp, arkasını göreceğiz; varlığın perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!?
Kütle kazanımı Higgs’e; yerçekimi kütleye; yağmur, suyun buharlaşması çeşitli “full otomatik(!)” çevrim / döngülere; bitkilerin rızıklanması, fotosentez gibi “otomatik mekanizma / sistemlere”; yaşam ve türler, evrim – elenme – adaptasyon – mutasyon gibi “yarı otomatik(!)” sistemlere; olmadı “tesadüf, tabiat, uzun zaman”a; elhasıl herşeyi başka nedenlere verince Allahû Teâlâ’ya neyi vereceğiz!?
Şu sebeplerle elma, bu mekanizmalarla yağmur, şu kütleyle yerçekimi, bu organlarla süt oluyorsa; bunları Rabbimiz’in yaptığı ve yarattığını nasıl ispat edeceğiz!? Bunların Allah’ın in’âm ve ni’meti olduğuna kendimizi nasıl inandıracağız!? Ve daha önemlisi: Bu inancımızı, “bilgi” düzlemine nasıl taşıyacağız!?
“Rabbimiz bu kâinat makinasını ve yasalarını kurmuş; herşey bu mekanizma ve kurallar gereği, sebep – sonuç çarklarıyla otomatik bir makina, hatta bir bilgisayar gibi kendi kendine işliyor”dan fazla verecek bir cevabımız var mı!? Bu cevabın yanlış olmasını geçtik; faraza doğru kabul etsek; bunun doğruluğuna herhangi bir delil – gözlemimiz var mı!? Yani bu sözümüz kâinatta karşılığı olan “bilgi’ temelli” bir söz mü, yoksa geçmiş atalarımızdan öğrendiğimiz “inanç’ temelli” bir ezberi mi tekrarlıyoruz sadece!?
Elhasıl Bilim’in kurgulayıp, bizi de inandırmaya çalıştığı Evren Modeli’nde Rabbimiz’e (güya) ihtiyaç kalmamakta; Bilimsellik Felsefesi’nin bu hayalî evreninde, O’na iman ve itikad için de kâinatta herhangi bir delil ve gerekçe kalmamakta!
Gökteki tek büyük Güneş ve bunun ısı – ışık gibi özellik ve sıfatlarını red ve inkâr edenin, yerdeki her Güneş akis ve yansımasını ayrı bir Güneş kabul etmek ve öyle de itikad etmek zorunda kalması ve bunun delil – ispatına çalışması gibi; isim ve sıfatlarıyla tek büyük Allah’ın varlığını veya var olması gerektiğini kabul etmeyen Bilim’in; Allah’ın kâinattaki her tecelli ve yansıma, fiil ve eserini yerdeki o eşyadan, o maddenin kendi tabiat ve özelliğinden, bazı sebeplerin biraraya gelmesinin zarurî ve doğal bir sonucu olarak kabul etmek zorunda kalmasıyla neticeleniyor durum!
Yani sadece Allah’a ait olabilecek ve olan ilâhî özellik, isim ve sıfatlar; sadece Rabbimiz’in sebep olup, yapabileceği ve yaptığı fiil, icraatlar ve sonuçları olan eserler; türlü “madde, kuvvet, sebep, mekanizma, sistem, tesadüf ve uzun zaman”a; elhasıl mahlûkata dağıtılarak; yani eşyaya (hatta kâinatın herbir zerresine) ilâhî özellik ve sıfatlar verilerek, bu vehimle eşya ilâhlaştırılır! Bu vehim sonucu; Rabbimiz’in terkip ve icadı, ni’met ve ihsanı olan “elma”; Bilim’in yatay sebep – sonuç kurgularıyla; aslında tohum, su, hava, güneş, toprağın biraraya geldiklerinde olması gereken otomatik ve doğal bir netice olarak sunulur!
