Hazreti Aişe (r.anha)’dan rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v)’in yanında ölen bir kimse kötülükleriyle anılmıştı da Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştu: “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz” (Buhârî, Cenaiz: 85; Tirmizî, Cenaiz: 63). Dinimiz öncelikle ölünün cesedine değil hatırasına değer verir. Bu Hadis-i Şerif gereği hayırla yâd etmek istediğimiz kişi 27 Aralık 2017 tarihinde vefatının 81’inci yılı olan merhum M. Akif Ersoy’dur.
Asıl ismi Ragif olan Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinde dünyaya gelmiştir. Mehmet Akif’in annesi Emine Şerif Hanım; babası ise Fatih Camii medrese hocalarından İpekli Mehmet Tahir Efendi’dir.
II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. I. Dünya Savaşı sırasında Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya, Arabistan ve Lübnan’da görevler yapmıştır. Aynı dönemde camilerde vaaz da veren Akif İslam Birliği görüşünü benimsedi ve yaymaya çalıştı. Balkan Savaşları ve Çanakakkale Savaşları sırasında Osmanlı’ya karşı savaşan Müslümanları bilgilendirmek için karşı propaganda görevlerinde bulundu. İstanbul’a döndükten sonra, aralarında Said Nursi’nin de bulunduğu Darül-Hikmet-i İslamiye’nin başkâtipliğine atandı. Savaş sonrasında Anadolu’da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir’de etkili bir konuşma yaptı. 1920 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın da isteği ile Burdur’dan Milletvekili seçildi.
O sırada Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin ısrarı ile İstiklal Marşı için açılan yarışmaya giren M. Akif Ersoy, 724 şiir arasından yarışmayı kazanır. 18 Mart 1921’de kabul edilen şiir, 1924 yılında Osman Zeki Üngör tarafından bestelenerek “Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Marşı” olarak kabul edilir. Yarışmadan kazandığı 500 lirayı kabul etmeyerek Türk Ordusu’na bağışlamıştır. 27 Aralık 1936’da İstanbul’da vefat etti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’nde bulunmaktadır.
Mehmet Akif Ersoy’un en büyük eseri elbette İstiklal Marşı’dır. Bu şiirin dışında en meşhur şiiri Çanakkale Şehitlerine şiiridir. Diğer eserleri: Safahat Kitabı (1911), Süleymaniye Kürsüsünde Kitabı (1912), Hakkın Sesleri Kitabı (1913), Fatih Kürsüsünde Kitabı(1914), Hatıralar Kitabı (1917), Asım Kitabı (1924), Gölgeler Kitabı(1933)’dır.
Rahmetli M. Akif Ersoy’un bu kısa tarihçe-i hayatından başka hayırla yâd etmemizi gerektiren birkaç hususiyetine de dikkat çekmek isterim:
1- Mehmet Akif ülkemizin maddi bağımsızlığına çalıştığı kadar manevi bağımsızlığı olan ilim ve teknikte ilerlememiz için de gayretlerde bulunmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı’nın ilim ve tekniğinden ziyade, modası takip edilmiştir. Akif bu hususta Japonları takdir etmektedir. Çünkü onlar yozlaşmadan Batı’nın teknolojisini ülkelerine taşımışlardır. Gelenek, görenek ve inançlarından asla taviz vermemişlerdir. Ona göre Japonlar, tevhid hariç, Müslümanlığın bütün gereklerini, farkında olmadan, yerine getirmektedirler. Akif, biz Müslüman- Türk milletine şu tavsiyede bulunmaktadır:
“Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını,
Veriniz mesainize hem de son süratini,
Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız
Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.”
Said Nursî de bu konuda şunları söyler. “Hıristiyanlığın malı olmayan mehâsin-i medeniyeti ona mâl etmek ve İslâmiyet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir” (Mektubat, s.537). Said Nursî, İslâmiyet’in ilerlemeye engel olmadığını ifade etmekte ve Müslümanların İslâmî hakikatlere bağlılıkları nispetinde ilerlediklerini, temeddün ettiklerini (medenileşme), İslâm hakikatlerinden uzaklaştıkları nispette de gerilediklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini tarihi delil göstererek anlatır (Hutbe-i Şamiye, s. 22).
2- 1950 yılına Ankara Üniversitesi fakülte mescidinde Zübeyir Gündüzalp bir konferans vermiştir. Bu konferansta Mehmet Akif’in Bediüzzaman hakkındaki değerlendirmesini şu şekilde aktarmaktadır: Büyük şairimiz, edebiyatımızın medâr-ı iftiharı merhum Mehmet Akif, bir üdebâ meclisinde: “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’lar, edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demiştir (Sözler, s.846).
3- Dünya, pozitivizm ve materyalizm cereyanlarının etkisi ile inkârcılığa doğru giden, yep yeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor. Hakikat şairi Mehmet Akif bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: “O nuru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter! / Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister”. Bu durum karşısında, İslamiyet’in hakikatlerini gençlerimize ve dünyaya nasıl anlatılması gerektiği konusunda düşüncelerini söyle dile getirmiştir: “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı”. Merhum Mehmet Akif’in bu idealini tahakkuk ettirmek, yani ülkemizin gençliğini ve insanlığı inkar bataklığından kurtarmaya çalışmak Allah’ın izni ve yardımı ile Bediüzzaman ve onun Risale-i Nur Külliyatı ile hizmet eden talebelerine müyesser olmuştur.
Yrd. Doç. Dr. Ali KUYAKSİL