Hani adama sormuşlar. Mutlu musun? O da: “Hayır, Konya’lıyım.” Diye cevap vermiş. Meğer adam soruyu Mersin’in Mut ilçesinden misin? diye anlamış. Mutluluk nedir? İyi para kazanmak mı? Okulu bitirmek mi? Bir projeyi bitirmek mi? Evlenmek mi? Bir çocuğunuzun olması mı? Mutluluk bunların biri, hepsi veya daha başkaları olabilir.
Mutluluğun kısımları çoktur. Tensel mutluluk, ruhi-manevi (tinsel) mutluluk, kalbi mutluluk, vicdani mutluluk vesaire, bunlara örnek olarak gösterilebilir. Batı medeniyeti belki tensel mutluluk konusunda ileri bir seviyede olabilir, ama aynı başarıyı diğer mutluluk kısımlarında gösterdiği söylenemez. Bu yüzden mutluluğu tek bir kısım olarak değerlendirip, sonra onun üzerinde tartışmak sağlıklı bir yaklaşım tarzı değildir. Acaba geçici, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mesut-mutlu denilebilir mi? İnsan hayvan gibi sadece tenden ibaret değildir. İnsanın cesedi rahat ve konfor içinde iken ruhu ve kalbi azap ve acı içinde olabilir.Gerçek mutluluk insanın kalbi, ruhi ve vicdani tatmin olması ile mümkündür. Dünya hayatını asıl maksat ve gaye yapmadan dünya hayatını ebedi saadete-sonsuz mutluluğa vasıta ve vesile yapmak gayesi ile dünyadan nasibimizi unutmamalıyız. Çünkü hadis’te geçtiği gibi “Dünya ahretin tarlasıdır. Gıdalardan aldığımız “Lezzet” fiziki ve cismani hazzı ifade ederken, “saadet-mutluluk” kalbi ve ruhani mutluluğu ifade eder. Çok sevdiğin bir dostun sana güzel bir pasta ikram eder; bu pastadan dil lezzet alır, dostunun seni düşünmesi ve sana ikramda bulunması gönlüne saadet, mutluluk, huzur verir. İşte burada pastadan alınan lezzet cismanidir, dostun seni düşünüp sana ikram etmesinden aldığın mutluluk ise kalbi ve ruhanidir.
“Evet, bütün hakikî saadet ve halis sevinç ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah (Allah’ı bilme) ve muhabbetullah (Allah’a muhabbet etme) tadır.
Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sevinçle doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Demek gerçek saadet, sevinç, nimet ve lezzet, Allah’ı tanımak ve O’nu sevmek ile mümkündür. Mesela; kainatın şefkatli ve hikmetli bir Allah tarafından tedbir ve terbiye edildiğini düşünmekte büyük bir lezzet ve saadet vardır. Zira bütün aciz ve zayıf yavruların rızıklarını mükemmel bir şekilde ve vakti vaktine temin edilmesini ve onların güzelce terbiye edildiğini bilmek, elbette daha mantıklı ve daha güzel bir düşüncedir. İşte ölümün hakikati ancak marifet ve muhabbet ile çözümlenebiliyor.
Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, nurlara, sırlara, ya bil kuvve-potansiyel olarak veya fiilen erişir. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz mutsuzluğa, elemlere-sıkıntılara ve kuruntulara manen ve maddeten tutulmuş olur.”
Bil kuvve: Fiil mertebesine varmamış, potansiyel halde bulunan demektir. Bir şeyin tasavvurda, yani düşünce halinde olmasıdır. Kabiliyet ve istidat halinde bulunup da henüz eyleme dönüşmemiş şeklidir.
Bil fiil: Bir şeyin fiil mertebesine geçmiş, potansiyel olma sürecinden eyleme dönüşmüş şekline denir. Marifet ve muhabbetin de kuvve ve fiil halleri vardır. Bir incir çekirdeğinin çekirdek hali bil kuvve iken, incir ağacı olmuş hali bilfiildir. Allah’ı bilme (Marifet) ve Allah’ı sevme (muhabbet)in de böyle çekirdekten ağaca kadar halleri ve mertebeleri vardır. İmanı taklidi olan halktan-avam bir müminin kalbindeki marifet ve muhabbet bilkuvve iken, imanı tahkiki olan üst tabaka-havas bir müminin marifet ve muhabbeti bilfiildir. Yani kuvveden eyleme geçmiş şeklidir. Çünkü marifetullahta yükselmiştir.