1. GİRİŞ
Türkiye 15 Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu bazı generallerin ve askeri personelin içinde olduğu darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. İhanet girişimi halkın sokağa çıkması ve TSK içindeki çoğunluğun destek vermemesi üzerine akamete uğradı. Bu cunta girişiminin bilançosu ise çok ağır oldu. Türkiye’nin hainlere karşı verdiği 15 Temmuz mücadelesinde 248 kişi şehit oldu, 2196 vatandaş ise yaralandı. Türkiye, darbe girişimi karşısındaki kararlı direnişiyle dış aktörlerin oyununu bozarken İslam dünyası için de bir umut ışığı olduğunu gösterdi (www.sabah.com.tr/gundem). Milletimiz, günümüz hukuki tabiri ile “Kamu Yararı”nı gerçekleştirmek için gece sokağa çıkmıştır. Mecelle’nin 26’ıncı maddesinde, “Zarar-ı âmmı def’ için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur” denilmektedir. Yani, umuma zarar veren şeyi def için, hususi zarar tercih edilir. Milletimiz her hangi bir zorlama olmadan, kendi tercihleri ile ülkemizi FETÖ ve arkasındaki dış güçlerin işgalinden kurtarmışlardır. Allah şehitlerimize rahmet, gazilerimize de şifalar ve sabırlar versin.
15 Temmuz gecesi 3 nur talebesi şehit edilmişti. O gece şehitler arasında Nur talebeleri de vardı. Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği öğrencisi Mustafa Avcu, Genelkurmay önünde, tank ateşi sonucu kalbinden vurularak şehit edilmişti. İkinci şehit TOBB Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi Ömer Can Açıkgöz, cumhurbaşkanlığı külliyesi yanında uçak bombardımanında şehit düşmüştü. Eczacı Hakan Ünver de Ankara’da uçaktan açılan ateş sonucu şehid edilmişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminde şehit olanların ailelerini ziyaret etti (www.risalehaber.com/erdogan). Ziyaretlerden biri de o akşam darbecilere karşı mücadele eden Nur talebelerinden Mustafa Avcu’nu ailesine yapıldı. Ziyaret sırasında duygusal anlar yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Şehit Mustafa Avcu’nun taziye ziyaretinde Kur’an-ı Kerim okudu. Aile bireyleri ile tek tek ilgilenen Erdoğan, şehit Mustafa ile ilgili bilgi aldı. Şehadet sırasında yanında arkadaşı Mehmet Şerif Sağlar vardı. Sağlar, Erdoğan’a o akşam neler yaşandığını anlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti sonrası Risale Haber’e bilgi veren Mehmet Şerif Sağlar, “Sayın Cumhurbaşkanı yakından ilgilendi. Mustafa’nın Nur talebesi olduğunu söyledik. O gece nur medresesinde Kur’an ve cevşen okuyarak darbeyi engellemek için birçok nur talebesi gibi meydanlara çıktığımızı, Genelkurmay’ın önüne gittiğimizi anlattım. Bu ifadelerden sonra Emine Erdoğan ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan ‘Gerçek Nur talebeleri böyle olur’ şeklinde konuştular. Sayın Cumhurbaşkanımız da onları tasdik etti. Mustafa’nın adının staj yaptığı yerde inşa edilen camiye verilmesini talep ettik. Özel kalemine not aldırdı. Taziye ziyareti çok samimi bir ortamda gerçekleşti. Cenab-ı Hak Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı başımızdan eksik etmesin inşaallah, ona ve ülkemize karşı planlar yapanların planlarını bozsun, zalimlere ve hainlere fırsat vermesin inşaallah” şeklinde konuştu.
Bizi böyle bir konuyu araştırmaya yaşanan bazı sıkıntılar sevk etmiştir. Burada yaşanan bireysel sıkıntılar üzerinde durulmayacaktır. Yaşanan bireysel sıkıntılar, geç, uzun ve zor da olsa, sonucunda hakikat ortaya çıkmaktadır. Ama hakikat ortaya çıkana kadar yaşanan mağduriyetler insanların hayatında, olumsuz izler bırakmaktadır. Üstelik bu durum sadece sıkıntıyı çeken insanları değil, onun etrafındaki başta akrabaları olarak sosyal kitleyi de olumsuz olarak etkilemektedir. Böyle bir ortamın oluşmasına ve çoğalmasına üç grup bürokratlar sebep olmaktadır. Bunlar: 1) Kripto Fetöcüler, 2) Laikliği dinsizlik şeklinde anlayanlar, 3) Dini konular, cemaatler ve FETÖ hakkında bilgisi olmayanlardır.
Kripto FETÖ’cüler, kendi psikolojik savaşlarının bir gereği olarak daima bu mağdur kitlenin artmasına uğraşmaktadırlar. Üstelik bu durumu yukarıya FETÖ ile mücadele eder gözükerek, makamlarını daha sağlamlaştırmakta veya daha üst görevlere gelebilmektedirler. Çünkü siyasi olarak nihai karar verenlerin önüne sadece istatistiki bilgiler gitmekte, ayrıntılarla ilgilenecek vakitleri de bulunmamaktadır. Kriptolar mağdurları artırırken, daha alt düzeydeki FETÖ’cüler de “Biz size demiştik bu hükümet sadece hizmet hareketine değil, bütün Müslümanlara karşıdır, işte görüyorsunuz!” diyerek propaganda yapmaktadırlar.
Laikliği dinsizlik şeklinde anlayanlar ise, ellerine geçen yetkileri, düzenli bir dini yaşantısı olan kimseleri de FETÖ ile mücadele bahanesiyle, öncelikle etkin kurum ve görevlerden uzaklaştırarak etkisiz görevlere vermekteler, fırsatını bulduklarında da ihraç etmekteler. Geri dönme süreci uzun zaman aldığı için de amaçlarına ulaşmış olmaktadırlar.
Dini konular, cemaatler ve FETÖ hakkında bilgisi olmayanlar ise, önceki iki grubun kendilerine konuları ve kişileri takdim etme şekline göre karar almakta ve hareket etmektedirler. Doğal olarak sonuç yine mağdur vatandaşların aleyhine olmaktadırlar.
Dürüst, vicdani olarak vatandaşın mağdur olduğu kanaatinde olan bürokratlar da her an kendilerine “FETÖ’yü veya FETÖ’cüleri koruyor” damgası vurulacak diye çekinerek doğru kararlar verememektedirler. Netice olarak bu insanların da bir sosyal itibarları ve bakmakla yükümlü olduğu aileleri bulunmaktadır.
Belirttiğimiz nedenlerden dolayı biz “Risale-i Nur Talebelerinin FETÖ’den farkları” konusunda, kendi araştırma imkânlarımız ölçüsünde sorunun çözümüne katkı yapmaya çalışacağız. Öncelikle ülke yönetiminden siyasal yönden sorumlu devlet yetkililerinin ifade ve konuşmalarına bakacağız. Sonra Üsküdar Üniversitesi Rektörü’ Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocanın görüşlerini aktaracağız. Son olarak da Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından 5 kişilik bir heyete hazırlattırılan “Gülen Yapılanması” isimli eserden ilgili yerlere değinilecektir.
2. ÜST DÜZEY DEVLET YETKİLİLERİNDEN BAZILARININ GÖRÜŞLERİ
2.1. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
-Başbakan: Said Nursi’nin bu cümlelerini duydunuz mu? Başbakan Erdoğan Isparta’da Bediüzzaman’ı anlattı (www.risalehaber.com/basbakan).
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Isparta’nın Bediüzzaman Said Nursi’nin uzun yıllar sürgünde yaşadığı şehir olması nedeniyle de çok anlamlı bir şehir olduğuna işaret ederek, Said Nursi’nin eserlerinin çok önemli bir kısmını Isparta’da, Barla’da yazdığını, Barla’nın da önemli bir merkez konumunda olduğunu söyledi. Erdoğan, partisinin Isparta Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlediği mitingde yaptığı konuşmada, Bediüzzaman Said Nursi’nin, tek partinin, CHP’nin zulmünü burada çektiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Burada Isparta’da tarihten çok önemli bir hadiseyi sizlere anlatacağım; Merhum Bediüzzaman Said Nursi’ye neden Demokrat Parti’yi, merhum Adnan Menderes’i desteklediğini talebeleri soruyor. Verdiği cevap manidar: ‘Eğer Demokrat Parti düşerse ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Dolayısıyla sosyal hayatımıza ve vatanımıza dehşetli bir tehlike oluşturur. Dolayısıyla bu partinin yani CHP’nin iktidara gelmemesi için Demokrat Parti’yi Kur’an, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.’ Isparta bu cümleleri duydunuz değil mi?
“Said Nursi, CHP zulmünü en ağır şekilde yaşadı. Sürgünden sürgüne gitti, hapishaneden hapishaneye gönderildi, zehirlenmek istendi, öldürülmek istendi, ama asla boyun eğmedi, CHP karşısında asla diz çökmedi, CHP ile asla işbirliği yapmadı. Ülkesinden kaçıp başka ülkelere sığınmayı, başka ülkelerden burayı karıştırmayı aklının ucundan geçirmedi. İstese Barla’dan kaçabilirdi, ama o kaçmadı. Tam tersine Rusya’ya esir düşmüşken, Sibirya’dan kaçtı, kendi ülkesine, topraklarına geldi. İşin ucunda hapishane de olsa ‘vatanım’ dedi. Ve şu ifadeyi kullandı; ‘Zalimler için yaşasın cehennem’.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Risale-i Nur Külliyatı’nın önemli eserlerinden İşârâtü’l-İ’câz adlı eserini tamamladığına dair Risale Haber’de yer alan haber büyük yankı uyandırdı. Eserin önümüzdeki günlerde tanıtımı yapılacak. Ancak ondan önce de önemli gelişmeler yaşandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, benzer basımların devam etme niyetinde olduklarını el yazısı ile açıkladı (www.risalehaber.com/said).
Barla Platformu Başkanı Said Yüce ile eserin basımı ve sonrasında yaşananları konuştuk… Eserin baskıya hazırlanma safhalarını heyecanla takip ediyorduk. İlk çıkan nüshalardan birisini Mehmet Fırıncı ağabey ile katıldığımız bir toplantıda Sayın Başbakanımıza arz ettim. İşaratu’l İcazın Diyanet vasıtasıyla yayınlanmasındaki katkılarından dolayı teşekkür ederek Barla Platformu olarak hazırladığımız Bediüzzaman Müzesinde bu ilk nüshayı sergileyeceğimizi bunun için imzalamalarını istirham ettim. Sağolsunlar kendisinin Diyanet İşleri Başkanı tarafından bilgilendirildiğini, Üstadın arzusunun yerine gelmiş olmasından eserin basılmasından menuniyetlerini ifade ettiler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Son yıllarda yaşadığımız acılar, bize dinimizin sahih kaynaklardan ve muteber alimlerden öğrenilmesi gerektiğini göstermiştir. Yaşadığı onca sürgüne ve baskıya rağmen “Hakk’a, Halka, Kur’an’a hizmet davası”ndan asla taviz vermeyen Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatı, bu bakımdan önemli bir örnektir. Üstadın dediği gibi “Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur” (www.risalehaber.com/cumhurbaskani) dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul İlim Kültür Vakfı’nın düzenlediği 11. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna gönderdiği mesajda bu yılki Sempozyumun konusunun “Kur’ân ve Sünnet Rehberliğinde Bir İman Hizmeti; Müsbet Hareket” olarak belirlenmesini son derece önemli bulduğunu belirtti.