Bilimsellik Sihri’nin zihnimizi manüple ederek, algılarımızla oynayarak hayâlimize çizdiği bu ilüzyon; bu sahte ve kurgusal kâinat tasvirleriyle, evren; “Allahû Teâlâ’nın varlık ve icraatını gösteren hiçbir delil ve sebep olmayan; Allah varsa ve olsa bile ancak kâinatın başlangıcında mekanizmayı yaratmak ve kurmak için ‘İlk Sebep’ olarak ufak bir rolü olan, (fakat Paralel / Sonsuz / Çoklu, Açılır – Kapanır Evrenler gibi hipotez / senaryolar ispatlanırsa, ‘İlk Sebep Tanrısı’ gibi ek bir sebebe de gerek kalmayacak olan!); elhasıl Bilim’in ışığı herşeyin neden ve nasılını açıklayıp, cehalet boşluk ve loşluklarını kapattıkça; Allah’a inanmak için herhangi bir zorunluluk ve ihtiyaç kalmayacak” bir hâle dönüşür!
Bilimsel Bilim’e göre; zaten “tüm dinler, insanların sebebini ve neden – nasılını bil(e)mediği şeylerin veya ölüm, fırtına, deprem gibi korktuğu olayların neticesi olarak veya mutlu olma, ahlâklı olma, aşkın olana inanma gibi ihtiyaç / arzuları gibi sosyopsikolojik ihtiyaçlardan doğmuş ve mevcut iktidarlar tarafından iktidarı güçlendirme ve uğrunda ölecek kutsal şeyleri olan savaşçı askerler bulma sebebiyle geliştirilmiş!… Bilim doğadaki olayların, yağmurun vs. sebebini buldukça, bütün bunların Tanrı’nın işi olmayıp, doğal sebeplerle olduğu bir bir meydana çıkmış!… Böylece Bilim’in herşeyin sebep – mekanizmasını çözmesiyle; Yer, Gök Tanrıları, Yağmur, Deprem Tanrıları gibi tanrılar elenerek; dinler Tek Tanrılı inançlara evrilmişler!… Neyseki Bilim kâinattaki bu işleyişlerin ilâhî değil, doğal ve tabiî ve olağan olduğunu, bunların tanrıların işi ve mu’cizesi olmadığını göstermiş! Zaten ‘iman’, insanoğlunun sebebini bil(e)mediği olay / olguları, Tanrı’ya vermesinden doğuyor, yani cehaletten kaynaklanıyormuş! Bilim cehalet dağlarını aşıp, herşeyin sebebini buldukça (yani hiçbirşeyin İlâhî değil, tabiî ve tesadüfî sebep ve etkileşimlerle olduğunu gösterdikçe), herhangi birşeyi doğaüstü bir güce vermeye ihtiyaç ve zaruret kalmamış! Zaten ‘iman’, “bilgi’nin konusu olmayıp, cehaletten beslenen bir duruma karşılık gelmekteymiş!… Bilim geliştikçe, dinin alanı daralacak; Tanrı’ya kâinatta en fazla ‘İlk Sebep’ olma rolü verilecekmiş!… Gerçi ‘var, yok; yokta var olmadığından’ (ki bunun anlamı: Madde veya özü ezelî ve ebedî, sonsuz olup, yaratılmamış olduğu için; varlığın herhangi bir yaratıcı sebebe ihtiyacı yok demektir!); ayrıca bazı bilimadamlarının ‘Paralel / Sonsuz Evrenler’ gibi senaryolarına göre, muharrik “İlk Sebep Tanrısı”na inanmak için de mantıkî bir gerekçe ve ihtiyaç yokmuş!…”
Evren gözlem – araştırmalarından elde edilen ham gözlem verileri ve ölçüm bilgileri bu tasavvura göre işlenip, bu inanca göre yeniden kurgulanarak “Bilim”, “Bilimsel Bilgi” ve “Bilimsel İfade”lere dönüştürülür. Ateist ve materyalist inanca göre kurgulanmış bu Bilimsel İfade ve Tasvir, nedenselleme ve açıklamaların defalarca telkin ve tekrarıyla; bu tür açık – gizli mesajların bizi programlaması, bu gizli bilinçaltı komutların efsun ve hipnozu sonucu; en dindar ve âlim bir müslüman bile olsak çevremize Bilim’in bu ateist mantık ve nazarıyla bakıyoruz! Veya inancımızı büsbütün kaybetmemek için, kâinata tümden gözümüzü kapatıyoruz! Bilimsellik Kriterlerine göre kurgulanmış bu tür “virüslü mesajlar”ın bizi hasta ettiğini farkedecek antivirüs programları bile geliştirmemişiz ki; sıra aşı ve tedaviye gelsin! Elhasıl imanımızı muhafaza edebilmek için kâinata gözümüzü kapatmaktan başka çare bulamıyoruz! Koskoca kâinatın tefekkür ve araştırma, tanım ve ta’rifini; küfür ve şirk, nifak ve inkârı rasyonalize ve ispat etmeye çalışan Bilim’e ve onun Bilimsellik Felsefesi’ne bırakmışız!