Müslümanlar olarak bu dönemde maruz kaldığımız birçok sıkıntı, musibet ve acıların temel sebebinin Kur’an-ı Kerim’i ve Sünneti Seniyyeyi doğru anlamamaktan kaynaklandığına inandığına dikkat çeken Erdoğan’ın mesajı şöyle: Sapkın Yapıların Ana Hedefi, Bizatihi Müslümanların Kendisidir. DEAŞ’tan FETÖ’ye kadar masum insanları katleden, bölgemizi kan ve gözyaşına boğan terör örgütlerinin en büyük istismar aracı, cihat, dava, hizmet, hayır gibi dinimizin mukaddes kavramlarıdır. Dine hizmet için ortaya çıktığını iddia eden ve birçok ülkede zemin bulan bu sapkın yapıların ana hedefi, bizatihi Müslümanların kendisidir.
Son yıllarda yaşadığımız acılar, bize dinimizin sahih kaynaklardan ve muteber âlimlerden öğrenilmesi gerektiğini göstermiştir. Yaşadığı onca sürgüne ve baskıya rağmen “Hakk’a, Halka, Kur’an’a hizmet davası”ndan asla taviz vermeyen Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı, bu bakımdan önemli bir örnektir. Üstadın dediği gibi “Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur.” İnşallah elbirliği içinde çalıştığımız, Mevla’ya güvenip, hakikate ram olduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir imtihan yoktur.
2.2. Sayın TBMM Başkanı İsmail Kahraman
TBMM Başkanı Kahraman: Said Nursi, İslam’ın sözcüsü bir münevverdir (www.risalehaber.com/tbmm).
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, “Said Nursi gibi İslam’ın sözcüsü münevverinin Kur’an ve Sünnette iki cihanda saadete ermenin formülünü anlatmada insanlığa doğru rehberlik etmek için gayret sarfettiğini” söyledi.
Kahraman, İstanbul’da başlayan 11. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna gönderdiği mesajda, Said Nursi’nin ömrünü küfre karşı imanı savunmak ve fikirlerini anlatmakla geçiren 20’nci yüzyılın büyük İslam âlimlerinden biri olduğunu belitti.
İslam’ın doğru anlaşılması ve anlatılması her Müslümanın en başta gelen görevidir. İyiliği yaymak ve kötülüklere mani olmak her Müslümanın temel şiarı olmalıdır. Savaş, şiddet, terör ve cehaletin gölgesinde bırakılmak istenen İslam’ın doğru anlaşılması ve anlatılması her Müslümanın en başta gelen görevidir. Son yıllarda El-Kaide, DEAŞ ve FETÖ gibi terör örgütlerinin ideolojik dayanağı olarak lanse edilmeye çalışılan İslam’ın, Kur’an ve Sünnetin ışığı altında doğru ifade edilmesi son derece elzemdir. Yine insanlığın İslam dinine bakışını sorunlu kılmak maksadıyla yukarıda bahsedilen terör örgütleri eliyle yürütülen şiddet eylemlerinin yaptığı tahribatı tespit etmeye de ihtiyacımız vardır. Dünyanın değişik ülkelerinden akademisyenlerin katılacağı sempozyum, İslam’ın manasını müdrik şekilde anlatmak için uygun bir ortam olacaktır.
Hayatı manevi ve maddi boyutuyla anlayıp, istikamet üzere kalmamız için başvurmamız gereken ana kaynaklarımız olan Kur’an ve Sünnetin manasından uzaklaşmak, İslam dünyasının, bugünkü sorunlarının temelini teşkil etmektir. Ana kaynaklarımızda, iki cihanda saadete ermenin formülü en sarih şekilde ifade edilmiştir. Said Nursi gibi İslam’ın sözcüsü münevverler de insanlığa bu konuda doğru rehberlik etmek için gayret sarf etmişlerdir.
1992 yılından itibaren bu yana İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından uluslararası katılımlı olarak yapılan sempozyumdan, insanlığın günümüzdeki sorunlarına ışık tutacak çözüm önerileri çıkacağını ümit ediyorum. Ahlak ve adaletin hakim olduğu bir dünya niyaz ediyorum. Kur’an ve Sünnet Rehberliğinde Bir İman Hizmeti; Müsbet Hareket Sempozyumunu tertip edenleri tebrik ediyor, programın hayırlara vesile olmasını temenni ediyor; bu vesileyle sempozyuma katılan tüm katılımcılara selam ve sevgilerimi iletiyorum.
2.3. Sayın Başbakan Binali Yıldırım
Başbakan Binali Yıldırım, “Said Nursi ülkesine asla isyan etmedi. Yapılan zulümlere, sürgünlere sabretti. Bayrağına, milletine daima sadakat gösterdi. Allah onun mekanını cennet eylesin, talebelerini var eylesin” dedi (www.risalehaber.com/basbakan-yildirim).
Yıldırım, Isparta’da kamu özel ortaklığı modeliyle inşa edilen 755 yataklı Şehir Hastanesi’nin açılışını yaptı. Yıldırım, açılış töreninde Said Nursi’yi andı. Isparta’nın Said Nursi’ye ev sahipliği yaptığını anımsatan Başbakan Yıldırım, “Burası aynı zamanda büyük İslam alimi Said Nursi’nin 8 yıl Barla’da ikamet ettiği yer. O büyük insan ülkesine asla isyan etmedi. Yapılan zulümlere, sürgünlere sabretti. Bayrağına, milletine daima sadakat gösterdi. Allah onun mekanını cennet eylesin, talebelerini var eylesin” dedi.
Başbakan’ın konuşmasının ardından Isparta Şehir Hastanesi, toplu şekilde kurdelenin kesilmesiyle açıldı.
Dün Isparta’da Said Nursi’nin asla isyan etmediğini, bayrağına ve milletine sadık kaldığını söyleyen Başbakan Binali Yıldırım, bugün de Bitlis’te Said Nursi mesajları verdi (www.risalehaber.com/basbakan).
Bitlis Gökmeydan’da düzenlenen mitingde halka hitap eden Yıldırım, Bitlis’in büyük alimler ve tarihi şahsiyetler yetiştirdiğin, bunların başında da Said Nursi’nin geldiğini söyledi.
Onlarca eser bırakan Said Nursi’nin, alim olmasının yanında iyi bir vatansever ve kahraman olduğunu vurgulayan Yıldırım, şöyle konuştu:
“1915’te Erzurum Hasankale’de Rus işgaline karşı savaştı, esir düştü. Sibirya’ya götürdüler, esir kamplarına koydular. Kamptan çıktı, bütün Avrupa’yı dolaşarak yeniden memleketine döndü, İstanbul’a döndü. Birileri çıktı ‘hocayım’ dedi. ‘Said Nursi’nin izindeyim’ dedi. Said Nursi’yi istismar etti. Said Nursi esir kampından ülkesine geri geldi ama ‘Said Nursi’nin izindeyim’ diyen Feto ülkesinden kaçtı. Pensilvanya’ya sığındı. Said Nursi’nin hayatı CHP’nin tek parti döneminin zulmü altında, hapislerde geçti, sürgünlerde geçti ama bu Feto hesap vermek yerine uzaklara kaçtı, ülkesini terk etti. Bitlisli alim Said Nursi ülkesi için, vatanı için savaştı ama bu sahtekar (feto) vatanı ve milletine, bayrağına savaş açtı.”
FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in asker kılığındaki ajanlarını kullanarak 15 Temmuz’da milletin silahlarını millete doğrulttuğunu anımsatan Yıldırım, şunları kaydetti:
“Bu hain Feto, Bitlisli Said Nursi’nin tırnağı olamaz. Said Nursi yaşasaydı bunu yanına bile sokmazdı. Nitekim bu hain ‘Said Nursi Kürt olduğu için yanına gitmedim.’ dedi, bu kadar saygısız, bu kadar hadsiz bir alçak. Kürt olduğu için Said Nursi’nin yanına gitmiyorsun ama on yılladır Said Nursi’yi, eserlerini istismar etmeyi biliyorsun. Yazıklar olsun. Hiç merak etmeyin, bu hainden yaptıklarının hesabı mutlaka sorulacak. Şehitlerimizin, gazilerimizin hesabını mutlaka soracağız. Şimdi bu hainin teröristleri Almanya’da, Hollanda’da, diğer ülkelerde Türkiye aleyhinde propaganda yapıyor. 16 Nisan’da ‘hayır’ çıksın diye canhıraş bir şekilde çalışıyorlar. Bu FETÖ denilen örgüt, bölücü PKK örgütüyle kardeştir. Bunlar ikizdir. Biri Said Nursi’ye ihanet etti, diğeri de Kürt kardeşlerimize ihanet etti.”
Yıldırım, 15 Temmuz akşamı PKK ile FETÖ’nün beraber çalıştığına dikkati çekerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“O akşam PKK Kandil’den diyor ki ‘Askerlere aman saldırmayın, onlar darbe yapacak.’ 16 Temmuz sabahı darbe püskürtülünce, hainler tek tek yakalanınca Kandil’den yeni bir mesaj, ‘Askerlere saldırı serbest.’ İşte bu alçaklar, PKK da FETÖ de 16 Nisan’da ‘hayır’ çıksın diye kol kola girmişler, omuz omuza çalışıyorlar. Kandil her gün açıklama yapıyor. ‘Evet çıkarsa PKK biter.’ diyorlar. Bitlis ise ‘Evet çıkacak, PKK da FETÖ de bitecek.’ diyor.”
Alandakilere “Bitlis Saidi Nursi’ye ihanet eden FETÖ’ye, Kürtlere, kardeşlerimize ihanet eden, Türk-Kürt demeden katleden PKK’ya cevap vermeye hazır mı?” diye soran Yıldırım, vatandaşlardan “evet” yanıtını aldı.
Saidi Nursi’ye “Neden Demokrat Parti’yi, Adnan Menderes’i destekliyorsunuz?” diye sorulduğunu, onun da “Eğer Demokrat Parti düşerse vesayet, darbe gelir, Kur’an, vatan, İslamiyet namına ben Demokrat Parti’yi muhafaza etmeye çalışıyorum” şeklinde yanıt verdiğini aktaran Yıldırım, “Adnan Menderes’i idam sehpasına götüren, merhum Saidi Nursi’yi hapislerde çürüten tek parti CHP zihniyeti budur.” diye konuştu.
Alandakilere “Bitlis, FETÖ’ye gereken cevabı, PKK’ya hak ettiği cevabı verecek mi? Bitlis, bu şer odaklarına katılan CHP’nin yöneticilerine cevap verecek mi?” sorularını yönelten Yıldırım, vatandaşlardan “evet” yanıtını aldı. Bitlis’in “evet” diyerek bir dönemin kapılarını kapatıp, yeni bir dönemin aydınlık kapılarını aralayacağını belirten Yıldırım, anayasa değişikliğiyle Türkiye’de her zaman güçlü hükümetler döneminin başlayacağını, “seçim oldu, hükümet kurulmadı, güven oyu almadı” gibi durumların ortadan kalkacağını söyledi.
8.2.4. Sayın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden merhum Ali İhsan Tola’nın vefat yıldönümünde Senirkent’te mevlid okundu (www.risalehaber.com).
Mevlide katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Said Nursi’nin mezarını kaybetmeye çalışanların, hakikatleri kaybetmenin zor olduğunu anladığına işaret ederek, 10 yıllar sonra insanların burada olduğunu, yüzyıllar sonra da hakikatlerin burada olacağını, çünkü hakikatlerin peşinde gidildiği sürece insanın eşrefi mahlukat olacağını vurguladı.
Bediüzzaman’ın talebelerinden Hüsnü Bayram ağabey mevlidde hazır bulunurken Isparta Valisi Vahdettin Özkan ve Isparta Milletvekili Said Yüce de katıldı.
Hüsnü Ağabey İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu Ziyaret Etti (www.risaleajans.com/nur)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebesi ve hizmetkarı, Hizmet Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Hüsnü Bayramoğlu, Hizmet Vakfı İcra Kurulu Üyesi ve Türk-Filipin Dostluk Vakfı Başkanı Dr. Mehmet Rıza Derindağ, İçİşleri Bakanı Sayın Süleyman Soyluya nezaket ziyaretinde bulunarak, yeni vazifesinde muvaffakiyetler dilediler.
Hüsnü Bayramoğlu Ağabey Süleyman Beye Hattat Hamid Aytaç’ın Hizmet Vakfı bünyesinde neşredilen Tevafuklu Kuran-i Kerim’i hediye ederek, üstad Bediüzzaman’ın manevi cihadını, memleket sathında asayişi muhafazayı netice veren iman hizmetini ve 15 Temmuz’daki milletin darbeyi iman kuvvetiyle bertaraf ettiklerini ifade ettiler…
Hüsnü Ağabey konuşmasına vatan sathındaki mühim hizmetleri aktararak devam etti. Bu meyanda Hükümetimizin Değerler Eğitimi gibi projelerinin güncellenerek devam etmesinin faydalı olacağını sözlerine ekledi.
Kendisini dikkatle dinleyen Süleyman Soylu Bey de Risale-i Nur hizmetlerinin başka menfi gruplarla karıştırılmasının memleketin manevi mayasına ve kültürel kodlarına vurulacak darbe olarak gördüğünü ifade ederek takdir ve tebriklerini ilettiler. Feto vesaire menfi grup ve oluşumlara karşı da yine en mühim mücadelenin hükümetin yanında müsbet nur hizmetleri ile verilebileceğini de sözlerine ekledi.
Hüsnü Ağabey de “biz Üstadımızdan bizatihi gördüğümüz ve Nurlardan ders aldığımız veçhiyle hizmetlerimizi dünyevi değil uhrevi, siyasi değil dini, maddi değil manevi esaslar üzerine bina ettik, ve seksen senedir Nurcular bu esasat üzerine hizmetlerini ikame ettiler” dedi. Son vukua gelen hadisat muvacehesinde ve bilhassa memleketimizin selametine kökü dışarda dal ve budakları içeride olan ve dışarıda küffara dayanan ve içerideki münafıkları istimal eden zındıka kuvvetinin bertaraf edilmesi ve alem-i İslam ile uhuvvet ve ittihadın inkişaf ve tealisi için Nur talebelerinin gayretleri olduğu ifade edilerek, şu mühim hakikat nazar-ı dikkate sunuldu;
“Biz Risale-i Nur’la bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini defetmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hatta mahkemede de kısmen isbat etmişiz. Birinci Tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.İkincisi: Üçyüz elli milyon müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.”
2.5. Sayın Emekli Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez
Görmez: FETÖ üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur’a bakmak fitnedir Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, son zamanlarda FETÖ üzerinden Risale-i Nur ve Said Nursi’ye saldırmaya çalışanlara canlı yayında cevap verdi (www.risalehaber.com/gormez).
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son zamanlarda FETÖ üzerinden Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi’ye saldırmaya çalışanlara cevap verdi. Nurculuğun 1980’li yıllardan itibaren FETÖ’yü dışına attığına dikkat çeken Görmez, FETÖ üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur’u değerlendirmenin son derece yanlış olduğunu söyledi. NTV’de Oğuz Haksever’in sorularını cevaplayan Görmez, “fitne”ye dikkat çekti. Cemaat ve tarikatların realite olduğunu vurgulayan Görmez, FETÖ bahanesiyle bu yapılan eleştirilerin doğru olmadığını söyledi.
Fetö Üzerinden Nurculuğu, Risale-i Nur’u ve Said Nursi’yi Okumak Fitnedir. FETÖ denilen bu yapı bir cemaatin içinden çıktığı iddia ediliyor. O da Nurculuk yahut Risale-i Nur Külliyatı denilen bir yapı içerisinden, grup içerisinde. Ve aynı şekilde bu dönemde ortaya çıkan fitnelerden bir tanesi de yine bu yapı üzerinden topyekün Nurculuğu okumak, hatta buradan Said Nursi ve onun bütün eserlerini aynı kategoriye sokarak değerlendirmenin de ben açıkça yanlış olduğunu ifade etmek isterim.
Risale-i nur Allah’ı anlatmak konusunda son derece başarılıdır. Çünkü (Risale-i Nur) materyalizmin bilhassa ateizmin, “Allah yok” düşüncesinin egemen olduğu zamanlarda, bu topraklarda, kâinatın ayetleri üzerinden, kevni ayetler üzerinden bu toprakların çocuklarına ve bu dünyanın insanlarına Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmak konussunda son derece başarılı bir projedir.
Nurculuk cemaati 1980’de fetö’yü dışına attı. Burada hatalı olan şahıslara ve eserlere kutsiyet atfetmektir. Bu doğru değildir. Kaldı ki zaten hiç kimse de bunu yapmaz. Kutsiyeti sadece Allah verir. Kendisi bizatihi,��”baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez” sözü Bediüzzaman Said Nursi’ye aitttir. FETÖ üzerinden bütün cemaatleri aynı kategoriye sokmak ve değerlendirmek yanlıştır. Ama orada yapılması gerekenler vardır. FETÖ üzerinden bu topraklardan çıkan özgün eserleri, Risale-i Nur’u kaldı ki Nurculuk cemaati de 80’li yıllardan itibaren FETÖ’yü dışına atmış bir yapıdır. Eserlere, eserin naşrini bir kutsiyet atfetmek yanlış olur. Ama FETÖ üzerinden okumak ve ötekileştirmek de doğru değildir. Bunu da açıkça ifade etmek isterim.
2.6. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile Hüsnü Bayramoğlu Diyaloğu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ile birlikte 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle bir resepsiyon verdi (www.risalehaber.com/genelkurmay).
Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleşen resepsiyona; siyaset, sanat ve iş dünyasından kamuoyu tarafından bilinen pek çok kişinin yanı sıra şehit yakınları ile gazi ve gazi yakınlarından oluşan kalabalık bir davetli grubu katıldı. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebesi Hüsnü Bayramoğlu Ağabey de resepsiyona davetli isimlerdendi.
Birçok isimle görüşen Hüsnü Bayramoğlu ağabey Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile de kısa bir görüşme yaptı. Hulusi Akar, Hüsnü Ağabeyden dua istedi. Hüsnü Ağabey de Akar’a, “Ben Bediüzzaman’ın talebesiyim. Ordu ile alakadarız. Sizin bu nazik zamanda vazifeniz gayet ehemmiyetli, biz de hariçte ve dahilde ‘Cenab-ı Hak sizi muzaffer etsin, küffarı perişan etsin ve sizleri de muhafaza etsin’ diye hep Peygamber Ocağına ve Mehmetçiklerimize dua ediyoruz” şeklinde konuştu.
Hüsnü Ağabey, resepsiyonda çok sayıda isimle görüştü. Risaleajansın haberine göre Hüsnü ağabey, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, eski Başbakan Ahmed Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile sohbet etti.
2.7. İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz
İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz, “Nurculuk 1980’lerde kendi içinden dışarı attığı FETÖ üzerinden üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur’a bakmak fitnedir” dedi www.risalehaber.com/feto).
Yılmaz, İstanbul’da başlayan 11. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunda yaptığı konuşmada, Said Nursi’nin milletimizin yetiştirdiği büyük alim, mütefekkir ve imanı kahranmanı olduğunu söyledi. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Onun mücadelesi çok anlamlıdır. Bulunduğu zaman batıdan esen materyalist, kuzeyden esen marksist ve kominist rüzgarları, Allahsız kainat düşüncesi egemen olmuştu. İnanç problemlerine karşı eserler kaleme aldı. Bediüzzaman, talebelerine iman ile ahlakın ayrılmaz bir bütün olduğunu anlattı. İman sahibinin aynı zamanda ahlak sahibi olması gerektiğini anlattı.
Bediüzzaman’ın talebelerinden anarşiye katılan, bozgun çıkaran hiç kimse çıkmamıştır. Hep müsbet hareket etmeyi, sürekli ihtilaf ve kavgadan uzak tutmuştur. Devletin, milletin aleyhinde olmamıştır. Bir terör örgütünü Nur cemaatinin içinde çıkmakla algı oluşturmaya çalışanlara şunu hatırlatalım. 1980’li yıllarda Nurculuk kendi içinden atmıştır. FETÖ üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur’a bakmak fitnedir. Bu yapı üstünden nurculuğu okumak, cemaat ve tarikatları aynı kefeye koymak büyük bir yanlıştır. Yılmaz, “kültür mirasımızın güzide bir örneği” dediği Risale-i Nur’un Diyanet tarafından neşredildiğini de hatırlattı.
3. ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’ PROF. DR. NEVZAT TARHAN’IN GÖRÜŞLERİ
Öncelikle Prof. Dr. Nevzat Tarhan hoca hakkında kısa bir bilginin faydalı olacağını düşünmekteyiz (https://nevzattarhan.com/hakkinda):
1952 yılında Amasya Merzifon’da doğdu. 1969 yılında Kuleli Askeri Lisesini, 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirdi. GATA stajı, Kıbrıs ve Bursa kıta hizmetinden sonra 1982 yılında GATA’ da Psikiyatri uzmanı oldu. Erzincan ve Çorlu’ da hastane hekimliği sonunda GATA Haydarpaşa’ da Yardımcı Doçent (1988) ve Doçent (1990) oldu. Klinik Direktörlüğü yaptı. Albaylığa (1993) ve Profesörlüğe (1996) yükseldi. 1996-1999 yılları arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğretim üyeliği ve Adli Tıp Kurumunda bilirkişilik yaptı. Kendi isteğiyle emekli oldu.1998 yılında Memory Centers of Amerika’ nın Türkiye Temsilciliğini aldı.