Elhasıl Bilim ve Bilimsel Yöntemi’nin episte – onto kritiğini yaptığımızda, kendisinin de bir metafiziği ve buna bağlı olarak bir teolojisi olduğu görülüyor. Yani “bilim” de bir itikad ve inanç sahibi! Varlık ve hâdiselere nereden bakıp, nasıl değerlendireceğini belirleyen bir metafiziği; hatta “madde–enerji, uzay–zaman, çekim, kuvvet, tesadüf–zorunluluk, tabiât, atom, hareket, uzun zaman, evrim, içgüdü” gibi şeylere sonsuz bir kudret ve ilâhî sıfatlar yükleyen çoktanrılı (politeist) bir “ilâhiyyatı” var!
Bilimsellik İnancının dayandığı bu metafiziğe göre dizayn edilerek, yazılması gereken her Bilimsel Makale ve Yayın, her Bilimsel İfade ve Teori; “Allahû Teâlâ’nın olmadığı, olsa bile eşyanın; varlık ve devamında, faâliyet ve hareketinde, neden ve sonuçlarında O’na ihtiyaç ve zaruret duymadan işlediği; çünkü herşeyin türlü sebep ve mekanizma, kuvvet ve kurallarla failsiz ve öznesiz olarak, yani kendi kendine ve kendi tabiatından kaynaklanan özelliklerle bu sonuçlara ulaşabileceği ve ulaştığı” hurafesi doğruymuş gibi; bu batıl inançları gözlenmiş ve ölçüm – deneylerle de ispatlanmış kesin bir bilgiymiş gibi üretilip, yazılmak zorunda!
Bilimsellik Kriterlerine göre yazılmış cümlelerde saklı ve gizli, bu altmesajlarla; “eşyanın varlık ve devam ve faâliyetinde Allahû Teâlâ’ya mantıkî ve ampirik olarak herhangi bir ihtiyaç ve zorunluluk yok! O hâlde niye inanıyorsun, delilin nedir!? Bilim’in bu kadar bilimsel açıklamalarına ve doğruluğuna karine ve delil teşkil eden bu kadar teknolojik başarılarına rağmen; kâinatta hangi karanlık ve açıklanamayan nokta, neden – nasılı keşfedilmemiş ne buldun ki, o boşluğu doldurmak ve nedensellemek için Allah inancına ihtiyaç hissettin!? Öyle konuşma ve yazılarında ‘tanrı, kader, yaratma’ gibi kelimeler kullanman bilimsel olmadığı gibi; doğru da değil!” gibi soru ve vehim, vesveseler (bilinç ve kulağımızın duyamayacağı kadar fısıltıyla, direkt bilinçaltımıza ise yüksek desibelde!) üflenir. Bilimsel Bilim Şırıngasıyla (bilincin antivirüs programlarında filtrelenmeden) direkt bilinçaltımıza gönderilen bu Yanlış Bilgi Virüsleri (program ve trojan, truva atları); zihnimizde tekrar ve telkinle çalıştıkça, bizi programlar ve kodlar!
“Bilim” (science) ve “Bilgi” (ilim, data – information – knowledge) Farklı ve Ayrıdır
Bilim Felsefesi’nin şekillendirdiği Bilimsel Yöntem ve Kriterleri ve bunların hangi dünya görüşünden kaynaklandığını gösteren Bilimsellik İtikad ve hurafelerinden bahsederken, burada kavram ve kafa karışıklığını önlemek için; “bilim” (science) ile “bilgi” (ilim, data – information – knowledge) ayrımını yapmamız gerekiyor.