Halen Türkiye’nin ilk Nöropsikiyatri hastanesi olan NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü görevlerini yürütmektedir. 31′i uluslararası olmak üzere 100′ün üzerinde yayını vardır. İngilizce ve Almanca bilmektedir. İki çocuk babasıdır.
3.1. Fetö’nün Sinsi Planına Dikkat! (nevzattarhan.com/tarhan-kripto-fetoculer)
FETÖ’nün milliyetçi-muhafazakar kitleleri birbirine düşürmek için samimi Müslümanların hedef aldığını vurgulayan Tarhan, “Şu anda bazı kripto FETÖ’cüler … geziyorlar. Hedef şaşırtmak isteyen kripto FETÖ’cüler, kendinden olmayan samimi Müslümanları görevlerinden uzaklaştırmak istiyorlar. Kendilerine alan açmak için devletin içerisindeki dini duyarlılığı olan herkesi FETÖ’cü diye etiketlemeye başladılar. Somut veriler bulunmadan samimi Müslümanları görevden uzaklaştırmak FETÖ’nün ekmeğine yağ sürer. Yeni kurbanlar ortaya çıkarır, ikinci travmaların ortaya çıkmaması için somut verilerle hareket etmek gerekir. Somut veri olmadan adam harcamaya çalışanlar kötü niyetli veya ahmaktır. FETÖ’nün yeni bir oyunuyla karşı karşıyayız. Milliyetçi-muhafazakar kitleleri birbirine düşürmek istiyorlar. FETÖ’cüler 28 Şubat’ı sivillerde yaşatmak istiyorlar” ifadelerni kullandı.
3.2. Nurcularla FETÖ Arasında Ne Fark Var?
Bu başlık altında aktardığımız bilgiler Nevzat Tarhan hocanın, “Anne ‘Darbe’ Ne Demektir? Darbe Psikolojisi” (2017: 187-192) isimli kitabından kısmen kısaltılarak alınmıştır.
Gülen grubu, Nurculardan çıkan bir grup olarak bilindiği için Nurculuğu hedefe koyanlar oluyor. Bediüzzaman’la F. Gülen mukayesesi de yapılıyor, bazen ikisini aynı kefeye koyanlar çıkıyor. Nurculukla bu yapının farkları nelerdir? F. Gülen, Said Nursi’nin eserlerini okuyarak mı F. Gülen olmuştur? Bu sorular son zamanlarda gündeme getirildi.
Gülen grubu 1970’lerde, Bediüzzaman’ın oluşturduğu Risale-i Nur ekolünün içinden çıkan bir hareket gibi. Başlangıçta Bediüzzaman’ın yöntemini kullandıklarını rahatlıkla söyleye biliriz. Kamp hayatları gibi, Nur dershaneleri gibi, kitap okuma gibi Nurculuğa has uygulamaları kopyalayıp, kendisini Said Nursi’nin yerine geçirdiği bir harekete dönüştürdü gibi gözüküyor. F. Gülen hareketi ile Bediüzzaman Said Nursi’nin orjinal hareketi arasında sosyal davranış açısından şu 17 farkı tespit ettim:
1-Merkezi figür: Risale-i Nur (RN) Hareketi kitap merkezli, Gülen Hareketi ise şahıs merkezlidir.
2-Kutsallaştırma: Bediüzzaman kendisine ‘Ulu kişi, kutsal kişi’ dedirtecek söylemlere şiddetle karşı çıkmış, şahsi keramet olarak anlaşılabilecek davranışlardan kaçınmış, kitaplarındaki tevafukla yetinmiştir. Mezarının bile gizli olmasını vasiyet etmiştir. F. Gülen ise kendisinin yüksek manevi makamlardan ilahi mesajlar aldığını söyleyen takipçilerine sessiz kalarak bunu desteklemiş ve onaylamıştır. Takipçileri arasında yaygın olarak söylenen ‘Her Perşembe Hz. Peygamber’le görüştüğü’ iddiasını resmen yalanlamamıştır.
3-Müsbet hareket: Bediüzzaman kendisini idamla yargılayan savcının çocuğunu gördüğünde ona beddua etmekten vazgeçmiş, Gülen ise kamera önünde bedduaya başvurmuş ve bunun yayınlanmasına izin vermiştir.
4-Para ve hediye kabul etme: Bediüzzaman hiç hediye almamış, yaptığı hizmeti mali karşılığa tahvil etmemiştir. Ticaret yapmak isteyen talebelerine de şahısları adına ticaret yapmayı tavsiye etmiştir. Gülen Hareketi ise bankasından okullar ve dersanelerine kadar büyük bir sermaye grubu oluşturmuştur.
5-Metodolojisi: Başlangıcı Osmanlı dönemine dayanan Risale-i Nur Hareketi’nin üç ana ayağı mevcuttur. İman hakikatlarıyla ilgili kitapları ile temel eğitim, Lahika kitapları ile hizmette metodoloji eğitimi ve sosyal konularda rehberlik örnekleri, Müdafaalarla ilgili kitapları ile saldırılara savunma stratejilerini anlatır. Gülen Hareketi Risale-i Nur Hareketi içinde başlayarak Risale-i Nur eserlerinden faydalanmış ancak 1970’li yıllarla birlikte hizmette farklı metodoloji uygulamıştır. Metedoloji ayaklarını ölçü olarak göz önüne almamıştır.
6-Kendini tanımlama: Bediüzzaman; Nur Talebesi, Nurcu sözünü açıklıkla kullanırken Gülen Hareketi yüksek sesle Bediüzzaman ve Risale-i Nur tanımlamalarından kaçınmış ve sürekli F. Gülen’i ön planda tutmuştur.
7-Kitapların korunması: Bediüzzaman eserlerini hayatında Türkçe harf karakteri ile bastırmış ancak açıklayıcı ve sadeleştirici metin (text) değişikliğini istememiştir. Gülen Hareketi sadeleştirmeyi orjinali yerine geçecek biçimde yaparak basımını gerçekleştirmiş, varislerinin muhalefetine ve fikri te’lif haklarının müsade etmemesine rağmen Risale-i Nur eserlerinin temel yapısı ile oynamıştır.
8-Kişisel bağlanma: Gülen Hareketi Bediüzzaman’ı vazifesini tamamlamış bir din büyüğü olarak görmüştür. Diğer Nur Hareketleri ise Bediüzzaman’ın eserlerine bağlılığı yeterli görerek sadakatlerini devam ettirmişlerdir.
9-Devletle ilişki: Risale-i Nur Hareketinin orijininine sadık gruplar aktif siyasete mesafeli olmuşlar, cemaat adına devlet talebi ve siyasi talepte bulunmama ilkesine hassasiyet göstermişler. Bediüzzaman ve yakın talebeleri siyasete girmek isteyen kişilere sadece kendileri adına girmeleri yönünde telkinde bulunmuşlardır. Siyasette ilişkilerini görüş verme sınırları içinde tutmuşlardır. Dini değerlerin canlanmasına ortam hazırlama kapasitesindeki her siyasi hareketi desteklemişlerdir. Gülen Hareketi ise hiyerarşik bir yapılanma içinde aşırı büyüme arzusu ile kendinden olanı liyakata bakmaksızın tercih eden bir kadrolaşmaya girmiş devleti yönetmeye talip olmuştur.
10-Açıklık ve şeffaflık: Bediüzzaman’ın metodu üzere giden gruplar açıklık ve şeffaflıktan çekinmemiş gizli servislerin elemanı olduğunu bildikleri kişilere bile kapılarını açmışlardır. Açık grup olmaya özen gösteren Bediüzzaman’ın tersine Gülen Hareketi ise özel güvenlik alanları oluşturup ‘kapalı bir grup’ olmuştur.
11-Doğruluk anlayışı: Bediüzzaman eserlerinde ve yaşayışında doğruluk, yalan söylememek gibi ilkelerden hiç vazgeçmemiş, yargılanırken dahi yalana başvurmamıştır. “En büyük hile hilesizliktir” sözü meşhurdur. Gülen Hareketi ise ‘faydacı ve fırsatçı’ denilebilecek güven vermeyen yöntemleri doğallaştırmıştır. Zengin, şöhret ve başarı tutkunluğu ile ayrımcılık yapmıştır.
12-Güç odakları ile ilişki: Bediüzzaman hayatının hiç bir döneminde güç odakları ile pazarlık iması dahi olabilecek davranışlara girmemiş, 28 yıl sürgün yaşadığı ve 18 defa zehirlendiği halde Türkiye’yi terk etmemiştir. F. Gülen ise 15 yıldır yurt dışında kalmaya devam etmekte, İsrail lobisinin siyasetine paralel söylem ve duruş göstermektedir. 15 Temmuz’dan sonra Cemaate ait Kimse Yok mu Derneği BM tarafından ihraç edildi. Üç devlet bu karara muhalif kaldı: ABD, İsrail ve Uruguay. Bu tablo bile ilişkilerin boyutunu ve milli bir yapı olmadığını göstermeye yeter.
13-Din ve siyasi güç ilişkisi: Bediüzzaman “Dini siyasete alet ediyor” iddiası ile ilgili sayısı 700’ü geçen davalarında en son 1973 olmak üzere beraat etmiş kitapları iade edilmiştir. 17 Aralık 2013’ten sonra yaşanan siyaset-cemaat tartışmalarında Bediüzzaman’ın resmi vesayet verdiği talebeleri ve diğer Nur Hareketi gruplarının siyasi duruşu farklı olmuştur. “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyen Bediüzzaman’a uygun olarak siyasi ilgileri ikinci planda kalmış ilgilendiklerinde de meşru hükümeti savunma şeklinde olmuştur. Mevcut hükümeti mümkün olanlar içerisinde en iyisi olarak ele alarak değiştirme gerekecekse bunun seçimden seçime olağan işleyişle olmasını savunmuşlardır. Gülen cemaati ise siyasi bir hareket gibi davranarak bütün varlığı ile devleti yönetmek için topyekûn mücadele sergilemiştir.
14-Stratejik hedef: Bediüzzaman’ın stratejik hedef olarak “süreç ve vazife odaklı” olduğu, sonucu ilahi iradeye bıraktığını İhlas Risalesi’nde yazdığını ve uygulamada da bunu hayata geçirdiğini görüyoruz. Maksat olarak Allah rızasını gaye edinmiştir Ancak Gülen Hareketinin ise söylemde böyle olduğu ancak tatbikatta stratejik olarak “sonuç odaklı” olduğu, uyguladığı gizli gündemli metodolojiden ve büyüme arzusundan anlaşılmaktadır. Gülen cemaatinde Allah rızası anlayışının Allah adına liderlik anlayışı ile karıştırıldığı görülmektedir.