Bilimsel Yöntem ve Kriterlere göre evren ve içindekilerin gözlem – ölçüm ve incelenmesi sonucu elde edilen, işlenmiş bilgi’ye “bilim” diyoruz biz. Yani “bilim” ve “bilgi” farklı. Bilim, evrendeki bilgi’nin dar ve eksik bir türü olabilir ancak. Bilgi’nin, “bilimsellik” prizma ve filtresinden geçmiş; yani eksik ve yanlış hâline “bilim” diyoruz biz.
Bir ifadenin “bilimsel olmaması” ayrı şey, “doğru olmaması” ayrı şeydir. “Bilimsel ispatı olmaması” ayrı şey, “mantıksal ispatı olmaması” ayrı şeydir. “Deneysel ölçüm – gözlemle görünmemesi” ayrı şey; “deneysel ölçüm – gözlemle ispat edilmesi” ayrı şeydir. Çünkü ‘bilim’, ‘bilgi’ye eşit değildir; olsa olsa ve sadece mevcut bilgi’nin 5 duyuya daraltılmış ve saptırılmış bir hâlidir!
Kâinattaki “bilgi ve veri”nin “Bilimsel Yöntemler”le elde edilerek; ateist ve materyalist, determinist ve natüralist “Bilimsellik İnancı”nın dayattığı “Bilimsellik Kiriterleri”ne göre dizayn edilerek, kurgulanmış ve ifadelendirilmiş hâline “Bilim (science) / Bilimsel Bilim”; Bilim’in Bilimsel Yöntemi’nden çok daha geniş ve yüksek “İslâmî B/ilim’in Yöntemleri”yle elde edilmiş ve ifadelendirilmişine de “İlim / İslâmî B/ilim” ismi veriyoruz.
“Bilgi’ ve ‘bilim’ farklı ve ayrı” derken; mes’elâ “suyun 100 oC derecede kaynamaya başlaması” bir “bilgi’dir, ölçüm bilgisi”dir; fakat “bilim” değildir. Yani suyu kim ölçerse ölçsün aynı sonucu alır. Yani 1800’lü yıllarda doğup, sistemleşmeye ve kavram, yöntemleri netleşmeye başlayan “bilim ve bilimsel yöntem”den 1000 sene önce suyun kaç derecede kaynamaya başladığını merak edip – ölçen insanlar da, “bilim”den bağımsız olarak aynı sonucu alıyorlardı.
Günümüzde suyun bu ölçüm / ham data / bilgi / verisi; “bilimsellik” kriterleriyle filtrelenip, yorumlandıktan ve elde edilmek istenen amaca göre diğer verilerle harmanlanıp, işlendikten sonra “bilim / bilimsel bilim”e; uygulamada ise “teknoloji”ye dönüşür. Bu “bilgi – bilim” ayrım ve tanımına göre, “bilgi”; kâinata içkin olup, keşfedilen birşeye denk gelmektedir. “Bilim” ise; icat, yani üretilen birşeye tekabül etmektedir. Araştırma ve ölçümler sonucu evrende keşfedilmiş “bilgi” ve “datalar”; “atom bombası yapmak veya radyoloji cihazı yapmak” gibi amaçlara göre, diğer gözlem ve ölçüm verileriyle harmanlanıp, birleştirilir. Yani “bilgi”; kâinatta hazır bulunan patates, tuz, su, et, soğan gibi olup; bunların (istenen yemeğe göre) değişik miktar, oranlarda doğranıp, pişirilmesiyle yapılan, insan ürünü (sun’î) yemekte “bilim” olmaktadır…
1800’lü yıllarda doğup, sistemleşmeye ve kavram, yöntemleri netleşmeye başlayan “bilim ve bilimsel yöntem” tanım ve metod olarak “görünen madde”yi konusu olarak kabul eder. Bunun sonucu olarak madde’yi gene madde’ye indirgeyerek açıklama ve nedensellemeyi ve madde’nin organizasyonu, hareket ve sonuçlarını gene maddî sebeplerle nedenselleyip, tasvir etmeyi esas alır ve bilimsel kabul eder. Rabbimiz’i ve “ahiret, melek, ruh, nübüvvet, kitap, kader” gibi olay ve varlıkların olduğunu ve fizik evrenin işleyişinde rolleri olduğunu kabul etmez; hatta reddedip, inkâr eder. Bunların araştırma veya gözleminin yapılamayacağını; hatta kâinatta bunların delili olmadığı ve ispatının yapılamayacağını iddia eder. Üstelik herşeyin sebep – sonuç ve mekanizmasının çözüldüğü ve çözülemeyen birkaç tanesinin de ileride çözüleceği; dolayısıyle bu tür şeylere inanmak için kâinatta herhangi bir gerekçe; fizik – kimyayla açıklanamayan herhangi bir süreç ve sonuç olmadığına inanır. “Tanrı” gibi doğaüstü bir sebep ve faili gerektirecek sebeplerle açıklanamayan herhangi bir tanrısal ve mu’cizevî bir hâdise ve işleyiş olmadığına inanır.
Kâinatı telâffuz ve okumasını bilip, tercüme ve anlamını bilmeyen, üstelik kendi inancının rengine boyadığı anlam(sızlık)ları kâinata giydirmeye çalışan Bilim’in; mevcut anlam ve mesaja yabancı ve reddeden; üstelik çevresine “Allahû Teâlâ yok(muş); varsa bile eşyanın neden – niçin – nasılının izah ve tasvirinde O’na ihtiyaç ve zorunluluk yok(muş!); çünkü O olsa da – olmasa da, kâinat ve madde, kendi içkin özellik ve tabiâtlarıyla O’ndan bağımsız bu işleri yapabilirler ve yapıyorlar(mış)!” amentüsüyle bakan Bilimsellik Yöntem ve Kriterleri yerine; İslâmî B/ilim’in Kriterleri esas alınmalı, “İslâmî B/ilim”e geçilmeli.
Bilimsellik Felsefe ve Anlayışının doğru ve alternatifsiz, bu Bilim’in evrensel ve olgusal, bu dünya görüşünün tarafsız ve nötr olduğuna inandırıldığımız için; dünyada, metod olarak “Bilimsellik”ten başka bir Bilgi ve İlim Anlayışı; felsefe olarak mevcut “Bilim”in dışında başka bir Araştırma ve Açıklama Felsefesi olabileceğine ihtimâl bile ver(e)miyoruz!
Ülke, din ve milliyetten bağımsız olarak, Bilim’in “Bilimsel(lik) Formatı”ndan geçmiş hemen hemen herkes, kâinat ve hâdiseleri aynı “Bilimsel Gözle” okumakta! Daha derin ve geniş ve en önemlisi doğru başka bir okuyuş olabileceğine ihtimâl bile ver(e)miyoruz!
Elhasıl “Müslüman(ca) Düşünce” ile “Bilimsel Düşünce” arasında gidip geliyoruz! Bu iki düşünce arasındaki derin ve geniş uçurumu görmediğimizden; değişik te’villerle zıtlıklarını uzlaştırıp, aralarını telif edecek köprü ve dolgu malzemeleri toplama veya sentezlerle meşgulüz! Kafamız karışık, zihnimiz bölmeli, davranışlarımız tutarsız! Gerçeklikle bağını yitirmiş bir şizofren gibi; akademide “seküler, lâik”; camide “müslüman” rolü oynuyoruz!
Duruşumuz, konuşmamız, kıyafetimiz, davranışlarımıza bakan birisinin hangi dine mensup olduğumuzu kestirmesi güç! Dünyaya bir hıristiyandan farklı bakmıyor ve algılamıyoruz! Çünkü aynı algı ve gözlem kodlarını kullanıyoruz; değer ve paradigmalarımız arasında sadece isim farkı var; altında çalışan kod ve programlar ise hep aynı!
Haftaya devam edelim İnşâallah.