15-Dünyevîlik-uhrevîlik farkı: Kemiyet, keyfiyet bakışını da belirleyen bir farktır. Bediüzzaman en yüksek değer olarak ihlası almış, ihlasa aykırı olan maddi zenginliği, çok sayıda müntesibe sahip olma arzusunu reddetmiştir. Uhrevi bir cemaat olmaya itina göstermiştir. Gülen Hareketi ise ihlası ikinci plana almış, adanmışlık adı ile itaati ve daha çok çoğalmayı yüceltmiştir. Dünyevi bir cemaat olmayı öncelemiştir. Bu, esas açısından temel bir fark olmuştur.
16-Diğer dini cemaatlerle ilişki: Risale-i Nur Hareketi İhlas Risalesi’nde yer alan “Hak sadece benim mesleğimdir dememelisiniz” düsturuna uymayı tavsiye ederken Gülen Hareketi diğer dini cemaatlere uzak, yukarıdan bakışlı, mesafeli durmuş ve işbirliğinden kaçınmıştır.
17-Zulme karşılık verme biçimi: Bediüzzaman vefatı öncesi Urfa’ya vuslat yolculuğuna çıkarken söylediği son sözler “Beni anlayamadılar” olmuştu. Her iktidar tarafından zulüm, eziyet, hapis ve en azından mecburi ikamete mecbur edildiği halde, o büyük imamların yaptığı gibi itiraz etti ama isyan etmedi. Gülen grubu ise maalesef zülme uğradığını düşünerek 15 Temmuz’dan önce de, 28 Şubat 1997 “medya, asker, yargı” darbesini hatırlatır şekilde “medya, polis, yargı” darbesi diyebileceğiz girişimlerde bulunmuştur. 15 Temmuz’da şüphe bırakmayacak şekilde kendisini ortaya koydu. Ülkede güçlü bir liderlik bulunmasaydı şu anda Türkiye kaos yaşayacaktı. Kaldı ki karşısında isyan edilecek bir kadro da yoktu. Kısacası, Bediüzzaman Gülen’den çok farklı olarak, gelenekle geleceği birleştirmiş İslam’la demokrasiyi mezcetmişti.
Büyük İmamlar Ne Yapmıştı?
İmam Hanbelî, zalim hükümdarlarla ilgili hadisleri neşrettiği için; İmam Hanefî, katl fetvası vermediği için; İmam Malikî, baskı ile boşanmanın geçersiz olduğunu söylediği için; İmam Rabbanî, ordu içinde müridleri var, Şia’yı tenkid ediyor denilerek işkence, hapis ve sürgüne maruz kaldılar. İmam Şafî; ilmi tenkitleri nedeniyle ölümden dönmüştü. İmamların hiçbiri, zamanüstü bir zeminde anlaşmışlar gibi itirazlarından vazgeçmediler ama isyan da etmediler. Bediüzzaman kendi döneminde farklı fikirlerini, itirazlarını yazılı olarak neşretti, hapse razı oldu ama vatanını terk etmedi, itirazını isyana çevirmedi. “Dahilde cihat maddi olmaz manevi olur,” diyerek fikir mücadelesi verdi. Bu sosyal duruş, İslâm dininin şiddete izin vermediğinin canlı bir örneği idi ve bence demokrasi dersi idi.
Nurcular, Gülen’e Karşı Tavır Aldılar…
Bediüzzaman’ın yanında yetişenler ve takipçileri, yani Nurcular Gülen’i onaylamadıklarını açıkça deklare ettiler. Bediüzzaman’ın bütün talebeleri, birkaç sene içerisinde vefat eden ileri yaştaki “ağabeyler” milli iradeyi temsil eden hükümetin yanında bulundular. F. Gülen’e ve cemaatine karşı tavır aldılar.
Zaten Gülen yıllar önceden yollarını ayırmıştı Nurculardan. Cemaatle bağlantısı ilişkisi kalmamıştı. Kendisi de “Risale-i Nur cemaatine mensubum,” demiyordu. Said Nursi’nin adını bile anmıyordu. 1970’li yıllarda İzmir’de bir davada Nurcu olmadığını söylemişti. Hatta, “İzmir’de Yargılanan Nurcular” haberinde adını yazan o dönemdeki Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet Kutlular’la “Benim adımı gazetenizde niçin Nurcu diye yazdınız?” diye tartıştığı biliniyor.
4. GÜLEN YAPILANMASI 15 TEMMUZ’A GİDEN SÜREÇTE FETÖ’NÜN ANALİZİ
VE TAVSİYELER, (2017, Üçüncü Basım, Ankara: TDV. İSAM Yayınları)
4.1. Takdim’den
Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) bünyesinde çalışmalarını sürdüren İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), İslâm araştırmaları alanında öncü rol oynamakta, İslâm dini, medeniyeti ve toplumlarına dair sağlıklı ve özgün bilgi üretimini hedeflemektedir… Bu çizgide TDV İslâm Ansiklopedisi başta olmak üzere çok önemli projeleri gerçekleştirmiş olan İSAM, yayınlanmış bütün eserleri ve devam etmekte olan projeleri ile dinî bilgiye sıhhatli biçimde ulaşılması yolunda çabalarını sürdürmektedir.
İslâmî mirasın bütün birikiminin bugüne ve gelecek nesillere aktarılması yolunda uzun soluklu çalışmalara imza atan merkezimiz bünyesinde, Müslümanlar olarak yüz yüze olduğumuz güncel meseleleri ele alan çalışmalar da yapıldı ve yayınlandı. Elinizdeki çalışma da bunun bir örneğidir.
Gülen yapılanması, ağırlıklı olarak siyasî ve idarî düzlemde bir mesele olarak ele alınmakta ise de, gerçekte sadece siyasetle, idarî tedbirlerle çözülemeyecek bir derinlik içermektedir. Hem İslâm’ı anlama ve yorumlama noktasında yol açtığı problemler, hem de genel olarak toplumda dine dair algı noktasında oluşturduğu olumsuz etki devâsâ boyutlardadır. Öte yandan geçmişinde bir şekilde bu yapıyla teması bulunan veya onun sadece “cemaat” dışyüzüne muhatap olan kişilerin topluma kazandırılması gibi bir problem de önümüzde durmaktadır.
… Hem “dine hizmet” söylemiyle yola çıkmış bir oluşumun nasıl bu noktaya evrildiğini anlamak hem de benzer bir süreci bir daha yaşamamak için tedbir almak ve gerekli adımları atmak adına bu çalışma kısa, öz, ama derin bir çerçeve sunmaktadır.
Bu çalışmanın hedeflerinden biri de, Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ / PDY) İslâm’a ve müslümanlara verdiği zararların, İslâm’ın inanç ilkeleri, ibadet telakkisi ve ahlak düsturlarında yaptığı tahrifat ve tahribatın, İslâm’ın temel kavramlarına dair çarpıtmaların kamuoyu ile paylaşılması, halkımız nezdinde bir farkındalık oluşturulmasıdır…
TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM)
Çalışma beş kişilik bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bunlar: 1- Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara (İstanbul Şehir Üniversitesi). 2- Doç. Dr. Nurullah Ardıç (İstanbul Şehir Üniversitesi). 3- Doç. Dr. Tuncaybaşoğlu (TDV İslam Araştırmaları Merkezi, İSAM). 4- Prof. Dr. Kemal Sayar (Marmara Üniversitesi). 5- Metin Karabaşoğlu (Araştırmacı-Yazar).
4.2. Önsöz’den
Türkiye, bir darbe teşebbüsüyle tarihinde ilk defa 15 Temmuz 2016 gecesi yüz yüze gelmiş değil. Bununla birlikte, 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye tarihinde bir ilke tekabül ediyor. Zira ilk defa bu tarihte, toplum ve devlet nezdinde kendisini bir “dinî hareket” olarak sunagelmiş bir yapının kendi halkına silah doğrultup gayri meşru şekilde devlete el koyma teşebbüsüne şahit olduk. Eğitim odaklı bir dinî hizmet görüntüsü altında “devlete sızma” gibi bir amacı gizlice gerçekleştirdiği anlaşılan bir yapı, bu kez devleti doğrudan ele geçirmek üzere millete silah doğrulttu, milletin meclisini bombaladı ve milletin seçtiği yöneticileri öldürmeye teşebbüs etti.
Türkiye, milleti ve devletiyle, bu büyük ve feci hadisenin etkilerini yaşamaya devam ediyor… Sosyo-psikolojik zemindeki büyük hasarların yanında, toplumda din algısı, dindarlığa ve dinî hizmetlere bakış açısından da çok büyük riskler oluşmuş bulunuyor.
Dolayısıyla, hem bu tehlikeli dönüşümün oluşturduğu hasarı onarmak hem de bir daha böyle bir tabloyla karşı karşıya kalmamak için önümüzde cevap aranması gereken bir dizi soru bulunuyor. 15 Temmuz sonrasında hem devleti yöneten kadroların hem de toplumdaki fertlerin zihninde oluşan bu soruların 03-04 Ağustos 2016 tarihli Olağanüstü Din Şurası’nda da ele alındığı kamuoyunca biliniyor. Şuranın ardından, konuya dair daha geniş bir analize imkân sağlamak, sorulara cevap bulmak ve bu büyük soruna çözüm arayışına bir katkıda bulunmak üzere, elinizdeki çalışmayı hazırlayan ekipten de bir çalışma talep edildi. Kamuoyunun gündemindeki soruların izini takip ederek, münferiden çalışmalar yaptığımız gibi, bir araya gelerek ulaştığımız bilgi, bulgu ve analizleri müşterek bir rapor halinde arz ettik. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Ağustos’taki olağanüstü şûra kararlarına dair açıklamalar içeren bir sonraki çalışmasında da yararlanılan bu müşterek raporun genişletilmesiyle elinizdeki metin ortaya çıktı.
Çalışma, okuyucuya kolaylık olması açısından, soru-cevap formatında hazırlandı. Toplam 20 adet soru ve bunların cevaplarından müteşekkil analizlerde bir yandan FETÖ’nün temelini oluşturan “Gülen örgütü”nün toplumsal bağlamı, organizasyonel özellikleri, siyasî (uluslararası siyaset de dahil) boyutları, benzer tarihi ve güncel örnekler, dinî ve psikolojik boyutları ortaya konulmuş, diğer taraftan da söz konusu hareketin mensuplarını tekrar topluma kazandırmak ve yaşanan menfur olayların tekrarlanmasını önlemek için neler yapılması gerektiğine dair tavsiyelere yer verilmiştir… Elbette bu hareketin en temel ilkelerinden biri gizlilik olduğundan örgütün özellikle iç işleyişine dair henüz gün yüzüne çıkarılmamış gerçeklerin de bulunması muhtemeldir. Ancak bu çalışma yazarlar tarafından farklı kaynaklardan teyid edilmiş bilgiler ile bu bilgilere ve ilmî bir bakış açısına dayalı yorumlardan müteşekkildir.
Dileğimiz, çalışmanın, bu büyük musibetten hayırlı neticeler hâsıl edecek dersler, önlemler ve ödevler çıkarmaya vesile olmasıdır. Bir daha böyle bir hadisenin yaşanmaması için dua ediyor ve ülkemizde dinî hizmetlerin bu hasarı en kısa sürede aşıp kendi çeşitliliği içinde salimen devamı yönündeki temennimizi de ifade etmek istiyoruz.
Hazırlayanlar
4.3. İçindekiler ’den
Kısaca “Gülen Yapılanması” olarak isimlendirilen bu çalışma hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler olabilir. Bu nedenle genel olarak bir fikir vermesi açısından 20 soruyu aktaracağız. Ancak bizim kendi araştırma konumuz açısından doğrudan alakalı olan 14 ve 16’ıncı soruların cevaplarını ayrı alt başlıklar şeklinde sunacağız.
Sorularla Analiz
1.Gülen Hareketi nasıl tanımlanabilir? Hareket mensupları kendilerini nasıl algılamaktadır? İlkeleri ve hedefleri nedir?
2.Bir ahlâk ve eğitim hareketi olduğunu söyleyen dinî bir oluşum, önce dinî bir kült, ardından terör uygulayan bir örgüt haline nasıl geldi?
Benzeri Örnekler
3.Günümüzde sözkonusu harekete benzeyen örnekler var mıdır?
4.İslâm tarihinde sözkonusu harekete benzeyen örnekler var mıdır?
Lider Analizi
5.FETÖ türü yapılanmaların liderliklerinde psiko-patolojik semptomlar nelerdir?
6.Hareket bu hale gelirken dinin hangi esaslarında sapmalar yaşandı? Yeni bir dinî anlayış inşa edilirken hangi dinî esaslar ve hükümler nasıl çiğnendi?
Toplumsal Çerçeve
7.Bu hareketin gelişiminin toplumsal ve siyasî zemini nedir?
FETÖ Örgütünün Yapısı
8.FETÖ örgüt yapılanması nasıl işlemektedir?
9.Darbe girişimi hareketin mensupları gözünde nasıl meşrulaştırıldı? Başarılı olsaydı, nasıl bir siyasî ve sosyal nizam kurulacaktı, topluma nasıl bir din sunulacaktı?
10.Yüksek eğitimli insanlar hangi mekanizmalar ve nasıl bir psikolojiyle şartlandırılıp Gülen örgütünün emirlerine körü körüne uyacak hale gelebildiler?
11.Bu hareket dış istihbarat örgütleri için nasıl kullanışlı hale geldi ve istismar edildi?
12.Grup bağlılığının bir çeşit bağımlılığa dönüşmesinin bilimsel-psikolojik açıklaması var mıdır?
13.Hareket mensuplarının grup kimliği ile diğer kimlikleri (aile, din, millet vd.) arasında bir ahenk sorunu var mıdır? Farklı kimlikler arasında doğru ilişki nasıl olmalıdır?
14.Gülen hareketi, Risâle-i Nurları nasıl yorumladı?
Hareketin Müslüman Topluluklara ve Dinî Cemaatlere Etkisi
15.Gülen hareketi/örgütünün faaliyetlerinden müslüman topluluklar ve dinî cemaatler nasıl zarar gördü? Dünyadaki İslâm algısına ve tebliğine yönelik ne tür etkileri oldu?
16.Gülen hareketi/örgütünün diğer Nurcu cemaatlere etkisi ne oldu?
Darbe Girişimi Sonrası Durumun Analizi vİe Alınacak Tedbirler
17.Diğer seküler veya dinî hareketler de böyle bir sapmaya açık mıdır? Bundan sonra ne tür tedbirler almak gerekir?
18.Söz konusu hareketin mensuplarını tekrar topluma kazandırmak ve daha tehlikeli bir hale dönüşmelerini önlemek için neler yapmak gerekir?
19.Yaşanan olayların tekrarlanmaması için neler yapılmalıdır? Yabancıların maşalarına dönüşmemek için nasıl bir dinî, ahlâkî ve siyasî bilinç oluşturulmalı ve nasıl bir eğitim verilmelidir?
20.Yaşananlardan sonra dinî algının sağlıklı bir yola girmesi, toplumsal travmanın atlatılması için ne yapılmalı?
4.4. Gülen hareketi, Risâle-i Nurları nasıl yorumladı?
F. Gülen ve başında olduğu oluşumun, İslâmî mirasın taşıyıcısı olan diğer eserleri nasıl yorumladıysa, Risale-i Nur’u da bu şekilde yorumladığı görülmektedir. Bu oluşumun genel karakteri olan faydacı ve eklektik tutum, burada da söz konusudur. Gülen hareketi Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin itibar gördüğü çevrelerde bu itibardan yararlanmış; buna karşılık “kamusal” veya “seküler” zeminlerde Gülen bizzat, sözcüleri veya avukatları aracılığıyla yayınlattığı tekzipler yoluyla “Nurcu olmadığı” yolunda açıklamalar yapa gelmiştir. Dolayısıyla Gülen Hareketi, genel olarak dini motifleri ve dini kaynakları istismar ettiği gibi, Risale-i Nur Külliyatını ve bu külliyat etrafında oluşan hareketi de istismar etti. Gülen hareketinin Risale-i Nur istismarının iki noktada yoğunlaştığı görülür:
İlk olarak yapının yeni muhataplarına Gülen’in kitapları yanında Risale-i Nur’un iman hakikatlerine dair kısımlar okunurken, bu metinlerde belirtilen ölçülerden hareketle ailevi, sosyal, siyasî düzlemde nelere nasıl dikkat edileceğine dair ölçüler içeren mektuplar (lahikalar) ile Eski Said’in özellikle “hürriyet”in önemine dair eserleri muhataplardan gizlendi. Bu şekilde ortaya çıkan tablo, Bediüzzaman’ın temel risalelerinde verilen iman ve Kur’an dersleri ile sağlanan itibar ve itimadın, muhatabı Gülen’in sosyal-siyasî projesine kazanmak için istimal edilmesidir. Halbuki, Risale-i Nur Külliyatı bir bütün halinde okunduğunda, Gülen’in ortaya koyduğu yaklaşımın, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu ölçülerle uyuşmadığı görülür.
İkincisi, Risale-i Nur’daki bazı bahisler, Gülen ve ekibinin yaptıklarını “meşrulaştırmaya” veya onlara bir “misyon yüklemeye” uygun şekilde yorumlandı. Dinler arası diyalog söylemiyle ilgili suiistimal bunun örneklerinden biridir. Gülenciler, “barış içinde bir arada yaşama”, “medeniyetler diyaloğu”, “çok kültürlülük” gibi söylemlerin akademya ve siyaset dünyasında revaç bulduğu 90’lı yıllarda “dinler arası diyalog” söylemi üzerinden kendilerini Batılılara kabul ettirme ve küreselleşme çabası içine girmişlerdir. Bu çabanın içerdiği sorunlara özellikle Risale-i Nur talebeleri içinden gelen itiraza ise, Bediüzzaman’ın mevcut şartlarda ahlâksızlık, ve dinsizliğe karşı “dindarlar arası diyalog”a dikkat çeken sözleri ve “nüzul-i İsa” hadislerine dair yorumlar üzerinden cevap üretmişlerdir. Meselâ Gülen’in Papa’ya yazdığı, Müslüman izzetine ve istikametine yakışmayan mektubu, Bediüzzaman’ın bir talebesinin Papa’ya göndermiş olduğu esere atıfla izah etmek istemişlerdir. Oysa Bediüzzaman’ın tensibiyle göndertilen “Zülfikâr” adlı eser, şu üç konuya dairdir: 1. Ahirete iman ve cismanî haşrin ispatı, 2. Kur’ân’ın Allah’ın kelamı ve mucize olduğunun isbatı, 3. Mucizelerinin de şahitliğiyle, Hz. Muhammed’in (sav) risaletinin isbatı. Aradaki bu içerik farkı özellikle göz ardı edilerek, Gülen’in üslubu ve içeriği sorunlu olan mektubu ve Papa’yla yaptığı görüşme, bu hadise üzerinden savunulmak ve meşrulaştırılmak istenmiştir.
Bunun bir diğer örneği, Bediüzzaman’ın “nüzul-i İsa”yı haber veren hadisleri tefsir ve tevil sadedinde söylediği, Hıristiyanların Müslümanlar safına iltihakı sürecine dair izahların, Gülen hareketi/örgütü mensuplarınca bağlamından kopartılarak başka anlamlara çekilmesi; bu şekilde, hareketin özellikle ABD’deki kendi mensuplarından bir kısmının neredeyse iki-dinli bir görünümle Hıristiyanlık ile İslâm arasındaki mesafeyi olabildiğine esnetmeye kalkışmalarıdır. Hareketin, bu şekilde kendi amacı ve hedefi doğrultusunda bağlamından kopartarak istismara kalkıştığı hususlar da bulunmaktadır.
Gülen hareketi, kendi söylem ve eylemlerine Risale-i Nur’dan meşruiyet üretmeye çalışırken, aynı eserde ortaya konulan ölçüler ile çeliştikleri bütün durumları ise daima “değişen zaman”la açıklama yoluna gitmişlerdir. Söz konusu eserin kendileri için kullanışlı gördükleri bahislerine neredeyse zamanlar üstü bir değer atfederken, kullanışsız gördükleri bütün metinleri ve ölçüleri zamanı geçmiş görmüşlerdir.
4.5. Gülen hareketi/örgütünün diğer Nurcu cemaatlere etkisi ne oldu?
F. Gülen’in henüz 1950’li yıllarda Erzurum’da Risale-i Nur çevreleriyle irtibat kurduğu bilinmektedir. “Küçük Dünyam” isimli otobiyografisinde, o tarihlerde Said Nursi hayatta olduğu halde onu ziyaretten “Kürd olduğu için” uzakdurduğunu anlatır; ki, gelen tepkiler üzerine, kitabın sonraki baskılarında bu ifadeler çıkarılmıştır. 1960’lı yıllarda imamlık ve vaizlik yaptığı edirne ve Kırklareli’nde bu çevrelerle irtibatını sürdüren F. Gülen, 1960’ların ikinci yarısında Ege bölgesine geçici vaiz olarak atandıktan sonra daha geniş bir mecrada Risale-i Nur çevreleriyle ilişkilerini sürdürmüş. Ancak, kullandığı dil, takip ettiği strateji ve özellikle sorunlu liderlik hüviyeti 1970’lerin başından itibaren Nurcu grupları rahatsız etmiş. Yapılan uyarıların sonuç vermemesi üzerine de 1974 gibi çok erken bir tarihte başında olduğu oluşumu Risale-i Nur ekolü içinde bir hareket olarak görmedikleri Risale-i Nur talebeleri tarafından kendisine deklare edilmiştir. Nitekim Gülen’in kimliği ve eserleri zaman içinde Said Nursi’nin önüne geçtiği ve asıl belirleyici hale geldiği için, bu yapılanma üzerinde yapılan akedemik çalışmalarda FETÖ’yü, Nurcu bir hareket olmaktan ziyade, Gülen kimliğinin baskın olduğu fakat Nurcu temaların da yoğun olarak kullanıldığı neo-Nurcu bir hareket olarak tanımlama ve açıklama eğilimi baskın hale gelmiştir.
Bu noktada, F. Gülen’in ilk öğrencileri arasında yer alıp uzun yıllar sonra hareketten ayrılan bir isim olarak Latif Erdoğan’ın şu tanıklığı dikkat çekicidir: “Gülen Cemaati denilen oluşum, 1972’de Okuyucu adı verilen grubun bünyesinden koparak başladı. Gülen, 1968-70 yıllarında İzmir’in Buca ilçesinde, Kaynaklar Köyü yakınında kurduğu kamplarla evvela bu kopuş sonrasının şartlarını hazırladı; kendi öğrencileri denebilecek kişileri yine Nurlar yoluyla eğitti. Fakat bu jenerasyon diğer Risale-i Nur talebelerinden farklı olarak Bediüzzaman’ı ve eserlerini Gülen vasıtasıyla ve dolaylı olarak tanıdı. Gülen neyi ve ne ölçüde öğretmek istediyse bizler o kadarını öğrendik, o kadarıyla yetinmiş olduk.”
Gazeteci Emre Aköz, 2004 yılı sonunda (06.Ocak.2005, Sabah Gazetesi, Gündem) Risale-i Nur hareketi mensubu kişilerle görüşerek hazırladığı bir yazı dizisinin sonunda şu sonuçlara ulaşır:
“Gülen’e ‘Nurcu’ demek sorunlu bir ifadedir. O kendine Nurcu demez, klasik Nur cemaatinde yer alan birçok kişi ve grup da onu Nurcu saymaz. Gülen, klasik Nur cemaatinin içinden yetişti. Ancak, hem çok karalanmış olan ‘Nurcu’ sıfatından kurtulmak, hem de kendi cemaatini oluşturmak için ‘Nurcuyum’ demiyor, denmesini de istemiyor. Onun cemaati Bediüzzaman’ın eserleri kadar, Hocaefendi’nin kitaplarını ve diğer bazı kaynakları da okuyor. Çalışma biçimi, cemaat yapısı, hedefleri açısından ‘klasik Nurcular’dan farklı: Bir kere dindar olduğu kadar milliyetçi de… Kitaplar kadar ses ve video kasetleri de cemaat içi eğitimin bir parçası… Klasik Nurculukta hiyerarşi yoktur, Gülen cemaatinde ise var… Klasik Nurcular ‘örgüt’ değildir, Gülen ise gayet örgütlü… Klasik Nurculuk siyasetten uzak duran, muhalif bir harekettir. Gülen ise iktidarla, devletle içli dışlıdır… Klasik Nurculukta vurgu demokrasiyedir, Gülen ise devlete vurgu yapar… Eğer tek kelimeye indirgeyeceksek: Said Nursi bir filozoftu. Gülen ise bir siyasetçidir. Said Nursi, Kuran’ı yorumluyor, hakikati arıyordu. Gülen ise bir düşünür değil; din alanında siyaset yapıyor. Yanlış anlamayın: “Dini siyasete alet ediyor” demiyorum. Kendine bağlı dindarları sevk ve idare ediyor. ‘Akıllı, tecrübeli, kurt’ bir siyaset adamı gibi havayı kokluyor, fırsatları değerlendiriyor ve buna uygun kararlar alıyor.”
Buna rağmen F. Gülen’in halk arasında ‘Nurcular’ olarak anılar Risale-i Nur hareketinin Page Breakbazı kesimleri ile açık veya gizli surette temasını sürdürdüğü, bu şekilde insan devşirme ve kendi zeminini genişletme çabası içerisinde olduğu bilinmektedir. Gülen’in kendisi Nurcu olmadığı yolunda açıklamalar yaptığı halde bu oluşumun Nurculukla irtibatlandırılmasının ise dört ana sebebi olduğu söylenebilir:
1.Gülen’in gençlik yıllarında Risale-i Nur Talebeleri denilen topluluk içinde bulunması ve daha sonra kendi hareketini oluştururken öncelikle Risale-i Nur dersleri üzerinden kendini tanıtması ve ilgili çevrelerle bu şekilde bağlantıya geçmesi.
2.Gülen hareketinin “iki dilli” karakteri. Hareket, seküler kesimlere ve Batıya yönelik konuşurken “Risale-i Nur hareketi ile ilgili değiliz” mesajını vermesine karşılık, dindar kesim içerisinde meşruiyet sorunu yaşamamak için –Nurcu tanımından ısrarla kaçınmakla birlikte- Bediüzzman’ın ve Risale-i Nur talabelerinin itibarından yararlanma cihetine gitmiştir.
3. Risale-i Nur talebelerinin bir kısmı, hem bu yapının “kült” boyutunu görmeden onun “cemaat” dış yüzünde yaptığı hizmetlere ve hem de kendilerine yönelik söyleme aldanarak daha yumuşak bir bakış sergilemiş ve onları da “Nur Talebesi” olarak görmüştür. Bu sebeple, artan başarı grafiğiyle, hareketin Risale-i Nur talebeleri arasından kendi safına devşirdiği yetişmiş isimler dahi bulunmaktadır. Risale-i Nur talebelerinin bu yapının “kült” boyutunu ve Risale-i Nur istismarını gören kesimi ise ya “fitne” endişesiyle sesini yükseltememiş veya eleştirisini açıkça ifade ettiğinde bile sesini daha geniş çevrelere duyuramamıştır.
4.Nurculuk’taki ana eğilimle uyumlu şekilde siyasî İslâmcı hareketlere karşı olması, FETÖ’nün gizli siyasi gündemini uzun yıllar boyunca başarıyla perdelemiştir. Risale-i Nur talebelerine “Demokrat Parti çizgisi” odaklı siyasi tercihlerden veya başka bazı sebeplerden dolayı tepki duyan bazı dindar kişi ve gruplar, Gülen hareketini “Nurcu” kabul etmeye eğilimli olmuş, aradaki farkı ve bu hareketin öncelikle Risale-i Nur talebelerine karşı oluşturmaya çalıştığı “paralel cemaat”i görememiş; bunun yerine Gülen’in ve hareketinin yanlışlarını üzerinden Risale-i Nur talebelerine yönelik toptancı bir eleştiri üretilmiştir. Risale-i Nur ile diğer cemaat ve gruplar arasında sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı etkileşim sağlanmış olsaydı, hem aradaki fark herkes için belirginleşir, hem de çok daha önce ortak bir tepki ve mücadele geliştirilebilirdi.
F. Gülen’in bazı söz ve icraatları Risale-i Nur’a aykırı görüldüğü için, Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden Zübeyr Gündüzalp başta olmak üzere Risale-i Nur talebeleri tarafından defaatle uyarıldığı bilinmektedir…
… Hem “yetişmiş insan devşirmek” yoluyla hem de birçok İslâmî hizmet mecrasında vazife görebilecek genç istidatları okulları ve dershaneleri üzerinden kendi çizgisine devşirmek suretiyle, 80’lerden itibaren Gülen hareketi başka bazı dinî hizmet grupları gibi Risale-i Nur gruplarının da zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Bütün bu süreç içinde, Risale-i Nur talebelerinin çoğunluğunun kendi içlerinde keskin bir Gülen eleştirisi yapmakla birlikte, Kemalist/seküler kesimin dindarlar üzerindeki tazyikinin güçlü olduğu bir süreçte başka maksatlar için kullanılır endişesi ve “fitne” korkusuyla bu eleştiriyi aleniyete dökmekten çekindiği görülmektedir. Bu da hem Gülen hareketinin büyümesinde rol oynamış, hem de dindarlar içinde kendilerini Risale-i Nur’la irtibatlı şekilde takdim ettikleri için sair İslâmî kesimlerin (en azından bir kısmının) Gülen hareketini Risale-i Nur talebeleri ile özdeşleştirip onlara yönelik tepkilerini Risale-i Nur talebelerine de yönlendirmelerine de yol açmıştır.
Risale-i Nur çevreleri ile Gülen arasındaki en keskin ayrım, 2011 yılı sonlarında başlatılan Risale-i Nur’ların sadeleştirme teşebbüsü, ardından 17-25 Aralık 2013 yargı darbesiyle gerçekleşti. Risale-i Nur’daki “talim ve cihad” kelimesinin “eğitim ve hizmet” olarak “sadeleştirilmesi” örneğinde görüldüğü üzere, Nurcu çevrelerce Risale-i Nur’un orijinal metnini Gülen oluşumunun ideolojisine ve hedeflerine uygun şekilde “tahrip etme” boyutu içerdiği düşünülen bu teşebbüs, bu oluşuma daha yumuşak bir yaklaşım sergileyen Nurcu kesimlerin dahi araya mesafe koyması sonucunu getirdi. Gülen oluşumunun siyesete bu denli müdahil olması ise Risale-i Nur hareketinin ana ilkeleriyle telif edilmesi imkânsız olarak görüldü:
“Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasileridir. Çünkü halisane hizmet-i Kur’âniye, onlara her şeye bedel, kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetlerini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak” (Said Nursi, Şualar, 14. Şua).
Gülen hareketi, Risale-i Nur çevrelerinin büyük kısmı tarafından Said Nursi’nin belirlediği bu gibi bir dizi ölçüyü çiğnemekle itham edilmekte ve bu sebeple Risale-i Nur çizgisini gölgeleyen, bozan bir oluşum olarak görülmektedir. Zaten 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 40 yıllık örgütsel bir çalışmanın nihai hedefinin, hem de darbe gibi sistem dışı ve gayrı meşru bir ele geçirme yöntemi ile devlet iktidarına el koymak olduğunu; dinî hizmet, sivil toplum, eğitim-öğretim gibi diğer tüm görünüşte “cemaat” faaliyetlerinin söz konusu nihai hedefin vasıtası olmaktan öte bir anlam taşımadıklarını herkese göstermiştir.
Sonuç olarak;
– Nurcu gruplar Risale-i Nur hareketini “kişi” değil, “eser” merkezli görürken, Gülen hareketi “kişi kültü” üzerine inşa edilmiştir.
– Geleneksel cemaat yapılarında olduğu üzere Nurcu gruplar da “Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmak” düsturuyla hareket etmeyi benimserler. “Bu hizmeti ben yapayım, bu sevabı ben kazanayım” arzusunu dahi ihlasa aykırı görürler. Gülen hareketi ise merkezine hep kendisini yerleştirdiği hegemonik ve tekçi bir “hizmet” anlayışına sahiptir, nitekim zamanla “Hizmet” kelimesini dahi tekellerine alan bir isimlendirmeyi tercih etmişlerdir.
– Risale-i Nur hareketinin “süreç” odaklı olmasına karşın, Gülen hareketi “sonuç” odaklıdır. Bu nedenle ilkinin “ilkesel” baktığı yerde, ikincisi “ilişkisel” bakarak “pozisyonel bir tutum alabilmektedir.
– Ehl-i Sünnet’in ana çizgisi uyarınca Risale-i Nur’da “rüyayla amel edilmez” ilkesi, takip edilen bir temel ölçüdür. Gülen hareketinde ise iradeler “rüyalarla” biçimlendirilir ve yönlendirilir.
– Risale-i Nur’un “Dahilde kılıç çekilmez” ölçüsüne karşılık, Gülen hareketi nüfus ettikleri ordu unsurları üzerinden silahsız sivillere kurşun ve bomba dahi atabilmişlerdir.
– “Mekke-i Mükerreme’de de olsam buraya (Türkiye’ye) gelirdim diyen Bediüzzaman’a karşılık, Gülen Amerika’ya sözde “hicret” etmiştir.
– Geleneksel cemaat yapılarında olduğu üzere Risale-i Nur hareketi de aileyi merkeze almaktadır. Kişileri aileden koparmak değil, aile hukukunu muhafaza ederek bir iman hizmetinde bulunmak asıldır. Gülen hareketi ise hiyerarşiktir. “Kült” sadakatini temin etmek için devşirdiği kişileri ya ailelerin diğer fertlerini nesneleştirdiği ilişki biçimine sevk etmekte, yahut ailesinden dahi koparmaktadır. Ayrıca gerektiğinde “çıkar” evlilikleri yapılmakta, “evlilik” ve “eş”i dahi örgütsel amaçlar için araçsallaştırmaktadır.
5. BULGULAR VE ÖNERİLER
Türkiye, bir darbe teşebbüsüyle tarihinde ilk defa 15 Temmuz 2016 gecesi yüz yüze gelmiş değil. Bununla birlikte, 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye tarihinde bir ilke tekabül ediyor. Zira ilk defa bu tarihte, toplum ve devlet nezdinde kendisini bir “dinî hareket” olarak sunagelmiş bir yapının kendi halkına silah doğrultup gayri meşru şekilde devlete el koyma teşebbüsüne şahit olduk. Eğitim odaklı bir dinî hizmet görüntüsü altında “devlete sızma” gibi bir amacı gizlice gerçekleştirdiği anlaşılan bir yapı, bu kez devleti doğrudan ele geçirmek üzere millete silah doğrulttu, milletin meclisini bombaladı ve milletin seçtiği yöneticileri öldürmeye teşebbüs etti.
Milletimiz her hangi bir zorlama olmadan, kendi tercihleri ile ülkemizi FETÖ ve arkasındaki dış güçlerin işgalinden kurtarmışlardır. Allah şehitlerimize rahmet, gazilerimize de şifalar ve sabırlar versin. Hükümetimiz de “Def’i mefâsid, celb-i menâfi’den evlâdır” kuralı gereğince, yani; fesadı ortadan kaldırmak, yararı gözetmekten daha önceliklidir kuralı gereği OHAL ilan ederek, kanun hükmünde kararnamelerle FETÖ ve diğer terör örgütleri ile mücadeleye öncelik vermiştir.
FETÖ ile mücadele sürüyor. Bu mücadelede yanlışlar elbette var. Bunların olmaması ve olduysa telâfi edilmesi için hassas davranmalı ve yardımcı olmalıyız. Ancak, gerçek veya muhayyel hatalar FETÖ’nün korkunç yüzünü; bu örgütle mücadelenin bir beka, adalet, ahlâk, insanlık ve demokrasi görevi olduğunu görmemizi engellememeli.
Bu noktada devletin ve mağdur olanların göstereceği tavırlar önemli. Bir de toplumun geri kalan kısmının tavırları. Devletin yapması gereken öncelikle adalet sistemini muhakkak sağlıklı bir şekilde işletmektir. İnsanlar somut maddi delillerle mahkûm edilmeli. Varsayımlarla, tahminlerle ya da “onun kardeşiyse o da suçludur, onun eşiyse o da suçludur,” gibi zanlarla hüküm verilmemeli. Adalet sistemi maddi delillerle, somut bilgi ve verilerle hareket etmeli. Adalet işleyişinin güven oluşturması, mağdur olan insanların şeytanlaşmasını engeller. Özellikle devletimiz ve hükümetimiz, FETÖ ile mücadeleyi fırsat bilerek veya FETÖ ile mücadele görüntüsü altında başka maksatlarla mağdur kesimin sayısını artırmaya çalışan bürokratlara dikkat etmelidir. Oyları ile iktidara geldikleri Muhafazakar-Milliyetçi devletine ve hükümetinin başarısı için dua eden masum halk kitleleri küstürülmemelidir. Evrensel değerlere uygun, siyasallaşmamış dini grupları tehdit olarak gören devlet aklı yada hükümeti yönlendiren bürokratlar, geçmişte yaşadığımız gibi kendi ayağına kurşun sıkmış olur.
Hedef şaşırtmak isteyen kripto FETÖ’cüler, kendinden olmayan samimi Müslümanları görevlerinden uzaklaştırmak istiyorlar. Kendilerine alan açmak için devletin içerisindeki dini duyarlılığı olan herkesi FETÖ’cü diye etiketlemeye başladılar. Somut veriler bulunmadan samimi Müslümanları görevden uzaklaştırmak FETÖ’nün ekmeğine yağ sürer. Yeni kurbanlar ortaya çıkarır, ikinci travmaların ortaya çıkmaması için somut verilerle hareket etmek gerekir. Somut veri olmadan adam harcamaya çalışanlar kötü niyetli veya ahmaktır. FETÖ’nün yeni bir oyunuyla karşı karşıyayız. Milliyetçi-muhafazakar kitleleri birbirine düşürmek istiyorlar. FETÖ’cüler 28 Şubat’ı sivillerde yaşatmak istiyorlar.
Bu karıştırma ve hata işlemlerinin içerisine Risale-i Nur okuyan kimselerde girmektedir. Bu karıştırmanın sebeplerinin neler olabileceğine önceki başlıklarda değinildi. Ama esas olan; Risale-i Nur talebeleri ile FETÖ arasındaki farkın bilinmesidir. Özellikle bu farkın devlet bürokrasisinde görev alan birim amirlerinin, Cumhuriyet Savcılarının, Emniyet ve Jandarma birimlerindeki üst yöneticiler ile, FETÖ operasyonlarında görev alan terör, kaçakçılık, istihbarat, asayiş ve özel harekat birimlerinin personeline seminerler verilmeli. Hizmet içi kurslarda dini akımlar, bunların yapıları, fikirleri ve devletle ilişkileri konularında uzman kişilerce bilgilendirilmelidir.
FETÖ yapısı ile doğrudan bağlantısı olmayıp, şu ana kadar hatalı işlem, aile bağı veya kripto ihbarlar gibi nedenlerden açığa alınmış veya mağdur olanlar varsa onlara ilk tavsiyemiz renklerini ve tavırlarını açıkça ifade edip beklemeleridir. Türkiye’de adalet maalesef geç tecelli ediyor. Bu durumun verdiği psikolojik çöküntü ile etrafınızdakilere mağduriyetinizi anlatırken, bunu devletimizi ve ülkeyi yönetenlere yönelik kötüleme şekline dönüştürmeyin. Böyle yapmanız, sizin lehinize bir durum oluşturmadığı gibi, FETÖ’cülerin devlet ve hükümet aleyhine oluşturmak istedikleri propagandanın malzemesi konumuna düşersiniz. FETÖ’cüler yüzünden mağdur olmuşken, onların amaçlarına hizmet eden bir konuma düşersiniz.
Son olarak devleti idare eden hükümet yetkililerimiz de insanları bu duruma düşüren bürokratlar üzerinde daha ciddi durmalıdır. Bu duruma sebebiyet veren kripto FETÖ’cünün daha sonra tespit edilmesi halinde onun adli cezasının yanında görevinden alınması ile yetinmemelidir. İdari görev esnasında bu personel veya şu kimseler FETÖ’cüdür diye yapmış olduğu idari işlemler de gözden geçirilmelidir. Bu durumdaki personelin veya vatandaşım mağduriyeti işlemler geri alınarak bir açıdan iadei itibar yapılmalıdır. Birisi size “vatan hainisiniz” dese; eğer vatan haini değilseniz ne hissedersiniz? İşte FETÖ’cü olmadığı halde FETÖ’cü diye etiketlenen ve işlem gören kimseler o acı, sıkıcı, onur kırıcı duyguyu yaşamaktadırlar. Dileğimiz, çalışmanın, bu büyük musibetten hayırlı neticeler hâsıl edecek dersler, önlemler ve ödevler çıkarmaya vesile olmasıdır.
KAYNAKLAR
https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/07/10/15-temmuz-darbe-girisiminin-aci-bilancosu-kac-kisi-sehit-oldu; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/erdogan-taziye-ziyaretinde-gercek-nur-talebeleri-boyle-olur-285638h.htm; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/said-nursinin-mezarini-kaybetmeye-calisanlar-simdi-anladi-270798h.htm; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risaleajans.com/nur-alemi/husnu-agabey-icisleri-bakani-suleyman-soyluyu-ziyaret-etti; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/gormez-feto-uzerinden-said-nursi-ve-risale-i-nura-bakmak-fitnedir-282373h.htm; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/basbakan-said-nursinin-bu-cumlelerini-duydunuz-mu-204566h.htm; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/tbmm-baskani-kahraman-said-nursi-islamin-sozcusu-bir-munevverdir-311138h.htm; (Erişim Tarihi: 01.12.2017).
http://www.risalehaber.com/basbakan-yildirim-said-nursi-bayragina-milletine-daima-sadakat-gosterdi-297604h.htm; (Erişim Tarihi: 01.12.2017).
http://www.risalehaber.com/basbakan-yildirim-said-nursi-feto-elebasini-yanina-yaklastirmazdi-297631h.htm; (Erişim Tarihi: 01.12.2017).
http://www.risalehaber.com/said-nursinin-arzusunu-yerine-getirmenin-huzuru-icindeyiz-201933h.htm; (Erişim Tarihi: 30.11.2017).
http://www.risalehaber.com/cumhurbaskani-erdogan-ustad-said-nursi-islami-ogrenmek-icin-onemli-bir-ornektir-311136h.htm; Erişim Tarihi: (01.12.2017).
http://www.risalehaber.com/genelkurmay-baskani-hulusi-akar-ile-husnu-bayramoglu-diyalogu-287951h.htm; (Erişim Tarihi:02.12.2017)
http://www.risalehaber.com/feto-uzerinden-said-nursi-ve-risale-i-nura-bakmak-fitnedir-311139h.htm; (Erişim Tarihi: 02.12.2017).
https://nevzattarhan.com/hakkinda; (Erişim Tarihi: 02.12.2017).
https://nevzattarhan.com/tarhan-kripto-fetoculer-hedef-sasirtiyor.html; Erişim Tarihi: 02.12.2017).
TDV, İslâm Araştırmaları Merkezi (2017): Gülen Yapılanması 15 Temmuz’a Giden Süreçte FETÖ’nün Analizi ve Tavsiyeler, Üçüncü Basım, Ankara: İSAM Yayınları.
Tarhan, Nevzat (2017): Anne “Darbe” Ne Demek? Darbe Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları.